25 Ocak 2021 12:32

Uzaktan öğretim (eğitim) süreci nasıl gidiyor?

"Eğitimin sorunları, özünde piyasa koşullarının ürettiği sorunlardır. Eğitim, kamusal alanda bu ülkedeki tüm çocuklara eşit şartlarda, ücretsiz olarak verilmelidir."

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Uğur Aktepe
Matematik Öğretmeni, Eğitim Sen İşyeri Temsilcisi

Uzaktan eğitim süreci şeklinde bugünlerde dile pelesenk olmuş bu ifadenin, ülkemizde pratikteki karşılığı aslında uzaktan öğretimdir.

Eğitimin; içine öğretimi de aldığı daha kapsayıcı bir tanımı vardır. Eğitim, öğretimden farklı olarak bireyin sadece ‘bilgiyi bilme’ süreçlerinin ötesine de geçerek, bir insan olarak sağlıklı bir biçimde gelişimi kapsayan bir organizasyondur. Kişiler arası etkileşim ve iletişim eğitimin en önemli parçasıdır.

Pandemi sürecinde uzaktan yapılan bu “faaliyetin” bir öğretim faaliyeti şeklinde organize edilmiş olmasının sebebi ise süre gelen eğitim anlayışının bir tezahürüdür. Ülkemizde eğitim anlayışı LGS, TYT, AYT başta olmak üzere benzer sınavlarda yapılan testlerin içinden “doğru şıkkı işaretleme” biçimine indirgenmiş bir eğitim anlayışıdır. Oysa ki öğrencinin gelişimi ve dolayısı ile eğitimi çok daha farklı süreçlerin yürütülmesine bağlıdır.

Normal şartlarda bile sorunlarını saymakla bitiremeyeceğimiz eğitim öğretim süreçlerinin pandeminin bu zor ve sınırlayıcı şartlarında amacının çok gerisinde kaldığını tahmin etmek zor olmasa gerek.

Bilindiği üzere “uzaktan eğitim” süreci MEB tarafından TV üzerinden EBA TV kanalları aracılığıyla ve öğretmenlerin okullardaki öğrencilerine internet üzerinden anlattığı “canlı ders” şeklinde devam ediyor. Canlı dersleri öğretmenler “Zoom” başta olmak üzere piyasadaki özel programlar aracılığıyla veriyor. Eğitim öğretimin bu uzaktan hali beraberinde yoksul ailelerin bu eğitim materyalleri ve teknolojilerine ulaşımı konusunda ciddi bir sorunu beraberinde getiriyor.

Ekonominin neredeyse durma noktasına geldiği hayat şartlarının çok zor olduğu bir dönemde telefon, tablet ve bilgisayar gibi aletlere ulaşım birçok aile için neredeyse imkânsız halde. Zaten eğitimde pandemi öncesi dönemlerde de giderek artan fırsat eşitsizliğinin pandemi döneminde de yoksul aileler başta olmak üzere daha da derinleştiğini ve bunun bir eğitim krizine dönüştüğünü söylemek gerekir. Canlı derslere katılım oranları %30 civarındadır. Evdeki tek telefonu paylaşmak zorunda kalan, telefonun gerçek bir eğitim aracı olmamasına rağmen kardeşleri ile dönüşümlü olarak canlı derslere katılmaya çalışan öğrencilerin sayısı azımsanmayacak kadardır.

Dünyada %60 civarında bir kitlenin uzaktan eğitim araçlarına sahip olmadığı gerçeği ülkemiz için de çok farklı değildir. Rakamların bu iç acıtan gerçekliği ortada iken MEB’in yüz yüze sınav yapma ya da yıl sonu LGS, TYT, AYT sınavlarını yapma konusundaki katı ısrarı anlaşılır değildir. Öğrenci, öğretmen ve velilerden en azından LGS, TYT, AYT sınavlarına hazırlanan öğrenciler için müfredatın sadeleştirilmesi konusunda yapılan istek bile kesin bir dille kabul görmemiştir. Her yeni duruma bir planı olduğunu her seferinde ifade eden MEB’in plansızlığı kervan yolda dizilir anlayışından çok da farklı değildir. Eğitim öğretim adına pandemi öncesi yaptığımız her şeyi pandeminin anormal şartlarında ısrarla “aynı biçimiyle” yapmaya çalışıyor olmamız çok anlaşılabilir bir durum olmamakla birlikte bir planın ürünü gibi durmamaktadır. Ayrıca bu sürecin yürütücüsü olan biz öğretmenlerin üzerindeki “yük” fazlasıyla ağır iken “Eğitimde asıl yük, öğretmenin maaşıyla ilgilidir” ifadesi de dönemin eğitim anlayışının biz eğitimcilerin dikkatinden kaçan bir durum değildir.

İnternetin çekmediği köy ve kasabalarda çocukların kilometrelerce yol yürüyüp dağ tepe gezerek internetin çektiği yerler araması, internet hattını komşudan ödünç almak için çatıya çıkan babasının peşinden giden ve çatıdan düşerek hayatını kaybeden Çınar Mert ve benzeri örnekler de bu sürecin mağduru olmuş, olmaya devam eden milyonlarca öğrencisi...

Eğitim ve eğitime ulaşma hakkının temel bir insani hak olduğu, eğitimde fırsat eşitliğinin anayasal güvence altında olduğu bir düzlemde yaşananların sadece pandeminin bir sonucu olarak ortaya çıktığını söylemek fazla iyimser olacaktır. Eğitimde yıllardır sistematik biçimde süregelen piyasa anlayışı bugün büyük eşitsizlikler olarak kendini göstermektedir. Pandemi sürecinin başında, ‘Aynı gemideyiz’ söylemiyle sınıfsal eşitsizliği zenginlerden yana eşitleyen, virüsün “yoksul zengin ayırmadığı” yalanı sadece eğitimde yaşanan örneklerle bile yalanlanabilir durumda. Pandeminin zor şartlarında evin ekonomisini zorladığı bir dönemde okula da gidemeyen çocukların çalışmak zorunda kalabileceğine dair ILO ve UNICEF’in açıklamaları çocuklar açısından durumun sadece “dersleri uzaktan takip edememe” sorunun da ötesinde olduğunu gösteriyor. Ülkemizde mevcut haliyle bile yüksek olan çocuk işçi sayısının bu dönemde artmış olması ve kalıcı bir hal alma potansiyeli tehlikeli bir durumdur. Çocuklara tablet dağıtmak önemli evet ama çocukların çocuk olma hakkının korunması tabletten daha önemli. Okulda ya da evinde uzaktan da olsa derslerinin başında olması gereken çocukların istismarına da açık ortamların okulların kapalı olduğu dönemlerde artabilecek olması ayrıca bir tehlike olarak durmaktadır. Yetkilerin bu konuda gerekli tedbir ve hassasiyetin içinde olması bir zorunluktur.

Eğitimciler açısında durum farklı bir boyutta tezahür ediyor. Gündemimizin büyük bir kısmı öğrencilerimizin durumu olmakla birlikte bu sürecin bizler açısından zorlukları başlı başına ayrı bir konu. Son yıllarda yetkili ama etkisiz sendika Eğitim Bir-Sen’in aracılığı ile alın(may)an zamlar ile maaşı günden güne eriyen öğretmenler, ekonomik olarak zor bir dönem geçirmekteler. TÜİK’in “bile” yoksulluk sınırı 8 bin liraya yaklaşmış durumda iken neredeyse yoksulluk sınırın yarısı kadar maaş alan öğretmenlerin durumu bu açıdan gerçekten zoru işaret ediyor. Uzaktan dersler için bilgisayar, grafik tablet, internet vs. gibi eğitim araçlarının masraflarını mutfak masraflarından kısarak karşılamaya çalışan öğretmenlerin uzaktan eğitim döneminde daha fazla yorulmasına rağmen maaşlarının son dakika genelgeleri ile tartışmaya açılması, “ek ders almalı mı, almamalı mı” gibi bir tartışma ile döneme başlamaları, zaten zor olanı daha da zor haline getirmiş, genel bir çaresizlik duygusu ve bir cenderede kısılmışlık hissi oluşturmuştur.

Ücretli öğretmen adı altına çalıştırılan yüz binlerce eğitim emekçisi, asgari ücretin de altında maaşlarla bu zor sürecin taşıyıcısı olmuşlardır. Mesai kavramı ortadan kalmış durumda olan öğretmenler, sabah, akşam ve hafta sonu da uzaktan ders anlatmak zorunda oldukları bir dönemi yaşıyor. Ayrıca bazı illerde valiliklerin kararlarıyla zorunlu olarak filyasyon çalışmalarına dahil edildikleri de biliniyor. Okul yöneticilerinin ve il, ilçe yöneticilerinin baskısı ile “Vefa grupları” adı altında yürütülen, görünürde gönüllü ama dolaylı biçimde zorunlu çalışmalarda da öğretmenlerim olduğunu biliyoruz. Öğretmeni, uzmanlık alanının dışında zorla, yaptığı eğitim işi hafif görerek mesleğinin gereği ve bilgisi dışındaki alanlarda çalıştırma çabası, “elinin altında her işe koşulabilir memur” anlayışı, çok doğru bir anlayış değildir.

Ekonomik olarak bitirilmiş bir maçın uzatmalarını oynayan eğitimciler, ayrıca sistematik biçimde yürütülen itibarsızlaştırma çabalarından da ciddi rahatsızlık duymaktadır. Yakın zamanda televizyonda bir programda çocuk gelişimi mezunu öğretmenlerine yönelik sarf edilen “Sen çocuk gelişimi mezunu, böyle kolay kandırılıp ikna edilebilir bir çocuk olduğun için sen o evde aslında bakıcısın” sözlerinin yanı sıra Milliyet yazarı Nagehan Alçı’nın “(...)Öğretmenler de öğrenciler de okulsuzluğa, rahata alıştı sanki” şeklinde eğitimcinin itibarsızlaştırmanın bir aracına dönüşen ve maksadını aşan ifadelerinin son derece rahatsız edici olduğunu söylemek gerekir. Ayrıca sendikaların dışında herhangi bir kurumdan bu kişilere gerekli cevabın verilmemesi de bizleri son derece üzmektedir.

Sonuç olarak pandeminin bir kez daha öğrettiği ve hatırlattığı biçimiyle parasız sağlık gibi parasız eğitim hakkı da kamusal, evrensel bir haktır. Eğitimin sorunları, özünde piyasa koşullarının ürettiği sorunlardır. Eğitim, kamusal alanda bu ülkedeki tüm çocuklara eşit şartlarda, ücretsiz olarak verilmelidir. Eğitimin tüm paydaşları eğitimin sorunlarının çözümü noktasında söz söyleyebilmeli, daha demokratik, laik, bilimsel bir eğitim anlayışı, eğitim coğrafyasına hakim olmalıdır.

ÖNCEKİ HABER

Kafe-Bar Çalışanları: İşyerleri açılsın

SONRAKİ HABER

"Hakkari’de hava kirliliğine karşı denetim yok"

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa