'Yeni anayasa' tartışmaları: Bugün birleşmezsek yarın geç olacak
"Öğrenciye, işçiye, memura, köylüye, gence, küçük esnafa saldıran anlayışa, yani tek merkezden gelen saldırılara karşı birleşmek elzem hale gelmiştir. Bugün birleşmezsek yarın çok geç olacak."
Fotoğraf: Evrensel
Seyit ASLAN
DİSK Yönetim Kurulu Üyesi Gıda-İş Genel Başkanı
Ülkeyi 19 yıldır tek başına yöneten AKP-Erdoğan iktidarı, Meclise getirdiği yasa tasarılarının büyük bölümünü itiraz tanımadan yasalaştırdı. Bu yasaların tamamı işçi ve emekçilere, demokrasi isteyen halk kesimlerine karşı yasalardır. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı altında inşa edilen tek adam tek parti yönetimi şimdi de reformlardan bahsediyor, yeni anayasa tartışmasını öne sürüyor.
Peki, AKP ve Erdoğan yönetimi reform, yeni anayasa derken neyi kastediyor? Bunu anlamak için son bir aydaki gelişmelere bakalım: Uygulanmayan AYM ve AHİM kararları, Boğaziçi Üniversitesine kayyum rektör atanması, patronlara sınırsızca işten çıkarma yetkisi veren ve işçileri kara listeye aldıran Kod-29 uygulaması... Yanı sıra metal, maden, gıda ve birçok iş kolunda sendikal hakları için direnen işçiler karşısında devletin kayıtsızlığı ve zor kullanması...
Dahası var; kadınlar, öğrenci, işçi ve köylüler, kamu emekçileri; hak ararken yaşanan gözaltı ve tutuklamalar, son dönemde yaygınlaşan ev hapisleri. Bu baskı ve şiddet ikliminde reform ve yeni anayasanın demokratik ve halkçı olması beklenebilir mi? Kaldı ki AKP ve MHP’den ayrılan siyasetçiler de bu şiddet dalgasından kısmen payını alıyor.
Açlık sınırının altında yaşamak zorunda kalan milyonlar, “Açım evime ekmek götüremiyorum” diyen yoksulların tepesine fırlatılan ‘keyif’ çayları; en altta yaşamak zorunda kalan, hiçbir güvencesi olmayan milyonlarca mültecinin kayıt dışı sömürü çarklarında ezilmesi. Ve salgını yönetemeyen, daha doğrusu sermaye lehine yöneten; halktan gerçekleri kaçıran, aşı sürecini yılan hikayesine çeviren bir iktidar. İşte budur gerçek Türkiye tablosu.
REFORM DEDİKLERİ SERMAYE İÇİN
Bütün bunlar yaşanırken “reform” ve “yeni anayasa” aldatmacası mı? Yemezler! Zira bütün bunlar yani hukuk, kanun, yasa, anayasa ne varsa kendine göre düzenlemenin adımları. Yani tek adam tek parti iktidarının tahkimi.
Açık ki iktidar, uluslararası ve yerli sermayenin işçileri daha fazla sömürebileceği, sendikasız, sigortasız, iş güvencesiz, kölece çalıştırabileceği sınırsız alanlar açmanın derdinde. Bunun adı da “reform” oluyor. Geçmişte grevleri nasıl yasadığını, OHAL’i işçi aleyhine nasıl ilan ettiğini ayan beyan söyleyen bir iktidar, işçiler ve emekçiler için daha iyi koşullarda ve insanca çalışacakları bir çalışma düzeni kurmaz, kuramaz! Onların reform dedikleri; inşaat tekelleri başta olmak üzere yandaş sermayeye ve tekellere daha fazla kaynak aktarmaktan, vergi ve borçlarını affetmekten, sendikalaşmayı bastırmaktan, hak arayan emekçilere zor kullanmaktan ibarettir. Bu reformlara işçi ve emekçilerin karnı toktur!
Peki, ya yeni anayasa nereden çıktı?
Birçok alanda sıkışmış iktidar, kendi kitlesini yeniden konsolide etmenin çabasında. Diğer yandan AB-ABD ile yeni bir süreç ve pazarlık gündemde. Yoksa dertleri işçi ve emekçiler değil.
Elbette işçi ve emekçiler, ezilen halklar, yoksullar, bu ülkenin gerçek değerlerini yaratanlar, 12 Eylül askeri cuntasından kalma bir anayasanın tümden değişmesini ister. Ona bağlı ne kadar kurum, kuruluş yasa kanun varsa hepsi çöpe atılmalı. Ancak halka işsizlik, yoksulluk, baskı, antidemokratik yasaları reva gören bir iktidar bunu yapamaz. Mevcut Anayasa’yı bile kendi çıkarlarına göre yorumlayıp ihlal edebilen, özel siparişle mahkemelerden karar çıkartan bir iktidar, demokratik ve özgürlükçü bir anayasayı savunamaz, savunmaz. Olsa olsa daha baskıcı, daha otoriter ve tek adamcılığı pekiştirecek, faşist gerici bir sistemi daha fazla kurumsallaştıracak bir anayasa yapmak ister. İstenen de budur zaten.
SENDİKALAR NASIL BİR ARAYA GELİR?
Türkiye’nin demokrasi güçlerinin, ezilen halkların, işçi ve emekçilerin böyle bir anayasaya ihtiyacı yoktur. Tek adam tek parti iktidarının, faşist inşanın önündeki tüm engelleri kaldıracak, kimseye hesap vermeyecekleri bir anayasa özlemi içinde olduğu açıktır.
Peki, bütün bu tablo karşısında “2023’ü bekleyin, aman provokasyona gelmeyin” diyen, Boğaziçi öğrencilerinin uğramış olduğu saldırı karşısında ailelere “sağduyu” çağrısı yapan, “Nasıl olsa gidiciler”le oyalanan bir burjuva muhalefet bu saldırı dalgasını önleyebilir mi? Tabii ki hayır. İşçi sınıfı ve ezilen halkların birlikte ve örgütlü bir mücadelesi olmadan saldırılar önlenemeyeceği gibi, ülkede yaşayan halkların, işçi ve emekçilerin mücadelesi olmadan da ne gerçek bir anayasa ne de tam demokratik bir ülke yaratılabilir. Günlerdir Boğaziçi Üniversitesi, akademisyenleri ve öğrencileriyle direniyor. “Bulu istifa” diye haykırıyorlar. Demokratik, bilimsel ve özerk üniversite taleplerini ısrarla sürdürüyorlar. Fabrikaların önünde, grevler direnişler sürüyor. Sendikal hak ve özgürlükleri için direnen yüzlerce işçi var. Bu mücadele ve talepler aynı zamanda demokratik Türkiye talebidir. Boğaziçi’de mücadele eden akademisyenler, öğrenciler ile fabrikaların önünde direnen işçiler dayanışmayı nasıl güçlü kılabilir? Birlikte mücadele nasıl mümkün olabilir?
Farklı konfederasyonlardan “İşçiden, emekçiden, ezilen halklardan, demokratik, bilimsel ve özerk üniversiteden yanayım” diyen sendika başkanları ve yöneticileri olarak nasıl bir araya gelebiliriz? Sendikal mücadelenin sadece toplu iş sözleşmesi ya da kongre olmadığını hepimiz biliyoruz. Öğrenciye, işçiye, memura, köylüye, kadına, erkeğe, gence, küçük esnafa saldıran anlayışa, yani tek merkezden gelen saldırılara karşı birleşmek elzem hale gelmiştir. Bunun için somut adım atmak gerekiyor. Bugün adım atmaz, birleşmezsek yarın geç olacaktır. Bir araya gelmediğimizde ve ortak bir mücadele örgütlemediğimizde sürecin faturası, işçilere, emekçilere, halka, öğrencilere, akademiye ve Türkiye’ye daha ağır olacaktır.