Yazar kadınlardan dünya öykü günü bildirisi: Öykü, yuvasını terk edip sokağa taşıyor
Yazar kadınlardan dünya öykü günü bildirisi: Ayrımcılığın, yok sayılmanın, baskı ve tacizlerin, yaşamımızın ve yazımızın önündeki tüm engellerin ortadan kalkacağı bir dünyaya uyanmak için yazıyoruz.

Fotoğraf: Pixabay
14 Şubat Dünya Öykü Günü Bildirisi’ni bu yıl öykücü kadınlar yazdı. Burçin Tetik, Eylem Ata Güleç, Gamze Arslan, Mevsim Yenice ve Şengül Can’ın kaleme aldığı “Sokağa Taşan Öykü” başlıklı bildiride “14 Şubat Dünya Öykü Günü’nü edebiyatın özgürleştiği, sınırların ortadan kalktığı, eşit bir dünyada üretebilmek ümidiyle karşılıyoruz.” denildi.
“KADINLAR ‘SADECE YAZAR’ OLMA LÜKSÜNE SAHİP DEĞİL”
“Yazar deyince zihninizde nasıl biri canlanıyor? Kimlerin hikayelerini okuyoruz en çok?” sorularıyla başlayan bildiride “İnsanoğlu dendiğinde nasıl bütün insanlığın kastedildiğini anlamamız bekleniyorsa, yazar dendiğinde de sözü edilenin erkek olduğu varsayılıyor. Ola ki bir kadından bahsedersek hemen başına cinsiyetini yapıştırıveriyoruz ki karışıklık olmasın. Sayfa sayfa ‘kadın yazarlar’ listeleri yapılıyor, ama ‘erkek yazar’ listeleri yapmak akıllara gelmiyor. Neden gelsin, onlar sadece yazar değil mi işte? Kadınlar ise bu ‘sadece yazar’ olma lüksüne çoğu kez sahip değil. Saçımızdan giysimize, eğitimimizden işimize, eşimizden çocuğumuza hayatımız didik didik ediliyor, cinsiyetli olduğumuz hiç unutturulmuyor. Yayınevleriyle yapılan konuşmalardan, retlerden, metne yapılan yorumlardan bile bir savaşa girdiğini anlıyor insankızı.” ifadelerine yer verildi.
“ERİL HEGEMONYAYI YAZMA SÜRECİNDE DE HİSSEDİYORUZ”
“Erkek yazarlara verilen vasat olma hakkı, kadın yazarlara pek sunulmuyor.” vurgusu yapılan açıklamada şunlara dikkat çekildi: “Kimlikler kesiştikçe ürettiklerimiz iyice görünmez oluyor. Kadın, Kürt, lezbiyen, trans, queer, mülteci, işçi kimliklerimiz katman katman öykülerimize yansıdığında zenginliği kutlanmıyor, aksine, ‘erkekleşmemiz’, sesimizi, dilimizi saklamamız bekleniyor. Engelleri bir şekilde aşıp da kitabımızı yayımlatırsak da hemen etiketleniyoruz, ‘kadın edebiyatı’, ‘göçmen edebiyatı’, ‘LGBTİ edebiyatı’, ‘azınlık edebiyatı’. Zaten bu basamakları her kadın da çıkamıyor. Kaç trans kadın öykücü sayabilirsiniz mesela? Henüz çocukken etrafımızı kuşatan eril hegemonyayı bir kadın olarak yazma sürecinde de hissediyoruz. Kendimizi ve yazdıklarımızı bundan korumak için hem iç sesimizle hem de dışarıdaki dünya ile mücadele ediyoruz. Kadınlığı ya değersiz ya da kutsal olma ikiliğine hapsedenlere inat, yazma sürecimiz, kendi kişiliğimizi bulduğumuz, benliğimize ve varlığımıza sahip çıkabildiğimiz bir keşfe dönüşüyor. Toplumsal normların dışına taşan mürekkebimizi; yazarlığımızı ve kadınlığımızı kendi kurguladığımız gibi yaşayabilmek adına akıtıyoruz.”
“KADINLARIN BAKIŞ AÇISI TEHDİT OLARAK GÖRÜLÜYOR”
Kadınların bakış açısı ve üslup farklılıklarını edebiyat için zenginleştirici birer unsur olarak görmek yerine, kendi iktidarlarını sarsan birer tehdit olarak algılayan erkek egemen anlayışa eleştiriler yöneltilen bildiride “Biz yazmanın, yazar ve kadın olmanın tüm reçetelerine inat bir varoluşla, artık kendi hikayelerimizi, istediğimiz gibi anlatmak istiyoruz. Ayrımcılığın, yok sayılmanın, tüm baskı ve tacizlerin, yaşamımızın ve yazımızın önündeki tüm engellerin ortadan kalkacağı bir dünyaya uyanmak için yazıyoruz. Artık öykü, yuvasını terk edip sokağa taşıyor. Tıpkı Charlotte Perkins Gilman’ın ‘Sarı Duvar Kâğıdı’ öyküsünde odaya hapsedilmiş kadın anlatıcının da dediği gibi ‘Sana ve Jennie’ye rağmen nihayet dışarı çıkabildim. Kâğıdın çoğunu da yırttım, beni yeniden oraya kapatamayacaksınız” denildi. (KÜLTÜR SERVİSİ)
Evrensel'i Takip Et