20 Şubat 2021 23:45

Avrupa'nın Gündemi: Kunduz katliamı ve AB hukukunun sınırları

AB hukuku Almanya'yı Kunduz katliamından akladı. Fransa'da kapitalizm sağlık krizini derinleştirdikçe toplumsal tepki de artıyor. Britanya'da ise hükümet salgını meclisi baypas etmek için kullanıyor.

Fotoğraf: Wikimedia Commons

Paylaş

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) 2009’da aralarında en az 79 sivilin olduğu 100 Afganistanlının ölümüne yol açan hava saldırısıyla ilgili kararı eleştiriliyor. Afganistan’daki bu hava bombardımanını gerçekleştiren İki ABD pilotu suçlu görüldü ve cezaya çarptırılmıştı. Bombardıman emrini veren Alman Albay Klein ise ülkesinde terfi etti. Mağdur avukatları, insan hakları örgütleri ve muhalefet, Almanya’nın sorumluluğunu kabul etmesi ve ordunun dış müdahalelerine son verilmesini istiyorlar.

Aylık La Forge dergisi Fransa’da yükselen yoksulluğun, işsizliğin ve sağlık krizini aşma konusundaki acizliğinden hareket ederek kapitalist-emperyalist sistemin parazit niteliğini daha da güçlendirdiğini ve ona karşı mücadelenin arttığına vurgu yapıyor.

Britanya’da Kovid-19 salgını süreci başlangıcında kendisine acil yasama hakkı veren Boris Johnson hükümeti, acil durumlar için yürürlüğe giren denetimsiz yasa geçirme yetkisini günlük uygulamaya dönüştürmüş görünüyor. Son dönemde yürürlüğe giren önemli değişiklikler bile parlamentonun ve halkın yeterince denetiminden geçmiyor; demokratik süreçler göz ardı ediliyor.


KUNDUZ’DA BOMBALARIN PATLADIĞI GECE

Harald NEUBER
Telepolis

Hukukçular ve muhalefet, AİHM’nin dokuz yıl önce Afganistan Kunduz’da ölümlere yol açan hava saldırısıyla ilgili kararını eleştirdi. Bombardıman kararı Alman albay tarafından hedefin siviller olduğu bilinmesine rağmen alınmıştı.  AİHM, bu konuda Alman makamlarının yürüttükleri soruşturmanın yeterli olduğuna hükmetti. Saldırıda iki çocuğunu kaybeden bir Afganistanlı Almanya’da alınan kararlara itiraz ederek davayı AİHM’ye götürmüştü.

4 Eylül 2009’da İslamcı Taliban tarafından kaçırılan iki tankere yönelik ABD hava saldırısı sırasında, çoğu sivil olan 100’den fazla kişi yakılarak öldürüldü. Ağır araçlar Kunduz Nehri’nde sıkışıp kaldıktan sonra tankerlerden petrol çekmeye çalışanlardı ölenler. O zamanki Bundeswehr Albayı Georg Klein hava saldırısı emrini verdi, havadan keşif sivillerin kitlesel varlığını ve araçların manevra kabiliyetine sahip olmadığını göstermesine rağmen bu karar uygulamaya sokuldu.

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana Alman birliklerinin en kanlı saldırısının araştırılması sırasında, bombardımana dahil olan iki ABD pilotunun düşman savaşçılarının varlığından şüphe duydukları ve saldırı emrinin kontrol edilmesini talep ettikleri ortaya çıktı. Hava trafik kontrol görevlisi ve Klein bunu reddetti.

İki ABD pilotu 2010 yılında suçlu görüldü ve cezaya çarptırıldı, Albay Klein ise terfi etti ve şu anda tuğgeneral rütbesinde görevine devam ediyor.

Dönemin Federal Savunma Bakanı Franz Josef Jung (CDU) AİHM’nin kararını “doğru ve haklı” olarak nitelendirdi. Jung, “Mahkemenin kararına minnettar” olduğunu söyledi. Bunu, o sırada sorumlu olduğu konularda onaylanma olarak değerlendirdi.

Öte yandan Mağdur Avukatı Karim Popal hayal kırıklığını dile getirdi. Duruşmadan sonra, kendisi ve meslektaşları, Federal Almanya Cumhuriyeti’ndeki ceza yargılamalarının düzgün bir şekilde ilerlemediğini belirttiler. Popal; “Nihayetinde, en az 79 sivil kurbanın öldürüldüğü biliniyor olması kadar sunduğumuz belgeler de görmezden gelindi. Bu suçluluk, yaşam boyu Georg Klein ve destekçilerinin yükü olacaktır. Öte yandan, geçim riskiyle karşı karşıya olan, bağışlara bağımlı olan ve özellikle Afganistan’daki mevcut durumda kendilerine ve ailelerine destek olamayan insanların adına dava açabildiğimiz için gurur duyuyoruz. Albay Klein’ın emriyle yapılan bu saldırının barbarca ve insanlık dışı olduğu kanıtlandı. Bazı siyasetçilerin ağzından çıkan “kurbanlar için” teselli edecek birkaç söz, tarihi değiştirmeyecektir. Tarihsel gerçek, Almanya Federal Cumhuriyeti ve Afganistan tarihinde ilk kez en az 79 sivil kurbanın Almanya’nın emriyle öldürüldüğüdür.” dedi.

Sol Parti Milletvekili Christine Buchholz’a göre, Bundeswehr’in sorumluluğunu tanıtmak için  verilen mücadele, her şeyden önce bir şeyi açıkça ortaya koyuyor: “Hükümet, suçu kabul etmekten kaçınıyor ve sorumlu askerleri koruyor.”  Buchholz, bunun daha fazla Alman askerinin yurt dışına gönderilmesini teşvik eden bir politikanın bedeli olduğunu söyledi.

Avrupa İnsan Hakları Merkezi adına yapılan açıklamada kararın hayal kırıklığı yarattığı belirtilerek; “Almanya Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı hareket etmiştir. Soruşturmalar gizli sürdürülmüş, NATO ile Almanya arasında karar mekanizmaları bağı gözlerden gizlenmiştir” dendi.

Çocuklarını saldırıda kaybeden bir babanın da avukatı olan Avrupa İnsan Hakları Merkezi Genel Sekreteri Wolfgang Kaleck, “Düzinelerce sivil mağdurun yaşadığı Afgan köyü için, Alman ordusunun gizlilik politikası ve etkilenenlerin usul haklarının fiili olarak reddedilmesi eleştiri konusu. Karar hayal kırıklığı yarattı” yorumunu yaptı. Davacılar Almanya’nın özür dilemesini, tazminat ödemesini talep ediyorlar. Ayrıca, federal hükümetin, hava saldırısından on iki yıl sonra ne durumda olduklarını öğrenmek için kendileriyle temasa geçmesini zorunlu görüyorlar. Kaleck’e göre Almanya’nın kurban yakınlarıyla temas kurması ve yaşadıklarını öğrenmesi, Alman ordusunun dış müdahalelerine son verilmesini gerektiriyor ve bu nedenle reddediliyor.

(Çeviren: Semra Çelik)


TEKELLERİN DİKTASINA BOYUN EĞEN AŞILAR

La Forge
Başyazı

Eylemler birbirlerini hızla takip ettiler: 30 Ocak’ta ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasalara karşı; 21 Ocak’ta sağlık ve 26 Ocak’ta eğitim emekçileri (sokağa çıktı), 4 Şubat’ta ise genel grev ve eylem günü gerçekleşti. Her defasında protestocular kararlı bir şekilde afiş, pankart ve dövizlerinde, maaşların arttırılması, üniversitelerin sağlık güvenliği çerçevesinde yeniden açılması, şirket gözetmeksizin işten atmaların durdurulması gibi… taleplerini haykırdılar. Gençler neredeyse bütün eylemlere katıldılar, kendi seslerinin duyulması için ülke genelinde kalıcı bir hale doğru evrilen toplumsal protestolarda yerlerini almaya devam ediyorlar. Gençlerin bu yeni kesimleri, işçilerin yanında kolektif bir mücadele içerisinde tecrübe ediniyorlar, kendilerine özgü ifade olanaklarıyla kimilerini şaşırtıyorlar, zira protestoyla ve eğlenceyi birleştiriyorlar.

Hükümet, gösteriler için daha fazla polis görevlendirerek veya virüs bulaşacak diye korkutarak insanların yürüyüşlere eğilim göstermesini etkisizleştiremedi. Ama aksine kaos içeren aşı kampanyasını yönetme biçimi insanların tepkisini güçlendirdi. Bu aşı kampanyasının yönetilmesi, ister Avrupa Komisyonu isterse de Fransız siyaset ve sağlık otoriteleri tarafından gerçekleştirilsin, ilaç tekellerinin halk üzerinde yarattığı ağır sonuç ve tehlikelerin göstergesidir. Aşıların araştırma ve üretimi tamamen kamu parasıyla finanse edilirken ne dozların son teslim tarihlerine ne de tedarik edilen miktarlara saygı göstermeden fiyatlarını dayattılar ve ürünlerin kalitesi ve yan etkileri konusunda tüm sorumluluklardan ise muaf bırakıldılar. Buna ek olarak, en yüksek teklif verenlere satış yapmak için devletler arasındaki rekabeti örgütlediler, bu da küresel düzeyde sağlık ve sosyal eşitsizlikleri daha da derinleştirecektir. Macron ve benzerlerinin herkes ve tüm ülkeler için indirimli bir fiyata aşının sağlanması yönündeki beyanlarından çok uzaktayız. 

Ekonomik krizin herkes üzerindeki sonucu aynı değil. Fransa borsasındaki en büyük 40 tekele (CAC 40) ilişkin 2020 sonu verileri açık bir şekilde her şeyi gösteriyor. Bunlar son on beş yılın yükseliş trendini takip ediyor: Alternatives Economiques dergisine göre “Hissedarlarının üzerine sağanak halinde kazanç yağmuru yağıyor, tekeller cirolarını iki katına ve kârlarını ise üç katına çıkardılar”. Bu, devletin mali piyasalardan milyarlarca dolara satın aldığı şişirilmiş borç hisselerini alma ve hissedar oldukları şirketlerin hizmetine sokmalarına yarıyor. Böylelikle her yönüyle kazançlı çıkıyorlar.

Sistem, herkesin sağlığını koruma politikası yürütmekten aciz olduğu kadar, aynı zamanda özel ve kamu şirketlerinde işçi-emekçilerin sömürülmesini arttırıp milyonları güvencesizliğe, işsizliğe iterek ve yaygın yoksullaşma yoluyla ekonomik krizinden çıkmaya çalışıyor. Emekçilere evden çalışma zorunluluğu dayatılıyor ve iş saatlerini önemli ölçüde artırıyor. Ücretlerdeki düşüş, sadece geçici işsizliğe itilen işçileri değil, düşük ücret ve sosyal kesintilerin dayatılmasına maruz kalan tüm işçileri işsizlik şantajıyla etkiliyor. Yoksul işçiler, güvencesiz gençler, yarı zamanlı çalışan kadınlar... sayıları giderek artıyor, hayatta kalmak için Restos du cœur ve Secours populaire gibi (yemek, giysi.. vb.. yardım yapan) kuruluşlara başvurmaktan başka çareleri olmadığı gözlemleniyor.

Bu tespit fazlasıyla militan, yetişkin genç ve daha genç yaştakiler tarafından da paylaşılıyor, bu sorunlar ve adaletsizliklerle doğal bağı olan sistemin daha agresif ve baskıcı hale geldiğinin farkındalar. Hem sermayenin tüm saldırılarına adım adım direnmek, hem de sisteme tamamen meydan okumak ve sisteme karşı olanların temel taleplerini paylaşmak için bir araya gelmeleri, tartışmaları ve birlikte hareket etmeleri gerekiyor.

(Çeviren: Kıvanç Demir)


HÜKÜMETİN ACELE YASA GEÇİRME YÖNTEMİ
GELECEK İÇİN BİR ŞABLON OLAMAZ

Jonathan JONES
The Guardian

Büyük sağlıksal ve toplumsal etkisinin yanı sıra koronavirüs krizi yasal çerçevemizi de yeniden şekillendiriyor. Salgına verilen yanıt, modern zamanların en saldırgan ve katı yasalarının oluşturulmasına yol açtı ve hayatımızın her yönünü etkiledi.

Geçen yıl hükümet tarafından yapılan neredeyse bütün yasalar, Avam ve Lordlar Kamaraları tarafından onaylanan birincil yasalar yerine bakanlar tarafından yapılan düzenlemeler gibi ikincil yasalar olarak kabul edildi. İkincil mevzuatın kullanılması, teknik tedbirler veya parlamento eylemleri tarafından oluşturulan yasaların ayrıntılarının doldurulması açısından oldukça normaldir.

Ancak şimdiye kadar gördüğümüz kovid mevzuatı pek çok açıdan olağan dışı. İlk olarak, hükümet tarafından uygulanan kontroller, doğaları ve kapsamları açısından eşi görülmemiş. Kovid-19 salgınına tepki olarak 370’den fazla yönetmelik yürürlüğe girdi. Bu önlemlerin çoğu uzaktan “ikincil” veya sadece teknik olarak değerlendirilemez. Özgürlüğümüzü, hareketlerimizi ve sosyal faaliyetlerimizi; okulların, işletmelerin, tesislerin, ibadet yerlerinin ve diğer birçok kuruluşun açılmasını çeşitli şekillerde kısıtlıyorlar. İkinci olarak, bakanlar meclis prosedürünün en acil biçimini çok sık izlediler. Bu da yeni düzenlemelerin yürürlüğe girmeden önce ve genel olarak da girdikten sonra çok az meclis incelemelerine tabi olduğu anlamına geliyor.

Son olarak, çoğu durumda düzenlemelerin oluşturulması ve yayımlanması ile yürürlüğe girmesi arasında sadece kısa bir süre vardı. Bu bazı durumlarda bir saat kadar az oldu. Örneğin, deniz aşırı ülkelerden gelen yolcuların otellerde karantinaya alınması yükümlülükleri getiren en son düzenlemeler, 12 Şubat Cuma günü saat 11.00’de, pazartesi günü saat 16.00’da yürürlüğe girmek üzere geçirilmiştir. Bu nedenle, politikanın taslağı haftalar boyunca dikkatle incelense de seyahat eden kişiler, oteller, seyahat şirketleri ve diğer herkes yeni yasada yer alan ayrıntılı yükümlülüklerle ilgili sadece bir hafta sonu bildirimi almıştır.

İstisnai koşullar olağanüstü tepkileri haklı çıkarabiliyor ve salgın ülke için eşi görülmemiş bir zaman oldu. Acil bir durumda yasaların çok hızlı değiştirilmesi ve bazı normal prosedürlerin kısıtlanmış olması anlaşılabilir. Kovidin hükümete ne kadar büyük bir gerinim katmış olduğunu ve politika ve hukuk oluşturma süreçlerini ilk elden biliyorum. Kamu hizmetindeki eski iş arkadaşlarımın bu taleplere yanıt verme konusunda ne kadar sıkı çalıştıklarını biliyorum. Bu talepler arasında genellikle yüksek hızda, bazen gece boyunca karmaşık yasalar hazırlayan hükümet avukatları da yer alıyor.

Fakat bu, yasa çıkarmanın cazip bir yolu değil. Önemli yeni yasalar yürürlüğe girmeden yalnızca birkaç saat önce yayımlanıyorsa, herhangi birinin (yasaların) ne söylediğini anlaması beklenebilir mi? Bunlara uymak için nasıl hazırlanabilirler?

(…) Yasada bu tür önemli değişiklikler hakkında alınan kararlar, parlamento (veya başka herhangi biri) tarafından herhangi bir denetlenmeye izin vermeyecek kadar geç tutulursa, politikaların doğru şekilde test edilmesi mümkün değildir. Bunlar genellikle, kamu sağlığının korunması ile insanların yaşamları ve ekonomi üzerindeki daha geniş çaplı etkileri arasındaki doğru denge hakkında en hassas yargıları içerir. Bunları incelememek, en iyi kararları vermenin veya salgın boyunca gerekli görülen katı kontrol türleri etrafında fikir birliği oluşturmanın yolu olamaz.

Hükümetin kovid-19’e yanıt olarak yasa oluşturma yaklaşımı, en acil durumlar açısından geçerli olsa bile, daha genel olarak gelecekteki politikalar veya yasa oluşturma için bir şablon haline gelmemelidir. Bu daha kötü politika ve yasalara yol açar ve her ikisine de siyasi ve halkın saygısını zedeler.

(Çeviren: Haldun Sonkaynar)

ÖNCEKİ HABER

ABD, Kanada ve Meksika sınırını kapatma süresini 21 Mart’a kadar uzattı

SONRAKİ HABER

Siyaset Bilimci Zafer Yörük: Bu bir rehine kurtarma operasyonu değildi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa