26 Ocak 2021 10:32

Yeniden inşa için sınıf sendikacılığı

Emek Hareketi yazdı: Başta DEMEP olmak üzere THS’de birleşen tüm anlayışların, kamu emekçileri hareketinde ve KESK’te yarattıkları tahribata yeniden bakmalarını öneriyoruz.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Emek Hareketi

Eğitim Sen kongresinde yaşanan süreç ve sonuçları üzerinden süren tartışmalar kamu emekçileri mücadelesi içerisinde birikmiş birçok sorunun daha açık ve kapsamlı bir şekilde tartışılmasını gündeme getirdi.

Tarihsel dayanakları ve referansları göz önüne alındığında aslen yeni olmayan bu tartışmalar, kamu emekçileri mücadele tarihi içinde de bugün ortaya çıkmadı. İçinden geçilen siyasal-toplumsal koşullara, işçi hareketi ve emek hareketinin pozisyonuna, bunların kamu emekçileri hareketindeki yansımalarına bağlı olarak hep süregeldi.

KESK içerisinde de tartışmalar bugün ağırlıklı olarak mücadelenin yöntem ve araçları, hareketin sorunlarına dair çözüm önerileri, KESK’in yapısal mekanizmaları, tüzükler, karar alma süreçleri ve “Nasıl bir sendika?​” sorusu üzerinden sürdürülmektedir. Bu tartışmaların mücadelenin asli unsurları üyeler ve emekçilere açılarak en geniş şekilde yapılması ise en önemlisidir.

Eğitim Sen kongresi üzerine detaylı bir değerlendirme yapmıştık. Ancak DEMEP (Demokratik Emek Platformu) imzalı yazı özellikle “sorunların aşılması, yeni arayışların tartışılması, yeniden inşa ve mücadelenin bütünleştirilmesi” gibi ara başlıklarda ifadesini bulan haliyle, isimleri her ne olursa olsun Toplumsal Hareket Sendikacılığı (THS) anlayışına dair ideolojik tartışmayı sürdürmeyi gerekli kılmıştır.

1930’LARDAN BERİ DEĞİŞMEYEN ‘YENİ’: ELVEDA PROLETARYA

Sosyalizm mücadelesi içinde de sendikal mücadelede de kapitalizmin gelişim aşaması, üretim ilişkileri, bu ilişkiler içindeki konumlanış, mücadelenin özneleri, öznelerin diğer kesimlerle kuracağı ittifakın kapsamı, bunlarla da bağlantılı olarak sendikal mücadelenin hedefleri ve biçimleri üzerine birçok farklı görüş ortaya atılmıştır.

Burjuvazi, tarihi boyunca, işçi sınıfının ekonomik hakları için örgütlü olarak davranması hatta bununla yetinmeyerek iktidar için mücadeleye girişmesi ihtimaline karşı her türlü aracı kullandı. İdeolojik saldırılardan tavizlere, tarihin çarpıtılmasından dağıtmak ve bilincini çarpıtmak için sendikaların teslim alınma çabalarına kadar her araçla işçi sınıfının örgütlüğüne müdahale etti. Öncesi olmakla birlikte özellikle 1990’lardan başlayarak estirilen küreselleşme rüzgarıyla, “sınıfların ortadan kalktığı, sınıf mücadelesi döneminin sona erdiği, insan hakları ve özgürlüklere dayalı yeni bir dünya düzeni kurulduğu”na dair ideolojik saldırı ağırlık kazandı. Yeni Dünya Düzeninin inşa ve başarısı için sendikaların sınıf örgütü olmaktan çıkarılarak sivil toplum örgütüne dönüştürülmesi gerekliydi. İşçi ve emekçiler ile onların örgütlü gücü olan sendikalar üzerinde de bu ideolojik saldırılar etkisini gösterdi, değişik isimlerde de olsa sınıf uzlaşmacı tutumlar açığa çıktı.

Bugün KESK içerisinde yürütülen ve ana hatlarıyla “Nasıl bir sendika?​” sorusuna yanıt aramak olarak değerlendirebileceğimiz tartışmanın eksenini, bu ideolojik saldırıdan etkilenme biçimleri oluşturmaktadır. Tartışmanın sureti değişse de gerçekte aslı aynıdır. Süreç içinde itiraz noktaları ve öneriler farklı gibi görünse de sorun aynı yerde düğümlenmektedir. Her türlü sınıf dışı akımın “Bilimsel sosyalizm, Marksizm eskimiştir, yenilenmelidir”, “İşçi sınıfının bileşimi, emek-sermaye çelişkisi değişmiştir,” “İşçi sınıfı devrimci rolünü yitirmiştir”, “Yeni emekçi sınıflar öne geçmelidir” söylemlerine “Geleneksel sendikalar, geleneksel sendikacılık, değişen bu ‘yeni’yi kucaklayamamakta ve cevap olamamaktadır” söylemi eşlik etmektedir.

SINIF ÖRGÜTÜ OLARAK YENİDEN İNŞAYA EVET

DEMEP tarafından yayınlanan yazıda da “Yeni Anlayışlar Tartışılmalı” başlığı altında, “…kapitalist sistemin en vahşi dönemi yaşadığı buna karşılık ise sendikaların 100 yıllık ve fordist üretim biçimine göre şekillenmiş yapıları ile cevap olamadığı, bu durumun sendikal hareketi krize ittiği ve yeni arayışların tartışılması” gerektiği görüşü belirtiliyor.

Söyleyelim ki, sıkça vurgulanan “geleneksel sendikacılık” arkadaşlarımız için kullanışlı bir kavramdır. Sendikal alanda tarih boyunca farklı sendikal anlayışlar ve onların birbiriyle mücadelesi hep oldu. Bu süreç boyunca sendikal bürokrasi ve burjuvazinin etkileri de sınıf mücadelesinin düzeyine göre zaman zaman geriledi zaman zaman güçlenerek görüldü. Bugün ülkemizde ve dünyada sendikalar çoğunlukla burjuvazinin ideolojik hegemonyası altında, uzlaşmacı sendika bürokratlarının yönetiminde, işçilerin mücadele merkezi olmaktan uzaktır. Artan sınıf çelişkileri ve mücadelenin ihtiyaçları doğrultusunda sendikaların yeniden inşası gereklidir, zorunludur, başarılabilirdir de. İşçi sınıfı tarih sahnesine çıktığı günden bu yana sendikalarını hep yeniden yeniden inşa ederek ilerlemiştir. Sermayenin ve hükümetlerinin saldırılarına, sendikal bürokrasiye ve sendikayı bir sınıf örgütü olmaktan çıkaran her türlü anlayışa karşı mücadele, işçi sınıfının her zaman mücadele konuları olmuştur.

Yalnızca kamu emekçileri alanında değil işçi sendikaları içinde de “Bize mücadeleci sendikalar gerek” ihtiyacı üzerinden yeniden inşa tartışmalarını yıllardır sürdürmekteyiz.

DEMEP, “Geleneksel sendikacılığa itiraz” adı altında muğlak bir kavramın arkasına saklansa da asıl itirazının sınıf sendikacılığı ve onun yöntemlerine olduğu açıktır. Yalnızca Türkiye’de değil, uluslararası sendikal alanda da sınıf sendikacılığına bu tür itirazlar olmaktadır. Kimileri bunu daha açık ifade ederken, kimileri daha utangaçça sınıf dışı tutumları savunmaktadır.

Anlaşıldığı üzere bugün önümüze ‘yeni’ diye getirilenler değişir görünse de yerine konulan kimi zaman gençlik, kimi zaman kimlikler, kimi zaman başka kesimler, kimi zaman bunların toplamı olsa da değişmesi gerektiği söylenen hep işçi sınıfının rolü olmaktadır. KESK’te bugün özellikle Demokratik Emek Platformunun sürdürdüğü tartışma da bu ideolojik tutumun devamı, onun bu dönemde kamu emekçileri alanına güncellenmiş halidir.   

KESK’te kurulduğu günden bu yana hâkim sendikal anlayış, Toplumsal Hareket Sendikacılığı’dır. Bu anlayışın ne kamu emekçileri hareketini ne de KESK’i güçlendirmediği yaşanmış ve görülmüştür. Bugün ‘yeniymiş’ gibi önerilmesi sendikalarda yaratılan tahribatın üstünü kapatamaz. Bir an önce bu anlayıştan uzaklaşarak, sermaye sınıfı ve onun gerici, baskıcı hükümetinin saldırılarına karşı sendikalarımızın birleşik mücadele merkezleri olabilmesi için sınıf sendikacılığını hayata geçirmemiz gereklidir, işte yeniden inşa böyle mümkün olabilir.

Dolayısıyla metinlerinde Emek Hareketine atfedilen “eskiyi savunuyorlar”, “statükoda ısrar ediyorlar” dedikleri şey, işçi sınıfının ve bilimsel sosyalizmin savunusunda ısrardır. DEMEP’in yeni diye öne sürdüğü tezlerse bırakınız yeniliği, düpedüz eskidir. Eleştirilerinin biçimleri dahi eskiden alınmadır; burjuvazinin “Elveda proleterya” ortak fikri etrafında örgütlenen hareketler, bilimsel sosyalizmi savunanları hep eski kafalılıkla, statükoculukla eleştirmişlerdir. Bugün de aynı eleştirilerin yapılması manidardır.

‘STATÜKODA’ DEĞİL, BİLİMSEL SOSYALİZMDE ISRAR EDİYORUZ

Toplumsal Hareket Sendikacılığı ve onun farklı türevlerini farklı isimlerle savunanlar, DEMEP platformu dahil, kapitalist üretim ilişkilerinin ve işçi sınıfının niteliğinin ve devrimci rolünün değiştiği zemininden hareket etmektedir.

Genel kurullarda dağıtılan DEMEP imzalı broşürde “kapitalizmin ana çelişkisi olan emek ve sermaye çelişkisinin asıl çelişki olmaktan çıkarak, temel çelişkinin Devletli Uygarlıkla-Demokratik Uygarlık arasında olduğu” tespiti, DEMEP’in dünyaya bakış açısını ve buna bağlı olarak sendikalar ve KESK’e dair görüşlerini içermektedir. DEMEP işi daha da ileri götürerek tarihteki temel çelişkinin değiştiğine kadar vardırmaktadır. Sendikaların içinde bulunduğu sorunlu süreci buna bağlayarak kendi ideolojik yaklaşımlarına uygun yapısal değişimler önermektedir. Doğal olarak da uzlaşmaz çelişkiyi ortadan kaldıranlar(!) için sendika bir sivil toplum örgütüne dönüşmektedir.   

İşçi sınıfının ve öznelerin değiştiği savıyla hareket edenlere hatırlatalım, evet işçi sınıfı “değişmiştir”. Ancak bu beklenmedik ve yeni keşfedilmiş bir durum değildir. Marks bunu daha Kapital’i yazarken “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın önsözünde; “Elbette bazı değişiklikler söz konusudur. Son dönemde işçi sınıfının kompozisyonunda sendikalı, iş güvenceli sanayi proletaryası nicelik olarak gerilemiştir. İşçi sınıfının büyük bir kesimi uzun dönemli işsizlik, güvencesizlik, geçicilik/istikrarsızlık deneyimleriyle karşı karşıyadır. Büyük fabrikalar kadar, örgütlenme ve topluca eylem imkanlarını azaltan küçük ve teknolojik üretim birimleri de vardır. İşçi sınıfı için kolektivitenin örgütlenebileceği zaman ve mekân çok daha parçalı bir boyuttadır” biçiminde ifade etmiştir.

Değişmeyen şeylerse kapitalizm, sermaye, işçi sınıfının varlığı ve sömürüdür. Bir tartışmada yeni kavramlar ve yeni özneler ancak yeni bir ilişki ortaya çıktığında kabul edilebilir.

Değişmeyen ilişkilere değişen kavramlar ve buna dayanan önermeler getirmek niyetten bağımsız dahi olsa kapitalist sınıfın ideolojisine hizmet eder. Burjuva ideologlarının da sürekli olarak üretim tarzının değiştiğine yönelik iddialarının temelinde, sınıfların ve sınıf çatışmalarının bittiğini ispatlama telaşı vardır. Bugün değiştirici özne olan proletarya kavramını prekarya gibi işçi sınıfı için bölücü bir kavramla değiştirip, prekarya kavramını da kimlik politikalarına denk bir politika gibi düşünmek bunun parçalarından biridir. Bazı anlayışlar bu kavramla, bazıları başka şekilde ifade etse de varılan bozuşturuculuk aynıdır.

İşçi sınıfı da kamu ve kamu emekçilerinin durumu, istihdam ve güvence biçimleri de elbette değişmiştir, bundan kuşku yoktur. Ancak sendikaların bugün içinde bulunduğu durumun ve “cevap olamama” denilen şeyin sorumlusu bu değişimler değildir. Tersine sermayenin bu saldırıları, sendikal hareketin zayıflığı ve içinde bulunduğu somut durumdan güç almıştır ve bugün yaygınlaşan tabloya sebep olmuştur. Teşhisi yanlış yere koyunca, aranan çözüm de yanlış olmaktadır.

ÜCRET SENDİKACILIĞI İDDİASI

Savunmadığımız argümanların Emek Hareketinin görüşüymüş gibi bizim adımıza yansıtılıp, sonra da onunla kavga edilmesinin örneklerini sıkça yaşıyoruz, ne yazık ki. DEMEP de bu yönteme başvurmaktadır.

Marksizmde ısrar eden, bu doğrultuda üretim ve sömürü ilişkileri ile bunların toplumsal yaşamın tüm alanlarıyla zorunlu bağını ortaya koyan, sendikaların da buradaki görevlerini nasıl yerine getirebileceğine dair geniş perspektif ve pratik uygulama örnekleri sunan-sunmaya çalışan bir anlayış olarak, sendikaları “salt emekçilerin iş yaşamlarında yaşadıkları sömürüye karşı mücadele araçları olarak gördüğümüzün” iddia edilmesi abesle iştigaldir. Yine sendikalarda ekonomik talepli mücadelenin küçümsenmesiyle de ekonomizmin sınırlarına hapsolmayla da kıyasıya hesaplaştığımız ortadayken, Emek Hareketini salt ücret taleplerini savunuyor gibi göstermek sadece tartışmalarda kolay yoldan taraf kazanmak için olsa gerek.

Marksizmin kendi kaynaklarına şöyle bir göz atan birisi bile bunun Marksist bir söylem olamayacağını anlayacaktır. Bu iddialara uzunca cevap verme niyetinde değiliz. Ama siyasal mücadeleyi, “ücret talebinden kurtulmayı” DEMEP’in anladığı gibi anlamadığımız da bir gerçek.

20. yüzyılın ilk yıllarından itibaren burjuvazinin, sendikal bürokrasi eliyle hâkim kılmak istediği “sendikalar ekonomik mücadele araçlarıdır, siyaset yapmamalıdır” düşüncesi, sendikaları tümüyle burjuva siyasetinin sınırlarına hapsetmeyi amaçlamıştır. Egemen sınıflar, bir yandan ekonomik alandaki sorunlarla siyasal alandaki sorunları birbirinden ayrı gibi gösterirken, diğer taraftan emekçilerin yalnızca kendi ekonomik çıkarlarıyla ilgilenmesini istemiştir. Oysa gerçekte, ekonomi ve siyasetin birbirinden ayrı tutulamayacağını bizzat sınıflar mücadelesi tarihi göstermektedir. Bu anlamda, emekçilerin ekonomik ve siyasal mücadelesini birbirinden koparmak, birini diğerine karşı reddetmek, küçümsemek ya da bilinçli olarak ihmal etmek, milyonlarca işçi ve emekçiyi, onların sendikalarını, sermayenin elinde ve himayesinde bir sivil toplum kuruluşuna çevirerek etkisizleştirmek anlamına gelmektedir.

Sendikaların siyasete müdahalesi muhalefeten değil, kapitalist sömürü düzenine karşı mücadelesinin bir gereğidir ve tüm halkın da yararınadır. Siyaset yapmak; ücret talebini küçümseyerek gerilere atmak, başta üyeleri olmak üzere emekçi kitlelerini işin içine katmadan, onların aydınlatılması, iknası ve güçlü birleşik mücadelesi olmadan, açıklamalar yapmak değildir. Böylesi bir siyasal mücadeleye emekçilerin ihtiyacı olmadığı gibi, iktidarlar da bundan korku duymamaktadır. Sendikalar için asıl mesele, sık sık açıklama yapan bir dernek görüntüsünden çıkabilmektir. Bir dernek ile sendika arasındaki fark, sendikanın sınıfın birleşik etki ve üretimden gelen gücünü kullanarak, sermayeyi geriletecek, hükümeti işçi ve emekçilerin çıkarına davranmaya mecbur edecek bir kitlesel mücadeleyi örgütlemesidir. Mitingler, grev ve siyasi amaçlı grevler 200 yılı aşkın sınıf mücadelesinin en önemli araçları olarak deneyimlenerek günümüze kadar ulaştılar.

Geleneksel sendikacılık eleştirisi yapılacak diye sıkça toplu sözleşme mücadelesi ve ekonomik talepler küçümsenmiştir. Oysa KESK üyesi sendikaların hiçbirisi bugün işkolu yetkisine sahip değildir. Ekonomik talepler temelinde dahi kamu emekçisi kitlelerini mücadeleye çekebilmekten uzaktır. Birbirinden ayıramayacağımız sendika, toplu sözleşme ve grev hakkı mücadelesinden uzaklaşmanın sonuçları da ortadadır.

TOPLUMSAL KESİMLERİ GÖRMEME ELEŞTİRİSİ

Sendikalar, DEMEP’in beklediği/düşündüğü gibi toplumsal yaşamdaki tüm farklı mücadele alanlarının ve platformların eşit derecede öznesi değildir. Emekçilerin kendi üretim alanları ve buradaki çelişkiler ve sömürü sistemine karşı yürütecekleri mücadeleyi diğer alanlardaki mücadele ile birleştirmek ve geliştirmek başka bir şeydir; sendikanın emek mücadelesini, toplumsal yaşamın diğer alanlarındaki mücadeledeki görevlerle eşitlemek ve ona indirgemek, emek mücadelesindeki görevlerini talileştirmek başka bir şeydir.

Adları farklı olsa da KESK içindeki THS’nı benimseyen bütün anlayışlar sendikalarımızı birer muhalefet örgütü olarak görürken, KESK’i de toplumsal muhalefetin önderi olarak tanımlamaktadırlar. Oysa gençlik, kadın, çevre mücadelesi vb. her toplumsal kesim ve ara sınıflar kendi talepleri etrafında bir mücadeleyi zaten sürdürmektedirler ve KESK’in kendi mücadelelerine önder olması gibi talepleri de yoktur.

Sorun şuradadır ki; KESK, sermaye sınıfının ve tek adam yönetiminin saldırılarına karşı kamu emekçilerinin ortak talepleri üzerinden, onların önerdiği mücadele deneyimleri ve araçlarını kapsayacak bir mücadeleyi vermekte midir? Kendi payına düşeni ve asıl görevlerini ne kadar yapmaktadır? İnsanca çalışma ve yaşama koşulları için kamu emekçilerini birleştirebilecek bir mücadeleden uzaklaşmış KESK, kadın cinayetlerinden doğa katliamına, göç, savaş, silahlanma vb. saydığımız başlıklara dair sınıf-sendika tavrını işyerinden, üretim birimlerinden aldığı güçle ortaya koymayacaksa nasıl yapacaktır? Halihazırda mücadele edilen alanlara giderek mi? Ya da sendika yöneticilerinin yaptığı yazılı açıklamalarla mı? Yıllardır yapılan budur.

‘HANTAL, ERİLLEŞEN VE BÜROKRATİKLEŞEN ORGANLAR’

Farklı gerekçelere bağlansa da KESK, kamu emekçilerinin birleşik örgütlü gücünü oluşturma iddiasından uzaklaşmıştır. KESK içerisinde dünden bugüne hâkim anlayışların müdahaleleri film şeridi gibi gözlerimizin önündedir. Şimdi kimsenin KESK’in içinde bulunduğu durumun faturasını sınıf sendikacılığına bağlama ve sorumluluktan kaçma gibi bir lüksü yoktur.

DEMEP, Emek Hareketi’nin KESK Genel Meclisinde, çalışma birimlerinde ve Kadın Meclisinde yer almamasını eleştirerek Genel Kurul kararlarını, dolayısıyla “ortak irade hukukunu hiçe saymakla” eleştirmektedir. Diğer taraftan oluşturulan bu organlarla ilgili olarak “…giderek hantal bir yapıya bürünen, kendini tekrar eden, erilleşen ve bürokratikleşen organlar…” değerlendirmesi yapıyorlar ki; eleştirilerinin (özeleştiri de içeriyor olsa gerek) bu kısmına tamamen katılıyoruz. Oysa bu kurullar sendikaların “yenilenmesi” ve “demokratikleşmesi”, “bürokrasiden kurtulması” gibi iddialarla gündeme getirilmişti. Bu organların her birine yönelik değerlendirmemizi defalarca yaptık.

Emekçilerin mücadele örgütleri, mücadelenin ihtiyaçlarına göre ve hareketin içinde ortaya çıkmamış ve hareket içinde sınanmamış ise bu sonuç kaçınılmazdır. KESK içerisinde meclis tipi organlar, sınıf hareketinin ve kamu emekçileri mücadelesinin en zayıf olduğu dönemde “yenilik” adına gündeme getirilmiş, tüm uyarı ve itirazlarımıza rağmen, örgütün ve üyelerin dolayımından geçmeden çoğunluk gücüyle oluşturulmuşlardır.

Bu yapısal değişikliklere yönelik eleştirimizin birinci yönü, yazının başından itibaren ele aldığımız sendikaları sınıfın örgütü olarak görmeyen, işçi sınıfının ve emekçilerin rolünü reddeden, farklı toplumsal kesimlerin sendikalarda meclis tipi örgütlenmelerde bir araya geldiği ve herkesin kendi taleplerini öne çıkardığı yapılar olarak önerilmesidir. Sendikalarda meclis örgütlenmesi fikrinin zemininde, sendikaların sivil toplum kuruluşları gibi ele alınması ve böyle işletilmesi vardır. Sendikaları sistemin karşısında emekçilerin örgütlü bir gücü olarak durmaktan uzaklaştıran önermelerdir.

Diğer yönü ise iddia edildiğinin aksine meclisler, sendikal demokrasiyi sağlamak bir yana onu tamamen ortadan kaldırmaktadır. Oluşturulan meclislerle sendikada, üyelerin iradesini açığa çıkartabilecek bir mekanizma işlemediği gibi kamu emekçilerinin yanı sıra seçtikleri temsilciden, şube yöneticilerine, MYK’lara kadar sendikal kurulların varlığı hiçe sayılmaktadır.

İşyerinden başlayarak sendikal mücadele ve karar alma süreçlerine emekçilerin katıldığı mekanizmaları bugün çalıştır(a)mamak bu yöntemlerin yanlışlığına kanıt oluşturmaz. Ama buradan yola çıkarak hesap verme ve aldığı kararı örgütleme zorunluluğu dahi olmayan organların emekçilerin tamamı adına karar vermesini savunmak, demokratik işleyişten uzaklaşmak ve bürokrasiyi kurumsallaştırmaktır. Bugüne kadar olan da budur. Oluşturulan bu organların ve bu organların aldığı kararların emekçilerin iradesi tarafından belirlenmediğini, tersine bu iradeyi zayıflatıp boşa düşürdüğünü görüyoruz.

Bugün genel meclisin işlemediği konusunda herkes hemfikirken, doğası gereği işleyemeyecek bu meclisleri “işler hale getirmek” adına yapılan öneriler içler acısıdır. Meclis üyelerini sendikaların MTK’larına zorunlu katılımcı yapmak, KESK şubeler platformu dönem sözcüsünü dönüşümlü meclis üyesi yapmak vb. önerilerin hepsi olmazı oldurmak çabasıdır.

Bugün “hantal, kendini tekrar eden, erilleşen, bürokratikleşen organlar” tespiti yapanlar sendikaların karar organları ile oynayarak emekçileri söz, karar ve mücadele süreçlerinin dışına atanlardır. Kadın emekçiler ise bu süreçlerin en dışına atılanları olmuştur. Kadın emekçilerden, onların sorun ve taleplerinden kopmuş bir sendikada bürokratik organlar elbette aynı zamanda erildirler. Kamu emekçileri hareketini işyeri ve üretim süreçlerinden, ortak taleplerinden kopararak etkisiz, bir hükmü olmayan kadro eylemleri düzeyine itenlerin, karar süreçlerini istedikleri gibi değiştirenlerin özeleştiri yapması gerekir. Şimdi bu sürecin sendikal harekete verdiği zarar ağırlığı ile ortadadır.

ÇOĞUNLUK DEMOKRASİSİ DEĞİL, ORTAK HUKUK

DEMEP, bizi “ortak hukuk”u hiçe saymakla suçlamışken buraya dair de birkaç söz söyleyelim. Emek Hareketi, DEMEP’in ortaya koyduğu ve söylediği gibi, sendikayı sendika olmaktan çıkartan kurullarda yer almamaktadır. Yıllarca eleştirileri ile birlikte değiştirmek için mücadele eden, değiştiremese de ‘sendikanın hukukudur’ deyip doğru bulmasa da içinde yer alan Emek Hareketi için ne değişmiştir? Kamu emekçilerinin ortak hukukundan ve sendikal demokrasiden bahsedebileceğimiz az da olsa eskiden var olan zemin artık ortadan kalkmıştır.

Ortak hukuktan söz edelim. Mesela; SES’de eş başkanlığın geçtiği tüzük kurultayında önerge 3-5 oy farkı ile kabul edilmiş, delegelerin yarısına yakını itiraz etmiştir. Oysa bizim bildiğimiz ortak hukuk, hele ki tüzük gibi sendikanın anayasası olan değişikliklerin parmak demokrasisi ile değil sendikanın üyeleri başta olmak üzere bütününde mutabakat aranması idi. Mutabakatın olmadığı bir yapısal değişiklik “parmak çoğunluğu demokrasisi” işletilerek getirilmiştir.  

Devam edelim. Eğitim-Sen, BES ve Tüm Bel-Sen’de eş başkanlık olmamasına rağmen bölge şube başkanları kendilerini eş başkan olarak tanıtmakta, eş başkan imzası ile yazışmalar, açıklamalar yapmaktadırlar. Hatta illerde çeşitli KESK İl Kadın Meclisleri, İl Kadın Şubeler Platformu, KESK bölge temsilcilikleri gibi fiilen kurullar, olmayan organlar oluşturulup açıklamalar yapılmaktadır. Bu da ortak hukuka dahil midir?

“Salt çoğunluk yeterdir, diğer yarısının itirazına rağmen başarırsak uygular, uygulatırız, tüzüğe koymayı başaramamışsak da fiilen uygularız” pratiğini uzun zamandır yaşıyoruz. Ortak hukuku yıllardır bizzat çiğneyerek gelen dostlarımıza soruyoruz: Bizi, hiçe saymakla suçladığınız ortak hukuk bu mudur?

TEMSİLİYETE SIKIŞTIRILAN GENEL KURUL SÜREÇLERİ

DEMEP, kendi içinde yaptıkları çalışmalarla genel kurullara, planladıkları üzere tüm siyasal anlayışları kapsayacak “eşitler arası ilişki” ile demokratik bir hazırlık sürecini öngördüklerini, çıkan sonuçtan bağımsız olarak çok da çaba sarf ettiklerini ifade etmektedir.

Yazıdan anlaşılacağı üzere bir DEMEP ve onların planları, önerileri vardır bir de diğer anlayışlar. Kurultay başlığı olmanın dışında hemen hemen hiçbir yerde eğitim emekçileri ve kamu emekçilerinin sözü dahi geçmemektedir. En temel eleştirilerimizden birisi işte budur. Emekçilerin mücadelesinin yön ve biçim verdiği sendikalar mı, herhangi bir sendikal anlayış ya da ittifaklaşmış anlayışların biçim verdiği sendika mı? Herhangi bir sendikal anlayışın kendi planlarını sendikalara uyarlamak üzere mevcut diğer dinamiklerle ittifaklaşarak çoğunluk gücünü kullanması antidemokratiktir, eşitler hukuku değil çoğunluk hakimiyeti hukukudur. Ama esas olarak kendini, emekçilerin sendikasında onların mücadelesinin ve ihtiyaçlarının üzerinde ve karar vericisi olarak görmektir. Sendika siyasal anlayışların temsiliyetini gözeten bir politik örgüt olmadığı gibi, onlar da yönetimde yer alsın diye seçim yapılmaz. Sendika içinde var olan siyasal anlayışlar çalışmalarının karşılığında varsa güçleri oranında zaten seçilirler.

Sendikaların son genel kurullarında Emek Hareketinin nisbi temsil önergesi DEMEP tarafından “Benimsiyoruz ama…” denilerek reddedilmiştir. Bu tutum emekçiler arasındaki çalışmasının varlığı ile güç olan, kendi programı ve önerileri ile mücadelede yer alan bir anlayışın yönetimde olacaksa bile kendi gücüyle değil başka bir güce bağlı olarak yer alabileceği düşüncesinin ilanıdır. Nisbi temsili üstelik, ilkesel olarak savunduğunu söyleyip zaten biz bunu program tüzük kurultayında kabul edeceğiz deyip genel kurulda reddeden DEMEP açısından bu durum açıklanmaya muhtaçtır.

DEMEP, geçen bir yıl içinde başlıklarını da kendilerinin belirlemiş olduğu; “eş başkanlık, karar organları, ortak örgütlenme, emeklilerin ve üniversite gençliğinin örgütlenmesi… vb.” konularda “program-tüzük kurultaylarının” yapılmamış olması nedeniyle oyalandıklarını, “genel geçer” sebeplerle boşa çıkarıldığını, genel kurul süreçlerinin de bu nedenle temsiliyete sıkıştığını söylemektedir.

Oysa Emek Hareketi açısından bir oyalama yoktur. Emekçilerin ortak talepleri etrafında mücadelenin gereklerini yerine getirmek varken, genel kurul sonrasına ötelenmiş, sendikal anlayışların program ve tüzük değişikliği planlarını uygulamak için tasarlanmış kurultay önergelerine zaten hiçbir vakit lehte görüş sunmadığımız biliniyor.

DEMEP’e göre genel geçer olan itiraz gerekçelerimiz, görüldüğü gibi sınıf sendikacılığı yaklaşımımız ve dünden bugüne savunageldiğimiz gerekçelerdir. Ortaya çıkan tablo, DEMEP’in gündemleri, tam da sendikalara masa başında gömlek biçme ve bunu tüm sendikalara giydirme yaklaşımıdır. Program-tüzük kurultayı için ele alınan başlıklar, içeriklerinden gündeme gelme ve tartışılma şekline kadar bir dolu sorun içermektedir ve ayrı bir yazı konusudur. Bu konular Emek Hareketine sadece genel kurul öncesi görüşmelerde gelmiş, o da ağırlıklı olarak “Meclis kırmızı çizgimiz, sadece içerik konuşuruz tartıştırmayız”, “Eş başkanlığı, kadın meclislerini tartıştırmayız” çizgileriyle gelmiştir. Varlığı şimdi kimi anlayışlar tarafından inkâr edilen (ama nedense kongre öncesi her konu karşımıza merkezi komisyon kararı olarak gelmiştir ve bugün komisyon yok diyen arkadaşlarımız o gün bu kararların geliş şekline itiraz etmemişlerdir) kongre öncesi oluşturulan merkezi komisyonda da bu konuların gündeme getirildiği bilinmektedir.

Sonuç olarak genel kurullar sürecinin kamu emekçilerinin birikmiş onca sorununu aşacak bir mücadele anlayışıyla değil sadece temsiliyetin, o da en dar haliyle gerçekleşmiş olmasının en önemli sorumlusu DEMEP’tir. DSD ise yalnızca kendi temsiliyetini korumak adına ona önemli bir dayanak olmuştur, 9 kongre sonra Eğitim Sen’de anlaşma bozulunca yollar ayrılmıştır.

SON SÖZ

Başta DEMEP olmak üzere THS’de birleşen tüm anlayışların, kamu emekçileri hareketinde ve KESK’te yarattıkları tahribata yeniden bakmalarını öneriyoruz.

Bugün KESK’te yeniden inşa; sendikalarımızı, sadece vara yoka muhalefet eden sivil toplum örgütü olarak görmekten vazgeçmekle başlayabilir. Hem işyerlerindeki emekçiler arasında bölünmüşlük ve rekabete hem de KESK içindeki anlayışların birbirine karşı verdiği iktidar mücadelesine son vermek, kararın ve mücadelenin ancak emekçi kitlelerin katılımıyla sağlanacağının bilinciyle bürokratik, hantal yapılardan kurtulmak yeniden inşa için ilk adımlar olabilir.

İşçi ve emekçilerin, sermayeye ve sömürüye karşı örgütlenme ve mücadele merkezleri olacak gerçek sendikalara bugün dünden daha çok ihtiyacı vardır. İşten atmaları, baskı ve gözaltıları, yasakları ve saldırıları göze alarak işçi sınıfı, bizde ve dünyada aylarca süren sendikalaşma mücadelesinden vazgeçmiyor.

Bugünün dünden başka bir farkı da sınıf çelişkileri ve sınıflar arası mücadele bu kadar keskinleşmişken, yeni dünya düzeni ile sosyalizm kabusundan kurtulmuş uluslararası sermayenin ve onların sendikalardaki uzantılarının refah devletçi, uzlaşmacı, lobici, sivil toplum örgütü olarak sendikaları işlevsizleştiren ideolojik zeminlerinin de çökmüş olmasıdır.

İşçi sınıfı mücadelesinin zayıfladığı dönemleri fırsat bilerek, işçi sınıfı ve onların örgütü sendikaları diğer muhalefet kesimleri ile eş tutarak hatta daha da değersizleştirerek, tüketim ve protesto tarzı sivil itaatsizlik eylemlerini benimseyen THS gibi sendikal akımların devri kapanmıştır. Kriz bu akımların krizidir.

Sendikalar en güçlü dönemlerini kazanımları, kitlesellikleri ve itibarları açısından sosyalizmin zaferi ve onun dünyaya yayılan etkisi ile sınıf sendikacılığı anlayışının hayata geçtiği yıllarda elde etmiştir. Bugün de işçi sınıfı mücadelesinin tarihi ve bilimsel sosyalizmin gösterdiği gerçek bir sendikal mücadele için sınıf sendikacılığını rehber edinmemiz, hayata geçirmemiz gerekliliği açıkça ortadadır.

ÖNCEKİ HABER

Uludağ'da eğlence görüntülerinin çekildiği otel, 10 gün kapatıldı

SONRAKİ HABER

Pandemide evde kalamayanlar: Herkes aynı gemide değil, gelecekten aşırı endişeliyim

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa