16 Şubat 2021 23:44

Ercüment Akdeniz: Devinim halinde olan göçmenler kıtasıyla karşı karşıyayız

Emek Partisi Genel Başkanı, Gazeteci ve Yazar Ercüment Akdeniz’le yeni kitabı “Sekizinci Kıta”yı konuştuk.

Fotoğraf: Özcan Yaman / Kolaj: Evrensel

Paylaş

Ege KARACAN

Emek Partisi (EMEP) Genel Başkanı, Gazeteci ve Yazar Ercüment Akdeniz’in yeni kitabı “Sekizinci Kıta” okurla buluştu. Türkiye’den hareketle göçmen emeğinin küresel devinimini fotoğraflamaya çalışan kitapta Türkmenistan, Özbekistan, Gürcistan, Ermenistan, İran, Afganistan, Pakistan, Nijerya, Kongo ve Gambiya’lı göçmen işçilerin hikayeleri yer alıyor.

Ercüment Akdeniz’le göçmen işçilerden oluşan “Sekizinci Kıta”yı konuştuk. “Yüzer gezer, ama gittiği her yerde alın teri döken göçmenlerle ve sürekli devinim halinde olan bir göçmenler kıtası ile karşı karşıyayız.” tespitini yapan Akdeniz, “Sınıf partisi ve sınıf sendikaları göçmen emekçileri yerli emekçilerle birlikte örgütlemek zorunda.” diyor.

İlk olarak kitabın ismiyle başlayalım… Neden “Sekizinci Kıta”… Kısaca açıklar mısınız?
Dünya üzerinde en az 272 milyon göçmen yaşıyor. Bunların içinde büyük çoğunluk yani 164 milyon insan işçi. Göçmen emeğine bağlı olarak yerküre üzerinde yaşanan para havale trafiğine baktığımızda 1 milyar kişi ile karşılaşıyoruz. Tahmin edeceğiniz gibi bu trafiğin diğer ucunda göçmen işçi aileleri bulunuyor. Dünya nüfusu 7,5 milyar civarında. Dolayısıyla yüzer gezer, ama gittiği her yerde alın teri döken göçmenlerle ve sürekli devinim halinde olan bir göçmenler kıtası ile karşı karşıyayız. “İstanbul 16. Bianeli” pasifik okyanusunda plastik atıklardan oluşan adacıklara “Yedinci Kıta” demişti. Ben de görünmeyen/gösterilmeyen göçmen emeğinden yola çıkarak; göçmenler kıtasına “Sekizinci Kıta” dedim.  Türkiye’den yola çıkan ama yerküreyi fotoğraflamaya çalışan bir anlatıdır bu.

"TÜRKMEN VE ÖZBEK İŞÇİLER ŞEBEKELERİN ELİNDE"

Kitap; Türkmenistan ve Özbekistan’lı göçmen işçilerin hikayeleriyle başlıyor. Türkiye’de hamasi bir yaklaşım var… Bu ülkelere dair Türkiye burjuvazisinin “Soydaşlık”, “Tarihsel akrabalık” gibi söylemlerden oluşturduğu bir algı hakim… Türkmenistan ve Özbekistan’lı göçmen işçilerin Türkiye’deki yaşam koşulları bu söyleme paralel mi? Türkiye’de nasıl koşullarda yaşıyorlar?
Milliyetçi lügatta “soydaşlık” kavramı Adriyatik’ten Çin Seddine Türk dünyasınının hayallarini ifade eder. Bu denklemde esas olan Türkiye burjuvazisinin çıkarları. Ama “soydaşlar” ülkemize göçmen işçi olarak gelince “soydaşlık şefaati” yerini hemen Türk oryantalizmine bırakıyor. Türki cumhuriyetlerden gelenler küçümseniyor, en güvencesiz işlerde üç kuruşa çalıştırılıyorlar.  Türkmen ve Özbek işçilerin diğer ülkelerden gelen göçmenlere göre daha fazla şebekelerin elinde rehin olduğunu söyleyebilirim. Pasaportlarına el konup her türlü iş yaptırılan göçmenler hiç de az değil.

İstanbul’da yaşayan Ermeni işçilerden birinin Suriyeli işçilere yönelik yaklaşımıyla devam etmek istiyorum. Türkiye’de belki de ırkçılığa en fazla maruz kalmış Ermeni halkından bir işçinin Suriyeliler karşısındaki üstün bakış içeren tutumunu nasıl değerlendirirsiniz? Diğer milliyetlerden göçmen işçilerde benzer tutumlar var mıydı?
Türkiye’de yerleşik yaşayan Ermenilerle son yıllarda ekonomik nedenlerle buraya çalışmaya gelen Ermeninstanlı işçiler ne kadar birebir aynı duyguları taşırlar, bilemiyorum. Benim görüştüğüm göçmen işçilerin derdi Türkler değil Suriyelilerdi! Türklerle dertlerinin olmaması güzel. Ama kanımca kendini bir “üst kimlik”e yakın tutma gayretinin bir “alt kimlik” bulup onu birlikte ötekileştirdikleri garip bir durum bu. Üstelik bu özellik sadece Ermenistanlı işçilere de ait değil. Birçok ülkeden göçmen, “Siz Suriyelilerden daha iyisiniz” denerek şımartılıyor ama daha çok sömürülüyor.

"SOSYALİSTLERE UZAK DEĞİLLER"

Gürcistan, Ermenistan, Türkmenistan, Özbekistan gibi ülkelerden gelen göçmen işçilerle yapılan sohbetlerde Sovyetler Birliği’ne dair olumlu bir yaklaşım söz konusu… Kimisi Sovyetlerin son dönemine yakalamış, kimisi de akrabalarından duymuş…  Anlatılardan anladığımıza göre Soveytlerin revizyonist dönemi bile bugünlerden daha iyiymiş.  Biraz bu konuya değinebilir misiniz?
Tabii. Doğalgaz, sıcak su, konut kirası, parasız okul gibi eski SSCB’den kalan bazı kazanımların son demini yaşamış bir işçi kuşağı ile karşı karşıyayız. Elbette bu kalıntılar da tasfiye edilmenin eşiğinde. Öte yandan anne babaları ya da dede ninelerinden eski sosyalizm dünyasının sosyal hayata kattıklarını dinlemiş göçmen işçiler, bugünkü Rus oligarklarına bakınca haliyle eski günleri arıyorlar. Türkiye’de ya da bir başka göç edilen kapitalist ülkede fark etmez; onları hep vahşi sömürü karşılıyor. Dolayısıyla sosyalizmin ne olduğunu tam olarak bilmeseler de onun kazanımlarını anlatan göçmen işçilerden söz ediyoruz. Bence sosyalistlere uzak değiller.

"HER AFRİKALIDA SÖMÜRGECİLİĞİN İZLERİNİ BULUYORSUNUZ"

Göçmen işçilerle yaptığınız görüşmelerde ağır bir yaşam tablosuyla karşılaşıyoruz. Kongolu Enzo İkah’ın zor ama umutvari hikayesini tebessümle okuyoruz. Herkes Enzo İkah kadar “şanslı” değil… Afrikalı göçmen işçilere dair gözlemlerinizi aktarır mısınız biraz?
Sahada dinlediğiniz her Afrikalıda en az 200 yıllık sömürgeciliğin izlerini buluyorsunuz: Gambiya, Nijerya ya da Demokratik Kongo Cumhuriyeti fark etmiyor. Kongo’da Koltan madenlerinde yapılan çocuk işçi sömürüsü sömürgeciliğin modern ve başkalaşmış hali.  Kuzey Amerika ve hatta Avrupa daha çok Afrikalı kölelerin emeği ile kuruldu. Modern köleler simsarlar eliyle bugün Türkiye emek piyasasına da sürülmüş durumda. Pandemide Gürcü işçiler sınıra takılınca Türkiye’de sıkışıp kalmış Senegalli işçiler nasıl Rize’ye çay toplamaya götürüldü sanıyorsunuz?

Birçok göçmen Kanada, ABD, Fransa, Almanya gibi ülkelere gitmeyi hayal ediyorlar. Oralarda ayrımcılığın olmadığına, daha rahat bir yaşam süreceğine dair hayalleri var. Bunu nasıl açıklarsınız?
Çünkü oralarda akrabaları, yakınları var. Onlardan dinliyorlar. Almanya gibi merkez kapitalist ülkeler sosyal haklar, ücret ve çocukların geleceği bakımından Türkiye gibi “Avrupa’nın göçmen deposu” olan ülkelere nazaran daha avantajlı görünüyor. Ama Avrupa da radikal biçimde ve negatif yönde değişiyor. AB’nin sınırlara ördüğü bariyerler, geri itmeler, geri göndermeler, mülteci ya da göçmenlere tanınan eski hakların ilgası oraları cazibe merkezi olmaktan çıkarmaya başladı. Türkiye’den Avrupa’ya geçmeyi başaran göçmenler arasında beni arayıp pişman olduklarını söyleyenler de var.

Denizli’de yaşayan İranlı İsmail’in hikayesi göçmen işçilerin örgütlenmesindeki zorluğu göstermesi açısından bakımından dikkat çekici… İsmail, komünist bir işçi… Bu nedenle ülkesini terk etmek zorunda kalmış. İş kazası yaşıyor ve doktorun ısrarına rağmen iş kazası rapor almıyor. Refleksi politik olmayan göçmen işçiden farklı değil… Bu konuda neler söylemek istersiniz?
İranlı mülteciler daha çok sürgünde olan politik mülteciler. BM’ye başvuruları bekletilen ve üçüncü bir ülkeye gitmeyi bekleyen insanlardan söz ediyoruz. Buna İran’a geri gönderilme, işkence ve idam olasılığını ekleyin! O zaman garipsenen “pasif” refleksleri daha anlaşılır hale gelir. Patronlar bu sürgün olma halini de acımasızca kullanıyor haliyle.

"GÖÇMEN İŞÇİ SERMAYENİN YEDEK ORDUSU"

Türkiye burjuvazisi açısından göçmen işçiliğin önemi nedir?
Afganistan’dan İstanbul’a hatta Avrupa’ya uzanan göçmen ticareti ağı sermayenin ucuz emek talebinden bağımsız değil. Türkiye hızla Avrupa’nın Çini yahut Bangladeşi haline geliyor. Artık işi Bangladeş’e taşıyıp günde 3 dolara çalışacak işçi aramaya gerek yok. Bu pazar Avrupa’nın hemen yanı başında Türkiye’de kuruldu zaten. En az 2 milyon mülteci ve göçmen işçi sermayenin yedek ordusu olarak burjuvazi tarafından kullanılıyor. Ekonomik krizin de can simidini buldu patronlar. Şimdilik.

Kitaptaki hikayelerden yola çıkarak, farklı milliyetlerden göçmen işçilerin en çok karşılaştığı sorunları nasıl sıralarsınız? Göçmen işçilerin örgütlenmesine dair neler yapılmalı?
Saymakla bitmez. Kanımca en temel sorun farklı din ve milliyetlerden işçilerin rekabet halinde birbirlerine düşman hale getirilmeleri. Yurttaş olan işçiler yurttaş olmayan işçilere düşmanlaşırken, göçmen işçiler de birbirlerine karşı kışkırtılabiliyorlar. Ama bir de saya grevi örneği var. Farklı milliyetlerden 50 bin sayacıyı kapsayan bu büyük iş bırakma eylemi parça başı ücretleri yükseltti. Türkiye işçi sınıfı ve uluslararası işçi sınıfının geliştirmesi gereken birliğin nüvesi bu tür eylemlerde yatıyor.  Yazarlığımın yanı sıra Emek Partisi Genel Başkanı olarak da şunu söylemek isterim; mesele sadece olguları tespit etmekte değil değiştirmekte. Sınıf partisi ve sınıf sendikaları göçmen emekçileri yerli emekçilerle birlikte örgütlemek zorunda. Kurtuluşumuz ortak, bunun başka formülü yok.

KISA KISA

Kitaptan seçtiğimiz kelimelere kısa kısa yanıtlar verir misiniz?

İşçi Timothy: Pedal.
Koltan Madenleri: Çocuk fareler
Erselan: Ateist sürgün
GİGİM: Önce iltica hakkı
Ümmet Kardeşliği: Mülteciler haklarıyla mültecidir
Memleket: Ekmeğe uzak, hasrete yakın
N.:  O şimdi mülteci anne
Komisyoncular: Keneler
Bakım İşçisi Fatima: İlk para komisyoncuya
Birleşmiş Milletler: Görmedim, duymadım, konuşmuyorum
Enzo İkah: Gülüşünde pense izi
Sınır: Keskin bıçak
Kanada: Son umut
Ucuz iş gücü: Çabuk çabuk
Enternasyonalizm: İşçiler ve göçmenler birleşin

ÖNCEKİ HABER

İHD’den Soylu’ya Gare yanıtı: İsteseler muhatap olur ve alıkonulanları alırlardı

SONRAKİ HABER

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Meclis’te Garê operasyonunu anlattı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa