Dr. Murat Özveri: Ücretsiz izin bir cezalandırma aracı olarak kullanıldı
Çalışma Ekonomisi Doktoru Murat Özveri, binlerce işçiyi mağdur eden ve 17 Mart'ta sona erecek ücretsiz izin uygulamasının patronlar tarafından bir cezalandırma aracı olarak kullanıldığını söyledi.
Hasret Gültekin KOZAN
Kocaeli
Pandemi sürecinde işçinin onayı alınmadan ücretsiz iznin yasal hale getirilmesiyle on binlerce işçi ücretsiz izne çıkarıldı. İşçiler uzun bir süre 1168 lira, kısa bir süre ise 1431 lira ile yaşamaya mahkum edildi. Bu süreçte ücretsiz iznin işçilerin sendikalaşmasını engellemek, kimi haklarını ödememek için kullanıldığını dava örnekleriyle açıklayan Çalışma Ekonomisi Doktoru Murat Özveri, patronların ücretsiz izni bir cezalandırma aracı olarak kullandığını dile getirdi.
Ücretsiz izin nedir?
Ücretsiz izin iş sözleşmesinin askı halidir. Bu süreçte işçi iş görme borcunu yerine getirmez, işverenin de ücret ödeme borcu ortadan kalkar. Böyle bir süreçte işçi gelirsiz kaldığı için işçinin yazılı oluru alınmadan ücretsiz izne çıkarmak mümkün değildir. 4857 sayılı Kanun’a pandemi nedeniyle eklenen geçici 10. maddeyle işçinin rızası olmaksızın, işverenin işçiyi ücretsiz izne çıkartabileceği bir düzenleme getirildi. Bu düzenlemede ücretsiz izne çıkmayan işçinin, işverenin kendisini ücretsiz izne çıkartmasını haklı fesih yapamayacağı bir hüküm de konuldu. Dolayısıyla öyle bir duruma geldik ki, işçiyi gelirsiz bırakacak olan ücretsiz izinle, yasa yoluyla, işçinin iradesini de baypas ederek, üstelik işçinin haklı fesih hakkını da ortadan kaldırdılar. Karşılığında ne verdiler? Son artışla beraber, nakdi ücret desteği dedikleri 1431 lira verildi. 1431 lira karşılığıyla işçi öyle bir duruma düşürüldü ki; yeni bir iş arayamıyor, yeni bir iş ararsa kıdem ve ihbar tazminatı yanacak. Başka bir yerde çalışması da yasak. Dolayısıyla 1431 liraya mahkum olduğu bir hale geldi.
Ücretsiz izin patronlar tarafından nasıl, hangi durumlarda kullanılıyor?
Bunu işverenler pandemi nedeniyle gerçekten bir istihdam fazlalığı ortaya çıkmış ve bu istihdam fazlalığını işten çıkarma yapmadan karşılıklı bir idare etme biçimi olarak kullanıyor olsalar belki bir soru işareti diyeceğiz. Asla yeterli değil, eğer böyle bir şey olsa dahi, nasıl devlet bunun 1431 lirasını veriyorsa, bir kısmını da işverenin ödemesi, iş sözleşmesinin sürekliliğini sağlama görevini üstlenmiş olması gerekirdi. Ama tam tersine öyle bir hale geldi ki, hele de kış ayları boyunca, işçiyi cezalandırmak isteyen işveren ücretsiz izni, bir cezalandırma aracı olarak kullanmaya başladı.
Mahkeme dosyalarına yansıyan ve işveren tanıklarının anlatımı üzerinden örnekler vermek gerekirse;
- İlk örnek Bilecik’ten, hâlâ yargılama sürdüğü için işyerinin adını vermeyeceğim. Burada bir sendika örgütleniyor. İşveren sendikanın örgütlendiğini duyunca, klasik tutumunu alıp işçileri sendikadan istifa etmeleri için baskılamaya başlıyor. Sendikaya üye olmak işyerine bir “ihanet” olarak tarif ediliyor. İşveren tanığı olarak dinlenen işçi diyor ki, “Ben de üye oldum ancak istifa ettim. İşyerine ihanete ortak olmak istemedim. Benim önüme üç tane seçenek konuldu. Ya sendika üyesi olmakta ısrar edecektim, ya sendikadan istifa ederek işime devam edecektim, ya da ücretsiz izne çıkarılacaktım.” Bu işçi sendikadan istifa etti, ücretsiz izne çıkmaktan kurtuldu. Buna karşılık, istifa etmemekte direnen ve sendikal örgütlenmenin başını çeken işçiler de ücretsiz izne çıkartıldılar.
- Bir başka örnek; 18 yıllık kıdemi olan, sözüm ona kurumsal bir işyerinde çalışan bir işçiyi sırf feshe zorlamak için işveren “Ya sen bozma önerisi yaparsın, sadece kıdem tazminatını öderiz. Onun dışında başka hiçbir şey ödemeyiz, işsizlik sigortasından da yararlanamazsın. Ya da biz seni ücretsiz izne çıkartacağız” diye bir baskı kurma örneğini yaşadık.
- Bir başka örnekte de, ücretsiz izne çıkartıyor işveren ve diyor ki; “Eğer Cumhurbaşkanının kararnamesiyle bu süre uzatılırsa, senin de ücretsiz iznini aynı şekilde otomatik olarak uzatıyoruz, bir daha gelmene gerek yok.”
ÜCRETSİZ İZİN İŞÇİYİ TEMEL HAKLARDAN MAHRUM EDİYOR
Dolayısıyla ücretsiz izin, işçiyi baskılama ve 1431 liraya mahkum etmek üzerinden işçiyi temel haklarından mahrum etmenin bir aracı haline dönüştürüldü. Oysa ücretsiz izin; pandemide istihdamı korumak ve işçinin işsiz kalmaması, kalırsa da gelirsiz kalmaması mantığı üzerinden kurulmuştu. Ama hep söylüyoruz, bu kurguyu siz eğer işçilerin haklarını geriye götürecek bir şekilde sağlarsanız, işçilere destek olmaktan çok bir baskı aracı haline dönüşür. Ücretsiz izin de böyle bir baskı aracına dönüşmüş durumda ne yazık ki.
İşçiler neler yapabilir?
Bana göre, işçinin iş sözleşmesini sona erdirme yoluna başvurmadan yapabileceği şeyler var. Bunlardan bir tanesi; İŞKUR’dan aldığı 1431 lira ile ücreti arasında farkı işverenden, koşulları olmaksızın ücretsiz izne çıkartıldığı, bu hakkın kötüye kullanılarak yasanın amacı dışında bir pratik geliştirildiği için tazminat olarak isteyebilir. Çalışırken de dava açması mümkündür. Gelir desteğini alır, aradaki farkı da işverenden isteyebilir. Böyle bir şeyle uğraşmak istemiyorsa, eğer koşullar yoksa bu bir gerçekten de fesih anlamına gelir. Kıdem ve ihbar tazminatını isteyebilir. 30’dan az işçi çalıştırılıyorsa, kötü niyet tazminatı da isteyebilir. Bu bir fesih anlamına geldiği için, dilerse işe iade davası da açıp, koşulları varsa yine bir ay içerisinde bu yola başvurması gerekir.
İŞÇİLER GELİR KAYIPLARINI TAZMİN EDEBİLİR
Eğer ilk verdiğim örnekte olduğu gibi sadece sendika üyelerine ya da sendikal faaliyette öncülük yapanlara, sendikadan istifa etmemekte direnenlere -Çorum’da Ekmekçioğulları’nda olduğu gibi- sırf sendika üyelikleri, sendika faaliyetleri ya da sendikal tercihleri nedeniyle ücretsiz izne maruz bırakılmaları durumunda da bu işçiler yine çalışırken, iş sözleşmelerini sona erdirmeden ücretsiz izinle çalışmış olsalardı alacakları ücretle nakit destek arasındaki farkı işverenden talep edecekleri gibi; 1 yıllık ücretlerinden az olmayacak şekilde sendikal tazminat da talep edebilirler. Yine aynı şekilde, sendikal nedenlerle çıkartılanların dışındaki tüm işçiler ayrımcılık nedeniyle uğradıkları ücret farkının yanında ayrıca “Eşit işlem borcuna aykırı davranmak”tan “ayrımcılık tazminatı” da talep edebilirler. Tabii ki bunlar çok kolay değil. Hemen mahkemelerde, “Aaa, hoş geldiniz. Hemen bunu size verelim” denilmiyor. Bu uzun bir hukuki mücadeleyi gerektiriyor. İşverenin fesih hakkını kötüye kullandığını kanıtlamak zorunda işçiler. Bu kanıtlamada işverenin kendilerini ücretsiz izne çıkartırken, kendilerinin bölümüne yeni işçi alması, üretimin azalmadan devam etmesi, işyerinde fazla çalışmanın artarak devam etmesi ya da azalmaması gibi birtakım dolaylı olgulardan ve fiili durumlardan işverenin ücretsiz izne çıkarma yetkisini kötüye kullandığını kanıtlayabilirler. Kanıtlamaları halinde işverene karşı gelir kayıplarını tazmin edebilirler.
Sendikalı işyerlerinde bunları takip biraz daha kolay. En azından o işyerinde gerçekten bir istihdam daralmasının olup olmadığını sendikalar işyeri temsilcileri aracılığıyla, işverenle görüşme kapılarının açık olması nedeniyle ve uzman kadrolarının birikimiyle çok daha kolay analiz edebiliyor, bunu bir barışçıl toplu eylem hakkına dönüştürebilirler. Kolektif eylem ve örgütlülüğün verdiği güçle bunu biraz daha sınırlandırabilirler. Ama sendikalı işyerlerinde de tanık olduk, sendikalar buna karşı çıktıkları için bu şekilde kötü kullanımlara olanaklar ölçüsünde geçit verilmemeye çalışıldı.
SÜREÇ İŞÇİLER LEHİNE YÖNETİLMEDİ
Peki, bunca saldırıya karşı ne yapmalı, sendikalar neler yapabilir?
Pandemi sürecinden sonra bir iki ay şaşkınlık dönemi diyelim, bu süreçten sonra sendikaların inisiyatif alarak, hukuki düzenlemeleri şekillendirecek hızlı girişimlerde bulunmaları gerekiyordu. Bulundular belki de, Türkiye’deki sendikal gelenek genellikle siyasilerle birebir görüşmeler, kulis ya da lobicilik şeklinde ilerliyor. Ne kadar lobicilik yapabildiler onu bilemiyorum ama basından izlediğim kadarıyla Türk-İş tarafından Cumhurbaşkanına bir rapor sunuldu. Değişik sendikalar, değişik biçimlerde kamuoyu üzerinden taleplerini dile getirdi, bu düzeyde kaldı. Oysa pandemi sürecinin başından itibaren bunun bir olağanüstü dönem olduğunu, olağanüstü dönemde herkes evde otururken, evde oturması salık verilirken işçilerin sağlıklarını riske etme pahasına çalıştıkları bir ortamda işçilerin iş görme ediminin, ağırlaştırılmış edime dönüştürüldüğü, bunun karşılığında işverenin gözetim borcunun da ağırlaştırılması gerektiği; örneğin gelir desteğine yönelik İŞKUR’dan yapılan ödemelere işverenin katkı payı, bu döneme özgü ve sadece bu gelir desteğini ortadan kaldırmaya dönük “servet vergisi” getirilmesi, pandeminin sosyal güvenlik riskleri içerisine alınması ve bir dizi tartışmanın ortadan kaldırılması gerekir.
Örneğin; test için eve gönderilen işçinin ücreti ne olacak? Öyle hale geldi ki şu an işçiler90-100 gün ücretli izinde, işverene borçlu hale getirilmiş durumdalar. Çünkü pandemi nedeniyle işe gidemedikleri 1 gün bile ücretli izinlerinden kesildi. Ücretli izin hakkı, izin hakkı olmaktan çıkartıldı. Tüm bu olumsuzlukları ortadan kaldıracak şekilde, kendi içerisinde tutarlı mevzuat değişiklikleri, var olan hukukun yorumlanması ve şekillendirilmesi, toplu sözleşmeler aracılığıyla işverenlerle protokoller yapılarak bu döneme özgü; işin, soyunma odalarının, servis araçlarının düzenlenmesine, çalışma sürelerinden pandemiden korunmaya ilişkin özel önlemlere, iş ve gelir kaybını ortadan kaldırarak, böylesi durumlar olduğu zaman ne yapılması gerektiğini belirleyen ve işvereni bu sürecin maliyetine ortak eden toplu sözleşme hükümleri konulabilirdi. Ne kadar konuldu, tüm sahayı izlediğim iddiasında değilim ama gelen şikayetlere bakarsak sürecin çok da işçiler lehine yönetildiğinin mümkün olmadığı bir süreç yaşadık.