İşçi Salih Sönmez: Kod 29, korku salmanın bir yöntemi oldu
İşçi, kendisinin hiçbir değerinin olmadığını görüyor. Hani balonla uçuyorsun ama düşmeye başlayınca ilk atman gereken şeyler oluyor ya, işçilere de aynı muamele yapılıyor.
Fotoğraf: Kişisel arşiv
Serpil İLGÜN
İstanbul
İş Kanunu’nun 1. Maddesi’nde, “Bu Kanunun amacı işverenler ile bir iş sözleşmesine dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartları ve çalışma ortamına ilişkin hak ve sorumluluklarını düzenlemektir” dense de, uygulama işçilerin haklarını gözetmekten fersah fersah uzak oldu. Zira, amacı böyle düzenlenen İş Kanunu’nun özellikle 25. Maddesi işçilerin haklarını korumak bir yana, patronlara işçileri işten çıkarmak için, içine her şeyin konulabileceği “ahlak ve iyi niyet kurallarına uymama” torbasını sunuyor. İşçileri kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, işsizlik ödemesi gibi temel haklardan mahrum bırakan ve patronlara iddiayı kanıtlama zorunluluğu getirmeyen madde, korona öncesine kadar daha çok sendikalaşma mücadelesi veren işçilerin işten atılmalarında karşımıza çıkıyordu. Nitekim, şu günlerde direnişleri süren posta ve kargo işçileri de sendikalaşma mücadelesi verdikleri için Kod 29’dan atıldılar. Korona sonrasında ise, güya yasaklanan işten atmalar karşısında patronların yegâne silahı haline gelmiş durumda. Araştırmalara göre, korona sürecinde yüzde 70 artan Kod 29 gerekçesi, büyük mağduriyetlere yol açıyor.
Cumartesi söyleşinde bu hafta, yakın zaman önce Kod 29’dan atılan HT Solar işçisi Salih Sönmez’le konuştuk. Sönmez, “bu madde patronlara yapılan en büyük kıyaklardan biri” diyor.
Önce sizi tanıyalım. Kimdir Salih Sönmez?
41 yaşındayım, evliyim, 2,5 yaşında ikiz çocuğum var.
Eviniz kira mı?
Yok, babamın evinde oturuyoruz.
İşçilik hayatına kaç yaşlarında başladınız? Hangi sektörlerde çalıştınız?
İşçiliğe 18-19 yaşlarında, sanayi sitelerinde çalışarak başladım. Sonra bir yemek şirketine girdim. Sonra da HT Solar’a girdim. 3.5 yıldır da HT Solar’da çalışıyordum.
Fabrikayla ilgili bilgi verebilir misiniz? Ne üretiliyor, kaç işçi çalışıyor, siz hangi bölümdesiniz, çalışma şartlarınız nasıl?
Güneş enerjisi panelleri üreten örgütlü bir fabrika. Birleşik Metal-İş’e bağlı. Ben ilk girdiğimde 600-650 işçi çalışıyordu. Şimdi sayı 350-400’e inmiş durumda. Fabrika bant usulü olduğu için bizler her banda geçebiliyorduk.
Sayı işten çıkarmalar nedeniyle mi düştü?
30 civarı işçi arkadaşımız, sendikalaşma mücadelesi sonrası çıkarılmıştı. İşe girip çıkanlar da çok oldu. Sonra fabrika otomasyona geçme hazırlıkları gerekçesiyle, haklarını verdiği gönüllü çıkışları teşvik etti. Tekrar bir alım da yapmadı çünkü iki, üç kişinin yapacağı işi bir kişi yapmaya başladı.
Nasıl bir mücadele vererek sendikalı oldunuz?
Benden önce de sendika girişimleri olmuş, ama patronlar bastırmıştı. Mücadeleyi de sönümlendirmişlerdi. Ben girdiğimde sendika isteyen başka arkadaşlar da vardı, onlarla tanıştık ve hep birlikte komite kurduk, komite üzerinden tekrardan örgütlenme çalışması yaptık, üç gün fabrikayı işgal ettik, işler durdu, bu da patrona geri adım attırdı.
Kadın işçi var mı?
İlk dönemler yarı yarıyaydı ama çıkanlar oldu. En son, erkeklere göre yaklaşık üçte biri kadın işçi diyebilirim.
Koronayla birlikte mi çıkanlar arttı?
Yok, korona döneminde bizden işçi çıkarma olmadı.
Zorunlu izne çıkarmalar?
Yok, o da olmadı. Birkaç kişi ücretsiz izne ayrıldı ama onların maddi kayıpları olmadı. Geçen yıl bir 10 gün kadar bütün işçiler ücretli izne gönderildi.
Gerekçesi neydi? Korona mı?
Biz öyle düşündük ama bilgi verilmedi.
Korona şartlarında çalışmak sizi ve çalışma arkadaşlarınızı nasıl etkiledi?
Sıkıntılı, huzursuz çalıştık. Bir yerde kendinden geçiyorsun, evde eşin, annen-baban, çocuklar… onlara taşımaktan endişeleniyorsun. Zaten taşıdık da! Çünkü ben dahil onlarca arkadaş koronaya yakalandık. Annem, babam da korona oldu. Tekstilde çalışan erkek kardeşim de koronaya yakalandı. Kardeşimin kendi çalıştığı yerden kaptığını düşünüyoruz. Eve hangimizin yaydığı belirsiz!
Onlarca arkadaşınızla koronaya yakalandığınıza göre çalışma şartlarında korona nedeniyle bir değişiklik olmadı?
Maske ve eldiven verildi ama biz bant başında, yemekhanede, soyunma odalarında yan yana olmaya devam ettik. Sendikalı olmanın da verdiği güçle arkadaşlar olarak “niye bir şey yapılmıyor” diye gündem oluyordu. Özellikle de hastalık daha yayılmaya başlayınca. İster istemez korkun artıyor. Yanı başında bant arkadaşında çıkması, merhabalaştığın birinde çıkması, yemekhanede karşında oturanın çıkması insanda ister istemez tedirginliğe yol açıyor. İlk etapta daha fazla kişiyi eve gönderme tutumları vardı, sonra daha aza düşürdüler. Örnek veriyorum, bende çıkınca yanımdaki iki kişiyi eve gönderiyorlardı ama servise dokunmuyorlardı. Sonra bunu daha da daralttılar. Korona artınca ve huzursuzluk da artınca, 1.5 ay önce yemekhanede masaları iki kişilik yaptılar.
GÖZÜNÜN ÜSTÜNDE KAŞ VAR DURUMU!
Gelelim Kod 29 olarak kısaltılan İş Kanunu’nun 25/2 maddesi kullanılarak işten atılmanıza. Bu madde kullanılarak atılan arkadaşlarınız olmuş muydu?
Fabrikamızdan Kod 29’dan atılan çok arkadaşımız yok. Bir iki kişi vardı, biri tacizle ilgiliydi, onla ilgili çok bir şey yapılmaz zaten. Yani öyle belirgin biçimde bu maddeyi kullanarak atılan ben ve kaliteci bir arkadaşım olduk. 15 Ocak’ta atıldım, arkadaş da benden iki gün sonra atıldı.
Atıldığınız nasıl bildirildi?
İşin kötü tarafı da oydu. Biz gece vardiyasındaydık, sabah 07 gibi insan kaynaklarından çağırdılar. Ben de iş yeri temsilcisine sordum, “beni çağırıyorlar, ne olabilir” diye, “ben de bilmiyorum” dedi. Birlikte gittik yanına, önüme çıkış kağıdımı koydular, 25/2’den çıkarıldığımı söylediler. Temsilci “imza atma” deyince, imza atmadan çıktık.
Peki Kod 29 neyin örtüsü oldu? Sizce neden işten atıldınız?
Aslında tamamen gözünün üstünde kaş var durumu oldu. Benimle birlikte atılan arkadaş açısından farklı ama benim nazarımda durum bu. Fabrikaya girdiğimden beri, -ki o zaman sendika girmemişti, ben girdikten 6 ay kadar sonra sendika oldu- bir şekilde sendikalaşma mücadelesinin içindeydim hep. Fabrika yönetimi tarafından da bilinen biriydim. Fabrikadaki sıkıntı, sorunlar karşısında da gerektiğinde vardiya amiriyle de yüz yüze gelen, gerektiğinde sendika geldikten sonra temsilcilerle de yüz yüze gelen biriydim. Temsilciler tarafından da yönetim tarafından da sevilen bir yanım yoktu yani! Haksızlıkları ve hukuksuzlukları kimin yaptığından bağımsız olarak karşısında durduğum için arkadaşlar arasında sevilen bir arkadaştım. İşçi arkadaşların sevgi saygısı da vardı. Bu durum hem yönetimi, hem temsilcileri rahatsız etti. Fabrikada yaşanan sıkıntıların karşısında durduğum için ben üç-dört kez disipline gönderilmiştim. İnsan kaynakları çıkarıldığımı söyleyince bu disiplin cezalarını da söyledi.
Disiplin cezalarının gerekçeleri neydi?
Birinde bir arkadaşımızın haksız şekilde işten çıkarılması durumu vardı. Temsilciler pek adım atmak istemediler, biz arkadaşlarla birlikte sahiplendik, fabrika genelinde imza topladık, ondan bir uyarı aldım. Yine bir arkadaş haksız bir şekilde işten çıkarılmıştı, mahkemede ona şahitlik ettim. Bunun gibi göze batmalar artınca işten çıkarıldım.
Fabrikadaki işçi arkadaşlarınızın tepkisi ne oldu?
“Bu kadar da olmaz” dediler. Sahiplenme duygusu oldu. İnsanların zoruna gitti. Bizim çıkışımızdan sonra fabrika içinde eylemlilikler oldu, iş durdurmalar, iş yavaşlatmalar vs. içerde bir hareketlilik oldu.
Peki sendika nasıl bir tutum aldı?
Sendikanın tutumu, özellikle temsilcilerin tutumu içerdeki arkadaşların tepkisi sayesinde içerdeki baskının artması, bir de fabrikadaki sendika komitesinin etkisiyle ilk etapta iş yavaşlatmalar, alkışlar vs. oldu, sonra bunlar bir gün yapıldı, bir gün yapılmadı. Yani yapılanlar, içerdeki tepkinin gazını almak babındaydı benim gördüğüm. İşten atılmamıza karşı fabrikadaki arkadaşlarımızın yaptığı eylemler bitirildi. İşin kötü tarafı şöyle bir yan var, gelecek hafta bir hafta fabrikayı komple kapatacaklarmış. Sonra kısa çalışmaya geçeceklermiş.
SENDİKANIN TAVRI FABRİKADAKİ HUZURSUZLUĞU ARTTIRDI
İşten çıkarılmanın, üstelik Kod 29 gibi ne işsizlik maaşı, ne tazminat gibi işçiyi en temel haklardan mahrum bırakan bir maddeden atılmanın duygu dünyanıza nasıl etkileri oldu? İşsizliğin, geçim sıkıntısının her gün katlanarak arttığı koşullarda işsiz kalmak neler hissettirdi?
Şöyle bir durum var, ben işten işten çıkarıldığımda eylemlilikler içerde devam ediyordu. Temsilci arkadaşlara işten çıkarılmadan şöyle söylemiştim, “içerde problemler ve tepkiler var, patronlar bir şeyler yapacaklar buna müsaade etmeyelim. Ben işten çıkarılırsam, içerdeki mücadeleye dışarda bekleyip desteklerim.” Bunun talep görmemesi bana daha çok dokundu. Tabii ekonomi önemli, iki çocuğum var ama bakış açısı olarak kurtuluşu tek bir kişinin kurtuluşunda aramadık. Sendika mücadelesi verirken de, haksızlığa uğrayan arkadaşın yanında dururken de böyle baktık. Beni işten çıkarırlar diye düşünerek yapmadık. Bugün ona yapılıyorsa, karşısında durmazsak yarın aynısı bana yapılacak diye baktık. O yüzden kırgınlığım daha çok talebimin üstünden atlanmasına var. İçerde de duygu kırıklığı yarattı. Bana üzülmeyle birlikte, yarın öbür gün kendilerine de yapılacağını görüp kendileri için de kaygılanan arkadaşların temsilcilere karşı, sendikaya karşı da güvensizlik ve huzursuzluk yarattı.
Şu kaygıların oluyor ister istemez, çocuğunu düşünüyorsun geçimi düşünüyorsun ama sonuç itibariyle başka bir biçimde dünyaya bakıyorsun. Bireysel kurtuluşun çare olamayacağını, sorunları, sıkıntıları giderecek gücün işçi sınıfı olduğunu biliyorsun. Atılan tek ben değilim, yüzlerce binlerce işçi işten atılıyor. Sadece benim yaşadığım bir şey değil, benimle de bitmeyecek zaten. Hep birlikte mücadele edilirse, sendikalar, konfederasyonlar birlikte gerçek bir mücadele ortaya koyarlarsa bu madde İş Kanunu’ndan çıkarılabilinir mesela.
Bunun akabinde de şöyle bir gelişme oldu, sendika patronla görüşüp maddeyi değiştirebileceklerini söyledi.
Yani işe geri alınmayacaksınız ama Kod-29 değişecek. Yerine ne konacak?
Tam bilmiyorum, ama ölümü gösterip sıtmaya razı etmek gibi bir şey bu. Yani “sendika olarak seni işe geri aldıramadık ama en azından maddeyi değiştirdik” demiş oluyorlar. Bence içerdeki baskılanmadan kaynaklandı bu da.
PATRONLAR İÇİN YAPILAN BÜYÜK KIYAKLARDAN BİRİ
Kod 29 diğer hakların gasp edilmesi yanında bir de işçiyi damgalamış oluyor bu da iş bulmasını zorlaştırıyor. Bu nedenle bir endişe yaşıyor musunuz?
Ben örgütlülüğün içinden gelen bir işçi olduğum için bireysel anlamda bundan çok endişelenmiyorum. Mesela benden sonra atılan kaynakçı arkadaşımın endişeleri daha çok. Gideceğin yerde bunun önüne çıkması gerçekten zor bir durum tabii. Ama bireysel olarak bakmayınca, mücadele azmini arttırıyor.
Hükümet kendilerince şöyle bir şey koydu ortaya, bu dönemde hiçbir işçi işinden çıkarılmayacak diye. Ama 25/2’den atılabileceğini söylemediler. Kıdemini, ihbarını vs. vermeye gerek yok, yüz kızartıcı suç deyip atabilirsin. Patronun bunu ispatlamasına da gerek yok. Patronlar için yapılan büyük kıyaklardan biridir bu. Patron, bu maddeyi kullanarak işçi üzerine korku da salıyor. Seni dımdızlak ortada bırakıyor bu madde. Ben yine kira vermiyorum, aile var ama kirada olan ve başka geçimi olmayan insanlar açısından gerçekten büyük sıkıntı. Yani işçiler üzerine korku salmanın da bir yolu oldu bu.
KENDİMİZİ BİR ALTERNATİF OLARAK GÖRMÜYORUZ
Gelelim iktidarın izlediği politikaların fabrikada nasıl tartışıldığına. Örneğin, koronaya karşı izlenen sağlık politikası işçilerde eleştiri konusu oluyor muydu?
Fabrika nazarında, teste götürülmemiz lazım, ya da kapatmak lazım diyenler oluyor, ama kardeşim daha ne yapsınlar diyenler de oluyor tabii. Ama tabii şu da hep konuşuluyordu, evde kal, evde kal diyorlar, bizi evde bırakan yok, yine çalıştırıyorlar. Bir de hafta sonu sokağa çıkma yasağı oluyor, seni çalıştırıyor mesela. Yani işçi, kendisinin hiçbir değerinin olmadığını görüyor. Hani balonla uçuyorsun ama düşmeye başlayınca ilk atman gereken şeyler oluyor ya, işçilere de aynı muamele yapılıyor.
Yani, işçiler “aynı gemide” olmadıklarının farkındalar?
Bizim fabrikada aynı gemide olmadığımızın herkes farkında. Mesela, insan kaynaklarıyla, yönetimin olduğu alana bizi sokmuyorlardı. Temsilciler de dahil. Yine kendilerine sürekli test yapıyorlar, bizlere yapmıyorlardı.
AKP’yi eleştirenlerin sayısında artma oldu mu?
Şöyle bir durum var, Erdoğan’ın yanlışlarını ortaya koyuyor ama sonuç olarak tıkandığı yer şu; peki kim yapacak? Veya hangi parti yapar? “Tamam Erdoğan’ın çok yanlışları oluyor, bizim kıdemimizi almaya çalıştı” falan diye baya sayıyor ama diyor ki, “peki o gidince kim gelecek?” Yani bir alternatif göremiyor. Alternatif olarak karşısına Millet İttifakı ve Cumhur İttifakı konuluyor ya, “CHP’ye mi vereceğim” diyor. Yani tepkisi var ama Millet İttifakı’na kaymayı da göremedim. Asıl mesele şu; kendimizi bir alternatif olarak görmüyoruz. Kurtuluşu hep başka birinden bekliyoruz. Örneğin sendika gelsin diye o kadar uğraştık, sendikayı getirdik ondan sonra temsilciye bırakıldı işler. Arkasından eleştiriyorlar vs. ama yüz yüze gelince susuyorlar. Yani hep başkalarından bekliyoruz. Kendimizin özne olduğunu düşünmüyoruz.
Bir yandan işçi ve emekçilerin eylem ve direnişleri sürüyor. Bunlar fabrika içine giriyor mu ve nasıl konuşuluyor?
Belli başlı insanlar dışında gündem olmuyor. Mesela direnişteki bir fabrika ziyaret edilecek, fabrikadan temsilcileri götürüyor. Temsilcinin de “ben fabrikadan birkaç işçiyi götüreyim” derdi olmuyor. İnsanlara bir şey katayım, oradaki mücadeleyi birlik ve beraberlikle başka yere götürelim gibi kaygıları olmuyor. Birçok şey göstermelik yapılıyor zaten. Mesela, herhangi bir eylemlilik ya da sıkıntı var, yapılan şey döviz hazırlayıp, fotoğraf çektirip sendikanın sitesinde paylaşmak.
Gelecek kaygısı, umutsuzluk, yarın endişesi yapılan sohbetlerde sık sık gündeme gelir miydi?
Bizim fabrikada anlattığım otomasyon meselesi nedeniyle işten çıkarılma kaygısı daha da artmıştı. Eni sonunda sendikalı bir fabrika, orada tutunmak istiyor ama bu kaygıdan dolayı önünü göremiyor. Korona bu kaygıyı arttırdı elbette ama bizim fabrikada esas olarak, bir kısmı Antep’e taşındığından, otomasyon sürecine geçilecek olması, yakın zaman önce 650 kişi çalışırken, şimdi 350-400 kişinin kalması, içerdeki kaygıyı artırıyor zaten. Bu kaygı bizim atılmamızla birlikte daha da arttı. “Sıra ne zaman bize gelecek” diye. Diğer yandan bizim fabrika özelinde, her an her şeyi yapabilecek bir potansiyel de var. Yeter ki o güveni duyabilsinler. Bu da işçi fabrika komitesinin işlevli olması gerek sendikalaşma mücadelemizde, gerek sözleşme dönemlerinde kenetlenmemizi sağlamıştı. Ortak karar alınıp, ortak yürünen bir şey vardı. Aynısı sağlanırsa fabrikadaki işçilerin yine harekete geçeceğini, o kaygıların da gideceğini düşünüyorum.