17 Şubat 2021 00:00

Eşitsizliğe karşı güvenli kampüs, şiddetsiz yaşam, örgütlü mücadele!

“Kadın ailenin lokomotifidir” diyen zihniyet kadının tüm taleplerini, yaşamını “aile bütünlüğünün” gerisinde görünmez kılıyor.

İlüstrasyon: Freepik

Paylaş

Selinay UZUNTEL

İstanbul Üniversitesi

8 Mart; taleplerimizi en geniş kesimlere ulaştırmanın, hep birlikte mücadeleyi büyütmenin ve tüm eşitsizliklere karşı sesimizi daha gür bir şekilde çıkarmanın bir aracı olarak genç kadınların yine gündeminde. Tüm bir pandemi dönemi boyunca genç kadınların yaşamı, ezilen bir cins olmanın ağırlığı altında, toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle, ataerkil düzenin sunduğu ve beslediği imtiyaz alanlarının genişletilmesi çabasıyla geleceksizlik ve eşitsizlik ile sınırlı bir alana sıkıştırılmaya çalışıldı. Bunun karşısında genç kadınlar talepleri etrafında yan yana gelerek irili ufaklı mücadele deneyimleri elde etti, bu hafıza ise genişlemeye ve sağlamlaşmaya devam ediyor. Kadınlar, 2021 8 Mart’ına giderken de kendi hafızasından ve taleplerinden güç almaya devam ediyor. Genç kadınlar eşitsizliğe karşı, güvenli kampüs, şiddetsiz yaşam ve örgütlü mücadele şiarıyla bulundukları her alanda; üniversitede, evde ve sokakta mücadeleyi büyütüyor.

İŞGÜCÜNDEKİ DARALMADAN EN ÇOK KADINLAR ETKİLENDİ

Üniversiteli genç kadınlar açısından bakıldığında pandeminin en belirgin etkenlerinden biri okulların kapatılmasıyla başladı ve çoğunluk aile evine dönmek zorunda kaldı. Aile evinde artan iş yükünün yıpratıcı boyuta yükselmesiyle, cinsiyet temelli eşitsizliğinin derinleşmesi kaçınılmaz oldu. Bunun yanında yaşadığımız ekonomik darboğazdan çıkma yollarını kimisi sağlığını hiçe sayarak çalışmada kimisi de ev içinden çalışma yollarını aramada buldu. Bunların yapılamadığı takdirde ise eve kapanma durumunun kendisi kendine ait ortamını yaratamayanlar için dayanılmaz hale geldi, psikolojik ve fiziksel olarak bu sürecin daha da zorlaşmasına neden oldu. 

TÜİK’in 2020 Mayıs ayı işsizlik verilerine göre üniversite mezunu 1 milyon 23 bin kadın eğitim düzeylerine rağmen iş aramıyor ve işsiz sayılmıyor. Bu eğitim düzeyindeki 4 milyon 838 bin kadın iş gücünde dahi yer almıyor. Disk-Ar’ın 2021 İşsizlik Raporuna göre geniş tanımlı genç işsizlik yüzde 43,5, geniş tanımlı kadın işsizliği ise 37,7. Araştırmaların bize sunduğu veriler farklı olabilir ama genç kadın işsizliği için ortak payda bulmak zor değil. Pandeminin de etkisiyle istihdamdaki azalışa cinsiyet bazında bakıldığında kadın işgücünde daha büyük bir daralma söz konusu. Böylesi bir tabloda dayatılan geleceksizliğe karşı büyüyen gelecek kaygısı da daha derin genç kadınlar içerisinde. Kendi ayakları üzerinde durma noktasında da genç kadınlar; birçok eşitsizliğe göğüs germeye çalışmak zorunda kalıyor, erkeklere oranla çok daha büyük zorluklarla karşılaşıyor. 

KADIN HAKLARINA SALDIRIYA DEVAM EDİLDİ

Bunların yanında tek adam rejimi salgını fırsata çevirip kadınların kazanmış olduğu haklara saldırmaya devam etti. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmalarının karşısında; haklarından ve hayatlarından vazgeçmeyen kadınlar bir araya geldi, sokağa çıktı, kampanyalar yürüttü, forumlar yaptı, mahalle mahalle kapı kapı dolaşıp İstanbul Sözleşmesi’ni ve neden uygulanması gerektiğini anlattı. Sonucunda tartışmanın rafa kaldırılması kadınların birliği ve mücadelesi sonucunda gelen bir kazanım oldu. Bu kazanımla yetinmememiz gerektiğini sonrasında İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa uygulanmadığı için katledilen kadınlardan, sıra arkadaşlarımızdan biliyoruz. 

Bir diğer hedef alma hamlesi 2021 Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programına konulan kadın üniversiteleri projesiyle geldi. “Kadınlara güvenli bir alan yaratma” veya “kadınlar açısından seçeneklerin çoğaltılmış olacağı” iddialarıyla meşrulaştırılmaya çalışılan bu proje genç kadınlar için seçenek değildir ve genç kadınların onayını da almamıştır. Kadınların güvenceli iş, eşitlikçi bir eğitim talebinin sağlanması ve bunun devamlılığı, kadınların toplumsal yaşantıdan uzaklaştırılması ile sağlanmayacak; tam tersine bu durum eşitsizliği derinleştiren bir politika olarak karşımıza çıkacaktır. 

Şu günlerde de yakından gördüğümüz üzere AKP’nin politikalarını hayata geçirmek için atanmış kayyum rektörler ve yönetimler, üniversitelerin demokratik ve özerk yapısının kırıntılarını bile süpürmeye çalışmakta. Tek adamın gerici ve faşist bir rejimi inşa etmeye çalıştığını ve bunun için kendine daha da muhafazakarlaşan bir toplum yaratma çabasından en çok etkilenenler ise kadınlar ve LGBTİ+’lar. Üniversitelerde de en fazla baskıya maruz kalanlar yine kadınların ve LGBTİ+’ların toplulukları oluyor. 

PEKİ BUNCA SORUNUN OLDUĞU YERDE ÇÖZÜMÜ NEREDE ARAYACAĞIZ? 

Gücümüzün birlikteliğimizden geldiğini unutmayacağız. Gelecek kaygısına, ekonomik krize, yükselen şiddete, bulunduğumuz her alanda kadınlar olarak yaşadığımız sorunlara karşı bir araya gelebileceğimiz ve bunları arkasında mücadele edeceğimiz, hep bir ağızdan dillendireceğimiz “taleplere” dönüştürecek bir birlikteliğe ihtiyacımız var. Kadınlar olarak kendimize tartışabileceğimiz ve harekete geçebileceğimize alanlar açmak zorundayız. 

Yaşadığımız erkek egemen sistemde kadınların payına düşen toplum içindeki eşitsizliklerin her bir yansımasını göğüslemek olarak gösteriliyor. Yazımızın başından itibaren saydığımız kuşatmaların kendisi de bu sistemi meşru kılmanın araçları olarak kullanılmakta. “Kadın ailenin lokomotifidir” diyen zihniyet, kadınları “aileyi ayakta tutan” bir parça olarak görüyor ve kadının tüm taleplerini, yaşamını “aile bütünlüğünün” gerisinde görünmez kılıyor. Kadına yönelik şiddeti, tacizi, tecavüzü, cinayeti arttıran bunların karşısında da kadınların haklarını sürekli olarak tırpanlamaya çalışan politikalar faillerin “delil yetersizlikleriyle” cezasız kalmasını, iyi hal indirimlerinden yararlanmalarını beraberinde getiriyor. İktidarın, kadın cinayetlerinin üstünü ana akım medya başta olmak üzere, elindeki diğer tüm araçlarla “intihar” olarak her kapatma girişiminin karşısında başta genç kadınlar mücadele ettiler. Kamuoyu yaratmak için çeşitli kampanyalar düzenlediler; adliye adliye, dava dava kız kardeşlerinin yanında durdular. Kadınlar yaşadıkları her bir sorunun üstesinde birlikte gelmeye çalışırken, karşılaştıkları sistemsel ve örgütlü saldırının büyüklüğü ve yaşadıkları benzer hikayelerin çokluğu devletin tüm araçlarıyla ataerkiye sıkı sıkı tutunduğu bir kez daha gösterdi. Tüm bunlar aslında karşılaştığımız ya da yaşadığımız olayların münferit olmadığını, tam aksine toplumsal sorunlar olduğunun tekrar tekrar altını çizmek gerektiğini gösteriyor.

BU ZİHNİYETLE UZLAŞMAYACAĞIZ!

Biz genç kadınlar olarak bu zihniyetle uzlaşmayacağız, uzlaşmamalıyız. Son dönemde daha çok tanık olduğumuz üniversiteler içerisindeki tacizin ve şiddetin artmasına karşın “eşit ve güvenli” kampüs talebimizi yükseltmeliyiz. Güvenli kampüsler için kadınları toplumsal yaşamdan izole edecek kadın üniversitelerine karşın da İstanbul Sözleşmesinin yüklediği sorumluluklardan olan CİTÖB’lerin üniversitelerimizde kurulmasını, öğrencilerin de içerisinde bulunduğu şekilde işler hale getirilmesini zorlamalıyız. Zorlamalıyız çünkü biz talep etmedikçe, mücadeleyi büyütmedikçe üniversitelerde AKP’nin temsilcisi olan yönetimler bize böyle bir fırsat sunmayacaklardır; tacizle, şiddetle mücadele, demokratik bir üniversite mücadelesiyle doğrudan bağlıdır.

Bugün 2021’in 8 Mart’ına giderken de genç kadınlar içerisindeki hareketlilik pandeminin zorlu şartlarına rağmen gözle görülüyor ve heyecan uyandırıyor. Ancak sadece böylesi tarihsel önemi de olan, kimi hareketli dönemlerde bir araya gelebilen fakat sonrasında çarpıcı problemlerle karşılaşmayınca dağılabilen birlikteliklerimizi dönüştürmeye ihtiyacımız var. Yani bulunduğumuz her alanda ortak talepler ve ihtiyaçlar etrafında bir arada olmalıyız ancak bu birlikteliklerimizin kısa vadede dağılmasına engel olmamız şart ve evet, mümkün olan en ileri taleplerle uzun soluklu örgütlü bir mücadeleye girişmeliyiz. 

ÖNCEKİ HABER

Birlik olalım, mücadeleyi büyütelim!

SONRAKİ HABER

Biz hep buradaydık, olmaya devam edeceğiz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa