Ayhan Serdar'ı yitirdik!
15 Şubat'ta bu son dalganın değişik ama hepimizi şoka sokan bir biçimi ile bir arkadaşımızı, bir yoldaşımızı, içimizden birini, bir şarabi eşkiyayı daha sevgili Ayhan Serdar'ı kaybettik.
Fotoğraf: SAV
Dinçer METE
Hayat ve Ölüm! Birincisini, olabildiğince uzatmaya ve güzelleştirmeye, ikincisini olabildiğince geciktirmeye çalışırız. İnsan türünün bir üyesi olarak biliriz: Belirli bir hayatın içine doğarız, o hayatı yaşarız ve ölürüz. Ülkemizde "78'liler" olarak anılan kuşağın bu iki büyük "olay" ile kurduğu ilişki, diğer kuşaklardan biraz daha yoğundur. Bu durumun belirleyicisi şüphesiz kuşağımızın içine doğduğu dünya ve ülke koşullarıdır fakat kuşağımızın sürece kattıkları da azımsanmamalıdır.
Önce hayat! Kuşağımızın büyük çoğunluğu; birey olarak özgür ve eşit, toplumsal olarak kardeşlik ve dayanışmacı ilişkiler içinde, demokratik ve bağımsız bir ülkede ve sınıfsız, sömürüsüz bir dünyada yaşama ideallerinin taşıyıcısı oldu, bu ideallerin peşinden gitmede tereddüt etmedi. Böyle bir hayatı istemek, var olan hayatın egemenlerinin çıkarları ile çelişiyordu.
Bu ülkenin genlerinde, egemenlerin, kendilerinin iktidarı üzerinde tehdit olarak gördükleri her türlü akımı, grubu ve kişiyi -oğulları ve kardeşleri dahil - doğrudan şiddet yoluyla yok etmek zaten vardı. Ülke egemenleri, bu ideallerin bayraklarının başta üniversiteler ve yüksek okullarda olmak üzere tekrar yükselmeye başlamasıyla o bildik, o iğrenç alışkanlıklarını tekrar devreye soktular. Önce bu durumlar için yetiştirilmiş sivil faşist çetelerin üniversitelere ve yüksek okullara yönelik saldırıları başladı. Ya korkutarak susturacaklar ya da öldürerek yok edeceklerdi.
Yaman bir çelişkiydi ama önümüzde idi: Ölüme karşı hayatı savunmak için ölümü göze almak gerekiyordu. Ve dönemin gençliği bu gerekliliği tereddütsüz yerine getirdi. Ve ölümle, yaşamayı en çok hak ettikleri çağlarında karşılaştı. Pusuda, işkencede, idam sehpasında katledilmiş birçok delikanlı, gepegenç kadın ve erkek arkadaşımızı, yoldaşımızı toprağa verdik.
Ölümle zamansız tanışmıştık!
Ardından ikinci dalga geldi. Başta trafik olmak üzere birçok kazada arkadaşlarımızı yitirdik.
Üçüncü dalga hastalıklardı. Başta kalp ve her tür kanser olmak üzere arkadaşlarımız hastalanıyorlar ve bizi bırakıp gidiyorlardı.
Demek ki böyle azalacak, güzelleşsin diye çok uğraş verdiğimiz hayatı böyle birer birer sonlandıracaktık!
Dün (15 Şubat Pazartesi) bu son dalganın değişik ama hepimizi şoka sokan bir biçimi ile bir arkadaşımızı, bir yoldaşımızı, içimizden birini, bir şarabi eşkiyayı daha sevgili Ayhan Serdar'ı kaybettik.
14 Şubat öğleden sonrasına kadar, ufak tefek sağlık sorunları olduğunu bildiğimiz ama önümüzdeki döneme ilişkin yeni çalışmaların içinde olduğunu bildiğimiz Ayhan 24 saat dolmadan bu diyarı terkedip gitti.
Ama demek ki bir de böylesi vardı: 24 saat öncesinde sağlam iken 24 saat dolmadan ölebilecektik!
Demek ki buna da alışacaktık.
Demek ki biraz da böyle azalacaktık!
Ayhan Serdar; İstanbul Teknik Üniversitesinin adeta mühendisin yanısıra "Devrimci Yetiştirme Merkezi" işlevini üstlenen Maden Fakültesine, 1974 yılında girmiş, kısa zamanda devrimci ve anti faşist mücadeleye katılmış, faşist saldırganlığın İTÜ'den püskürtülmesi mücadelesi içinde yer almış ve bu mücadeleye önderlik etmiş, Kendini İTÜ ile sınırlamayarak İstanbul gençliğinin anti faşist mücadelesini yönetme konusunda sorumluluk üstlenmiş, 12 Eylül'ün işkencelerinden yüzünün akıyla çıkmış bir devrimci idi.
Ayhan Serdar, sadece o "şarabi eşkiyalar" kuşağının bir üyesi, örgütçüsü ve kavgacısı değildir.
Ayhan Serdar; aynı zamanda Sosyal Araştırmalar Vakfı'nın (SAV) kuruluş çalışmalarının da içerisinde bizzat örgütleyicilerden biri olarak yer aldı ve SAV'ın kurucularından biri oldu. SAV'ın 1996 - 2000 Mayıs yılları arasına yayılan onay ve kuruluş döneminin Yönetim Kurulu Başkan Vekili görevini üstlendi. 2000 - 2002, 2002 - 2004, 2006 - 2008 dönemlerinde yedek yönetim kurulu, 2014 - 2016 döneminde ise yedek denetleme kurulu üyesi idi.
Yani o aynı zamanda SAV'ın taşıyıcı kolon ve kirişlerini kuranlardan ve yükünü seve seve taşıyanlardandır.
Ve bu güler ve güzel yüzlü ve kuşağının tüm olumlu özelliklerine sahip olan bu devrimci, eminim gittiği yerde hemen çok sevdiği arkadaşı Ekrem Ekşi ile buluşmuş ve ona buradaki gelişmeleri anlatmaya, Ekrem'den oradaki durumu öğrenmeye başlamıştır.
Ne diyordu Can Yücel:
Sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar ki onlar
Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar
Mevsim dönüp de yeniden yeşermeğe başlayınca rüzgar
Çıplaklığında o atın yine onlar koşacaklar
O çocuklar
O yapraklar
O şarabi eşkiyalar
Onlar da olmasa benim gayrı kimim var?
Şan olsun Ayhan'a!
Şan olsun Ekrem'e ve tüm gidenlere!