17 Şubat 2021 23:27

Gebze'den bir işçi yazdı: Ekmeğimizin hamuru alın terimizdir

"Saniye saniye izlerler her hareketimizi. Kaç dakika mola verdiğimizi, günde kaç kere tuvalete gittiğimizi, ne kadar iş çıkardığımızı.”

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Gebze’den bir işçi

Patron sınıfı siz bilirsiniz; lüks otomobil modellerini, ayakkabı markalarını, yurt dışı turlarını, İsveç masajını, kristal kadehleri, banka hesaplarını, döviz kurlarını, emlak piyasalarını tahvilleri, senetleri, çekleri, borsayı, vergi ödememe yollarını, paranın kokusunu, işten atmayı, grev yasaklamayı, güç ve kudreti çok iyi bilirsiniz.

Bir köfteci dükkanının önünden geçerken elinden tuttuğu altı yaşındaki kız çocuğunu canı çekmesin diye hızla çekiştiren bir annenin içine akıttığı okyanus kadar büyük gözyaşlarını biz işçiler biliriz.

Evrensel okurları sizler de takdir edersiniz ki, yazın sıcağında, kışın ayazında üstelik bu korona salgınında çalışmak her babayiğidin harcı değildir. Madenlerde, tersanelerde, inşaatlarda, marketlerde, fabrikalarda kan-ter içinde çalışıyoruz. Bunun ne demek olduğunu bir biz işçiler biliriz. Bakmak zorunda olduğumuz ailelerimiz, okutmak arzusunda olduğumuz çocuklarımız için çekeriz bu kahrı. 10 saat, 12 saat, bazen 14 saat çalışır, çocuklarımızın yüzlerini bile göremeyiz. Unuturuz yüzlerini, gülüşlerini, ağlayışlarını. Eve ekmek götürme derdiyle kadın-erkek katlanırız bunlara.

Çoğumuz asgari ücrete, kimimiz de üç-beş kuruş fazlasına çalışırız. Dünyanın yükünü yıkarlar sırtımıza, ödedikleri ücret avucumuzu bile doldurmaz. Saniye saniye izlerler her hareketimizi. Kaç dakika mola verdiğimizi, günde kaç kere tuvalete gittiğimizi, ne kadar iş çıkardığımızı, yemek molasından geç dönüp dönmediğimizi yani tüm mesaimizi didik didik edip bizden azami performans isterler. Ama ücretimiz asgari. Mesai saatlerimizi saniye saniye gözetleyenlerin evde hal nedir, çocuklarımız doyar mı, eğitimleri için evde tabletleri var mı, ekmek, peynir yeter mi, evimize et girer mi, kiralar, faturalar ne haldedir,  her gün azami performans istedikleri biz İşçi Mehmet, Hasan, Zeynep ne haldedir umurlarında bile olmaz. Saçlarımız ağarır, belimiz bükülür. Dizlerimizdeki derman azaldıkça emeklilik hayali kurmaya başlarız. Uzun sürmez bu hayalimiz, bizleri bekler mezarda emeklilik.

Fakat biz bu kadar saat, bu koşullarda, bu ücretlere çalışırken memleketin güzide insanları, yani patronlar ve onların sınıfından olan yöneciler milyarlar kazanırlar. Bizleri sömürerek, azarlayarak, işten atarak, kimileri biz işçiler için ölüm fermanı olan yasaları imzalayarak, kimileri el kaldırıp indirerek ceplerini şişirmeye devam ederler.

Ama bizim ekmeğimiz öyle bir hamurla yoğruluyor ki, hamurunda sadece un, tuz, su yok. Hamurunda uykusuz geceler, yorgun akşamlar, uykuya doymamış sabahlar, binbir çile, binbir emek vardır. Yani hamurunda alın teri vardır. Ama Türkiye’nin kanatlanıp uçtuğunu pekyakında aya-yaya gideceğimizin söylendiği bir dönemde sanayi kenti Kocaeli’de 5 günde 5 genç yoksulluk ve işsizlik nedeniyle yaşamına son verdi. Doğdukları yerde doyamadıkları için günde 50-60 lira yevmiye kazanabilmek için evlerinden binlerce kilometre uzağa Mardin’den Sakarya’ya ekmek parası için gelmek zorunda kalan Kürt emekçiler sigortasız, hastalıkta her türlü sağlık hizmetinden yoksun, barakalarda kalırken tekmeyip darbedildiler. 301 Soma maden işçisinin katledildiği Soma Katliamı’nda yargılanan tutuklu hiç kimse kalmadı. Bütün bunları gördük.

Patronlar için teşvik paketleri açanların sıra biz işçi-emekçilere gelince “Kuru ekmek yiyorlarsa aç değillerdir” dediklerini gördük. Özel jetlere, pırlantalara vergi yokken, patronların vergi borçları silinirken, bizlere türlü-türlü vergi getirdiklerini gördük. Bizleri ya iş ya açlık diyerek bu salgın koşullarında hiçbir önlem almadan çalışmaya mecbur bırakıldığımızı gördük. Kısa çalışmayı, ücretsiz izinleri, Kod-29 ile tazminatsız işten atılmaları, patronların kasalarını dolduran biz işçilerin salgında dahi ilk gözden çıkarılanlar olduğunu gördük. İşçinin emekçinin ekmeği yerine patronların çıkarını düşündüler, bunu apaçık gördük. Hak alma mücadelesi veren HSK, Migros, Baldur işçilerinin, Boğaziçili öğrencilerin nasıl kuşatıldığını, darbedilip, gözaltına alındığını gördük.

Mektubumuzu Evrensel Pazar’da yayımlanan Adnan Abi’nin değinmeleriyle bitirelim yazısıyla bitirelim.

“Soluk alıp veriyoruz. Güneşsiz. Sabahsız. Üstümüze çöken karanlıkta. Uzayan sessizlikte. Sesimiz duyulmadan. Aç, açık. Yaşıyoruz işte. Soluk alıp vererek. Yaşamaksa…”

Biz bu sömürü düzenine sessiz ve razı değiliz Adnan Abi. Bu zorbalığı ancak dayanışma ve mücadele ile aşacağımızı da biliyoruz.

“Her sabah güneş açsın. Işıtsın caddelerle sokakları, evleri. Dolsun. Doluşsun insanlar. Gülsün. Gülüşsün. Evlerinde her akşam.”

Bunu başaracağız Adnan Abi.

ÖNCEKİ HABER

İMES işçileri: Zamlar karşısında asgari ücret zammı buhar oldu

SONRAKİ HABER

KOÜ öğrencileri: Sistem gelecek kaygısı ve umutsuzluktan başka bir şey vadetmiyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa