03 Şubat 2021 11:01

Soma için adalet, herkes için adalet

"Mahkeme kararlarındaki 'olası kast' ile 'bilinçli taksir' yorumlarının sonuçları arasında ciddi farklar olduğu kesindir. Beklentimiz gerçek adaletin sağlanması, vicdanların soğumasıdır."

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Mehmet TORUN
Maden Mühendisi

13 Mayıs 2014 tarihinde Manisa-Soma’da özel sektöre ait yeraltı kömür ocağında meydana gelen ocak yangını sonucu açığa çıkan CO (karbon monoksit) gazından zehirlenen 5 maden mühendisi toplam 301 maden emekçisi yaşamını yitirmiştir. Bu olay, dünya madencilik literatürüne giren büyük facialardan birisi olup ülkemizde sonucu itibarıyla yaşanan en acı maden faciasıdır.

Facia sonrası başlayan hukuki süreç oldukça uzun ve sıkıntılı geçmiş, mahkeme heyeti değişmiş, pek çok bilirkişi raporu dosyaya eklenmiş, sonuçta bir karar verilmiştir. Yerel mahkemenin verdiği karar, istinaf mahkemesince onanmış ancak Yargıtay 12. Ceza Dairesi, Ekim 2020 tarihinde kararı “cezaları yetersiz bularak” bozmuştur. Bozma kararına göre, sanıklara 301 kez "olası kastla öldürme" ve 162 kez "olası kastla yaralama" suçlarından ceza verilmesine hükmedilmiştir.

4 ay sonra ilgili dairenin bu kararı veren 5 üyesinden 3'ü değiştirilmiştir. Ardından daire, kendi verdiği kararı bozarak, sanıklara "bilinçli taksirle ölüme" ve "yaralamaya neden olma" suçundan ceza verilmesini istemiştir. Yargıtay’ın bu "güncellenen" kararı neticesinde sanıklar en fazla 22 yıl ceza alacak, bu ceza da infaz yasasından ve diğer indirimlerden daha da düşebilecektir.

Uzmanlık alanım olmadığı için hukuki bir kararı değerlendirme ve yorum yapma hakkını kendimde görmüyorum ancak mesleğim ve tecrübelerim gereği bir yeraltı kömür işletmesinde üretimin hangi koşullarda ve hangi önlemler alınarak yapılması gerektiğini bildiğimi düşünüyorum.

Facianın meydana geldiği ocaktaki kömür damarları; bünyesinde zararlı gazlar barındıran ve kendiliğinden yanmaya müsait damarlar olup bu durum geçmişten beri bilinmektedir. Bu tür damarlarda üretim, ancak çok özel önlemler alınarak gerçekleştirilebilir. Bu önlemler, hem ciddi maliyetler getirmekte hem de uzun zaman alabilmektedir. Soma’da bu tür bir önlem alınmadığı bilinmektedir.

Her tür işletmede yapılan üretimin bir üst sınırı vardır. Bu sınır, bir planlama dahilinde her türlü güvenlik önlemi alınarak yapılan ve süreklilik arz eden bir üretimi tarif eder. Eğer bu sınır, daha fazla üretim yapılması dolayısıyla daha fazla kâr amacıyla gerekli önlemler alınmadan aşılıyor ise bunu adı “üretim zorlamasıdır” ve pek çok riski beraberinde getirir. Bir yeraltı kömür işletmesinde yıllık hesaplanan ve projelendirilen rakamın iki katından fazla üretim yapılmasının yaratacağı riskleri bilmek için çok uzman olmaya da gerek yoktur. Kısaca, kaldıramayacağı bir yükün yüklenmesi sonucu yıkılan, parçalanan yapıların durumudur yaşananlar. Soma katliamının ana nedeni budur.

Yeraltı kömür işletmeciliği dünyanın en zor işlerinden biri olup deneyim, uzmanlık ve birikim gerektirir. Bu işi yapacak kişilerin özel eğitim almaları gerekir ve bu yasal bir zorunluluktur. Bu eğitimleri almayan işçilerin yerin metrelerce altında her türlü tehlikeyi içeren kömür üretiminde çalıştırılması kabul edilecek bir durum değildir. Bu işçilerin çok büyük bölümü tarım sektöründeki daralmanın sonucu işsiz kalan sektöre oldukça yabancı gençler olup mecbur oldukları için madenciliği seçmiştir. Faciada yaşamını yitirenlerin büyük bir çoğunluğunun meslekle ilgili eğitimleri almadığı, deneyimlerinin olmadığı raporlara yansımıştır.

Yeraltı kömür üretimlerinde kontrol ve denetim çok önemlidir. Gereği gibi yapılmayan denetimler ve gevşetilen kontroller sonucu alınması gerekli önlemlerin ne kadar alındığı ya da alınmadığı tespit edilemez. Bunların sonucu da ne yazık ki ölümlerle ve yaralanmalarla biten acı olaylardır. Bu denetimi yapacak olan devlet kurumları ve kamu yönetimidir. Ancak, son yıllarda denetim mekanizması gerektiği gibi çalışmamaktadır. Soma faciası öncesinde de gereken denetimin yapılmadığı görülmüştür.

İş güvencesi olmayan çalışanın iş güvenliği önlemlerini alması ve uygulaması beklenemez. Yarın işe gelip gelemeyeceği bile belli olmayan birisinden uzun vadeli önlemler almasını ve uygulamasını istemek sağlıklı bir yaklaşım değildir. Madencilik sektöründe çalışanların büyük bir kısmının örgütsüz/sendikasız olduğu bilinmektedir. Bu durum kurumsallaşmayı engellemekte olup düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalan örgütsüz maden emekçileri işçi sağlığı konusundaki taleplerini öne çıkarmakta zorlanmaktadır.

Tüm bunların üzerinde özelleştirme, taşeronlaştırma ve esnek üretim ilişkileri ile şekillenen çalışma hayatı içinde işçilerin sağlıklı bir çalışma ortamında üretim yapmaları olanaksız hale gelmektedir. Oysa; Anayasa’ya göre devlet, “çalışanların güvenli ve sağlıklı bir iş ortamında çalışmalarının temin edilmesini” sağlamak zorundadır.

301 kişinin yaşamını yitirdiği, 162 kişinin yaralandığı bir faciada işin uzmanı bilirkişilerin, somut verilere dayalı bilimsel raporlarla mahkeme heyetini bilgilendirip adaletin tecelli etmesi için yardımcı olduklarını düşünüyorum.

Başa dönersek, mahkeme kararlarındaki “olası kast” ile “bilinçli taksir” yorumlarının sonuçları arasında ciddi farklar olduğu kesindir. Buna yargı karar verecektir. Bizim vatandaş olarak beklentimiz; gerçek adaletin sağlanması, acıların bir nebze olsun hafiflemesi, vicdanların soğumasıdır.

Son bir söz “Unutursak, unutturursak yüreğimiz kurusun” diyenlere. Ateş düştüğü yeri yakar elbette ama gerçekten unutmamak, unutturmamak için samimi olarak gereği yapılmalıdır.

Yaşamını yitiren meslektaşlarıma ve tüm maden emekçilerine saygılarımla...

ÖNCEKİ HABER

Myanmar'da sağlık çalışanları darbeye karşı sivil itaatsizlik eylemi başlattı

SONRAKİ HABER

ODTÜ’lüler rektörlüğe yürüdü: Atanmış tüm rektörler istifa etsin

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa