06 Şubat 2021 23:32

Borsada neler oluyor?

Genellikle büyük fonların harekete geçirebildiği borsa işlemleri, istisnai durumlar dışında, genellikle küçük oynayıcıların zararı ile kapanır. Bu durum borsanın genel trendini etkilemez.

Fotoğraf: Unsplash

Paylaş

Prof. Dr. İzzettin ÖNDER

Borsa, kapitalizmin en gelişmiş patoloji oluşturan araçlarından biridir. Borsa patoloji yaratır, çünkü genelde sıfır toplamlı oyunda birileri kazanıyorsa, birileri kaybeder. Hatta borsa, toplumun patolojik urunu oluşturur ve toplumsal tahterevallinin bir numaralı yapıcısıdır. O halde, şimdi biraz kapitalizmin en gelişmiş coğrafi alanı olan ABD’ye uzanalım ve kısaca bakalım, özellikle pandemi döneminde nasıl bir resim ortaya çıkmış ve bunun üzerine kimler ne söylemiş. Bu konuda tüm yazılan çizilenleri burada sayıp dökmeyeceğim, sadece bu konu ile ilgili meslektaşlarımın internette dolaştırdığı Robert Gebeloff adlı yazarın yazısını kısaca aktarmakla yetineceğim. Bu yazı toplumsal sürecin anlık fotoğrafını çok iyi vermektedir. İlginçtir, yazı şu giriş cümlesiyle başlıyor: “Kötü(leşen) ekonomiler genelde hem emekçileri hem de yatırımcıları vurur. Bu kez sadece ilk kısım gerçekleşti.” Bu durumu borsa hareketleri üzerinden açıklamaya çalışan Gebeloff çok çarpıcı bir tablo ile işe girişiyor. Tablo şöyle, kısaca, hanehalkının ilk yüzde 50’si toplam hisselerin yüzde 1’ini elinde tutuyor. Hanehalkının yüzde 50-80 arasında kalanları toplam hisselerin yüzde 6’sını; yüzde 80-90 arasında kalanları hisselerin yüzde 9’unu; yüzde 90-95 aralığındakiler hisselerin yüzde 13’ünü; yüzde 95-99 aralığında kalanlar hisselerin yüzde 33’ünü; yüzde 99-100 aralığında kalanları, yani hanehalkının yüzde 1’i ise hisselerin yüzde 38’ini elinde tutmaktadır. Kısacası, hanehalkının üst düzey yüzde 10’u toplam hisselerin yüzde 84’ünü elinde tutmaktadır. Bu durum hiç şaşırtıcı olmadığı gibi, bu tabloyu ortaya koymak da hiçbir şekilde bilimsellik çabası olarak değerlendirilemez, çünkü burada sadece “ne” sorusunun yanıtı, daha doğrusu saptanan bulgular var, fakat bundan çok daha önemli olan ”niçin” ya da “nasıl” sorusunun yanıtı ise yok. Bu durumda aktarılanlar hiçbir bilimsel değeri haiz olmayıp, tam bir totolojiden ibarettir. Hazin olan şudur ki, ünlü bir iktisatçının da ifadesiyle, hemen tüm iktisat teorileri ve buna dayalı öğretiler birer totolojiden ibarettir. Gebeloff hazin bulgularını Hanehalkı malvarlıklarının yüzde kaçını herhangi bir yatırım ya da hisse senedi ve tahvile yatırdığını gösteren ikinci bir tablo ile daha da ileri düzeyde kanıtlamaya çalışmaktadır. Bu arkadaşa bu kadar çaba sarf etmemesini söylememiz gerekir, yazık oluyor, zira bu varsıllığa karşı gelen devasa bir yoksulluğa bakmak zaten her şeyi açıklamıyor mu? Üstelik de, bu varsıllığı meşrulaştırırcasına tablolarla makyajlamak yerine, nasıl oldu da böylesi bir toplumsal oluşum, daha doğrusu gelir açısından derin bir bölünme yaşandı, keşke onu tahlil etse idi. O zaman görürdü ki, bu durum bir ekonomi-sosyal tahterevallisini andırmaktadır; bu kadar varsıl, ondan daha büyük sayıda yoksul pahasına oluşmuştur. Yazar, haklı olarak bu konuya girememiş, zira o alana girmek ayının inine girmekten farksızdır. Belki ayı anlık bilince sahip olarak, gelen konuğa borsa cambazından daha toleranslı davranıyor olabilir, zira ayı ne de olsa hayvandır; insan kadar acımasız değildir! ABD’de gelir dağılımının net yansıması olan menkul piyasasındaki gezinti, yazının sonuna doğru verilen beyaz-esmer farklılığı ile bitirilmektedir. Menkul sahibi ile emekçi arasındaki derin uçuruma analojik olarak bu kez de karşımıza beyaz-siyah olarak ikinciler aleyhine derin uçurum çıkmaktadır. Bu durum da “serbest piyasa” sürecinin ne denli serbest olduğunu ve etkin çalıştığını göstermektedir.

Piyasa işlemleri üzerindeki gezintimizi sonlandırırken, dünyanın en varsıl ülkesi olan ABD’deki gezintimizi şimdi de tahterevalli sürecini tamamlayıcı ifadelerle tamamlayalım. En varsıl ülke olarak bildiğimiz ABD acaba yoksulluk oranı ölçütüyle nerelerdedir diye baktığımızda şaşıracak sonuçla karşılaşıyoruz. Yoksulluk ölçütünde, 2005 verileriyle, ağırlığını OECD ülkelerinin oluşturduğu 31 ülke içinde Türkiye nüfusun yüzde 17,5’nin yoksul olduğu bulgusuyla 30’uncu sıradadır. ABD ise, hemen Türkiye’nin üzerinde, nüfusunun yüzde 17,1 oranı ile 29’uncu sıradadır. Ben Türkiye için hicap duyarım, ama acaba ABD yöneticileri bu bulgu karşısında ne hissetmektedirler?

ABD piyasasındaki gezintimize son verip, ülkemizdeki duruma dönüp, ekonominin işleyişine ve borsanın seyrine bakmaya başladığımızda, mutlu olmalıyız ki, biz de ufaktan ABD olma yolunda ilerlemişiz. Zaten, aynı elbiseyi giyen ya aynı bedene sahiptir, anında değilse bile bir süre içinde olacaktır. Nitekim Türkiye’deki durum da Gebeloff’un ABD için çizdiği tablodan pek farklı değildir, bir farkla ki boyut ufaktır. Sonucu baştan söylemek gerekirse, pandemi döneminde emekçiler ve genelde yoksul halk perişan olurken, borsa yükselebilmiştir. Herhalde borsanın vicdanı olsaydı utanırdı, ama her biri rant kollayan dağınık vicdan sahipleri maalesef kolektif tavır sergileyemezdi!

Türkiye’de gelir dağılımı, çok hassas bir ölçü olamamakla beraber bir fikir vermede kullanılabilecek Gini katsayısına göre, 0,43 değeri ile 31 ülke arasında Portekiz’in altında ve Meksika’nın üzerinde 29’uncu sıradadır. Bu tabloda ABD ise 0,38 Gini katsayısı ile 27’inci sıradadır. Görülüyor ki, beden farklılığımıza rağmen, elbiselerimiz birbirine oldukça yakındır. O zaman ekonomi benzerliği gelir dağılımı benzerliğine olduğu kadar borsa işlemlerine de yansıyacaktır. Nitekim yansımıştır!

Genel yaklaşımla, borsa ya da menkul değer işlemleri gelir dağılımı ile oldukça yakın ilişki içindedir. Gelir düzeyi sabit olarak, gelir dağılımının bozulmasının menkul değerler piyasasındaki yansıması yükselme şeklinde olur. Bunun sebebi, günlük maişetini dahi karşılayamayan halk yığınlarının piyasa işlemleri yoluyla varsılların mülkiyetine aktardıkları varlıklar, atıl kaldıkları sürece cebi yakacağından, alternatif değerleme alanlarına kaydırılır. Bu alanlar, yurt içi piyasalar bağlamında altın, devlet tahvili, hisse senedi ya da sair faiz getirisi olabilen kıymetli kâğıtlar olabileceği gibi, olanaklar dâhilinde, yurt dışı menkul piyasalar da olabilir. Yurt dışı piyasalar gündeme geldiğinde, süreci tersine de düşünmek gerekiyor. Şöyle ki, iç ekonomide menkul değerler piyasası sadece yerli varsıllarca değil, yabancı varsıllarca da yatırım yapılan alandır. Yabancı yatırımcı derken, kaynağın kökeni pekâlâ Türkiye de olabilir. Yani, Türkiye’de kazanılmış olup, bir şekilde yabancı ülkeye çıkarılmış kaynaktan söz edilmektedir. Doğal olarak yurt dışından iç piyasaya aktarılmış kaynakların Merkez Bankası hesaplarında gözükmesi gerekir. Bunun dışında, milyarları çantalarla taşımak olanaklı olamayacağına göre, Merkez Bankası hesaplarındaki “net hata ve noksan” kalemi dışında da herhangi bir dış kaynağı düşünmek teknik olarak olası değildir.

Kolaylık sağlamak açısından önce potansiyel dış yatırımlara şöyle bir bakalım. Her yatırımda olduğu gibi, bu konuda da alternatif getirilerin etkin olacağını varsaymamız gerekir. Dış ülkelere for aktarabilecek kapasitede olan gelişmiş kapitalist ekonomilerde faiz hadleri yüzde 1 dolayında seyretmektedir. Yine ABD’yi örnek alırsak, bir aylık tahvilin aylık faiz getirisi yüzde 0,037 civarındadır. Türkiye’ye döndüğümüzde ise genel yaklaşımla en rağbetteki kâğıdın aylık ortala getirisi  yüzde 1,3 civarındadır. İşte genel manzara budur. Bu arada kur farklarından dolayı nominal faiz ile reel faiz arasında ikinciler aleyhine fark oluşabilir, ancak kur garantili işlemlerde bu risk de ortadan kaldırılabilir. Bunun dışında reel yatırımların da menkul değerler piyasasına akması söz konusudur. Hatta ekonominin koşulları ve itfa döneminde en düşük maliyetle süreci işletilebilmek açısından reel yatırımlar tercih sebebi olmakla beraber, küresel düzeyde olduğu kadar, özellikle de Türkiye’nin konumu ve istikrarsız sürüklenişi yatırımların portföy şeklinde gerçekleşmesine yol açmaktadır. Bu şu demektir ki, gelen fon reel üretime katkı yapmadan, ancak bir miktar kuru baskılayıp ya da istikrarda tutup, reel faizini alıp ekonomiden çıkabilmektedir. 

Bu genel çerçevede bakmamız gereken en önemli nokta da söz konusu nakit kaynakları borsaya yönlendirmede tetikleyen faktörlerin nelere olduğudur. Bu konuda birinci faktör tabii ki, çağımızın endişesi pandemi ve ona bağlı olarak aşı çalışmalarının sonucudur. Pandemi yükseldi, fakat aşı çalışmaları da bir nebze de olsa ilerlemiş olduğundan, dış fonlar ülkeye giriş yapabilir. Fakat bu giriş, gerek pandemi, gerekse siyasi tutumlar nedeniyle reel yatırım olarak değil, daha çok portföy yatırımları şeklinde gerçekleşir. 2019 yılında ve 2020’nin ilk çeyreğinde düşüş gösteren doğrudan yatırım ve portföy yatırımlar 2020 Kasımından itibaren canlanma aşamasına geçti. Bazı şirket hisselerindeki artış piyasa değerlerinin defter değerleri üzerine çıkmasına yol açtı. Örnek olarak, [finnet2000.com] verilerinden sağlanan aşağıdaki birkaç firmayı verebiliriz.             

Piyasa değeri ilk 20    PD/DD                                  

  • Ford Otosan              11,93
  • Koç Holding               1,25
  • Ereğli Demir Çelik     1,29
  • Bim Mağazalar           8,14
  • Aselsan                       2,53
  • Turkcell                       1,81
  • Türk Telekom             2,47
  • İş Bankası (C)             1,45
  • Tüpraş                         2,64
  • Yapı ve Kredi Bank.  0,53

Buna karşın, aynı gün içinde bir dizi firma kâğıtları da değer kaybetti. Bu firmalara örnek olarak da aynı kaynaktan sağlanan şu firmaları gösterebiliriz.

  • Tofaş Oto           -1,67
  • Yapı Kredi Bk. – 1,66
  • Sabancı Hold.   –1,15
  • Akbank             - 1,03
  • T. Halk Bnk       -0,74

Borsalar devamlı yükseliş ya da iniş dönemlerinde de farklı firmalarda farklı hareketlenmeler görülür. Bilindiği üzere, genelde yükseliş dönemlerinde boğalar alış yapar, gerileyiş dönemlerinde de ayılar hareketlenir ve satış yapar. Borsaya yatırım yapılan menkul değerler ilk hisse ya da tahvil alımı dışında üretimle ilgili olmayıp, anlık nakit değerlemesi ya da zararı şeklinde karşımıza çıkar. O nedenledir ki, yatırım fonlarında esneklik sağlanması ve dalgalanmaları hafifletme işlevi dışında borsa işlemleri farklı oyuncular arasında fon aktarım işi görür ki, bu durum gelir dağılımı üzerinde fevkalade bozucu etki yapar. Genellikle büyük fonların harekete geçirebildiği borsa işlemleri, istisnai durumlar dışında, genellikle küçük oynayıcıların zararı ile kapanır. Bu durum borsanın genel trendini etkilemez, fakat gelir dağılımını etkiler.

Dünya borsaları ve ona bağlı olarak Türkiye borsası da FED kararları etkisi altında hareket eder. Zira FED’in faiz kararları küresel fon dalgasının yönünü değiştirir. FED’in faiz yükseltmeyeceği yönündeki kararı fonların merkeze kaymasını engelleyerek, çevresel ekonomilere dağılımını sağlar. Bu durum, doğal olarak yüksek faiz peşinde koşanları Türkiye’ye yöneltir. Türkiye’de faiz yükselişinin korunacağı iradesi doları oldukça istikrara kavuşturduğundan fonların borsaya yönelmesine neden oldu. Diğer bir yatırım aracı olarak altın da eski hızını kaybetmiş gözüküyor. Bir yandan dünya altın fiyatları görece istikrar kazanmış olması, diğer yandan içeride kur istikrarı ithal altının değerinin de istikrara kavuşmasını sağladığından, fonların tek çaresi borsada spekülatif dalgalanmalardan umut etmek oldu.

Türkiye’de borsayı besleyen kaynakları başlıca iki kaleme ayırırsak bunlardan biri içteki varsıl kesiminin büyük sermayesi, ikincisi ise dış yatırımcılardır. Borsanın içten beslenmesi, çok cüzi miktar dışında, kesinlikle hanehalkı tasarruflarından kaynaklanmamaktadır, Zira bu gelir düzeyinde ve gelir dağılımı koşullarında böyle bir şeye olanak yoktur. Belki kısmen tasarruf fonlarının değerlemesi gündeme gelebilir, fakat bu kaynak da sınırlıdır. Dış kaynaklara gelince, yukarıda sözünüm ettiğim üzere, FED yanında, dünya altın fiyatları ve Türkiye’nin CDS notu, yani Türkiye’ye gelen fonların dikkate aldıkları ülke riski yatırımcılar açısından önemlidir.. Bu risk, çok çeşitli faktörlere bağlı olarak genellikle yüksektir. Örneğin, şu anda 353,6 dolayında seyreden CDS sebebiyle 10 yıllık tahvil faizi yüzde 15 dolayındadır. Bir ülke düşünelim ki, yıllık büyümesi, en fazla yüzde 5 oluyor, fakat aldığı kaynağa yaklaşık aynı sürede yüzde 10 faiz ödüyor. İşte ülke riski maliyeti!

Özetlemek gerekirse, borsa yükselişleri genellikle dış kaynaklıdır, bunun anlamı ise ülkenin örtülü devamlı kanama yaşanmasıdır. İç fonlarla yaşanana borsa yükselişleri ise, kısıtlı ilaveler dışında, farklı yatırım alanları üzerinde sörf yapan fonların duruma göre borsaya yönelişidir. İç fonlarla yapılan borsa beslemeleri ise çok düşük sayıda bölümü ile yeni yatırıma tahsisler dışında büyük bölümü gelir dağılımını bozcu işleve sahiptir. Kısacası, reel üretime denk düşmeyen borsa yükselişleri, dış kaynaklı olduğunda ülkenin kaynak kaybına, iç fonlarla olduğunda ise gelir dağılımı bozukluğuna sebep olur.

ÖNCEKİ HABER

Prof. Dr. Mustafa Durmuş: Borsada kazanç sağlayarak kurtuluş mümkün değil

SONRAKİ HABER

EMEP: Borcun sorumlusu Körfez halkı mı?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa