21 Şubat 2021 18:41

"Bütün üniversiteler demokrasi ve özerkliğe kavuşana ve akademi özgür olana kadar"

Mersin’deki konuştuğumuz üniversite öğrencileri Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin haklı taleplerinin yanlarında olduklarını; özgür, demokratik üniversite mücadelesinin büyümesi gerektiğini söyledi.

Fotoğraf: Mürsel Ç.

Paylaş

Kutluay ORDU
Milan ERMİŞ
Mersin Üniversitesi

Bir ayı aşkın süredir Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve akademisyenleri en doğal ve en demokratik hakları olan kendi rektörlerini demokratik bir şekilde seçebilmek için mücadele ediyorlar. Öğrencilerin özgür, özerk ve demokratik bir üniversite talebi bugün Boğaziçi ile beraber başlamış değil. Melih Bulu da Türkiye'deki ilk atanan rektör değildir elbette. Ancak Boğaziçi Üniversitesi; karanlık, çağdışı akademik anlayışının içinde var olma çabası gösteren birkaç aydınlık figürden biri.

Mersin’deki konuştuğumuz üniversite öğrencileri de Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin haklı talebinin yanlarında olduğunu ve özgür, demokratik üniversite mücadelesinin büyümesi gerektiğini söylüyorlar.

BASKICI REJİMLERİN EN BÜYÜK KORKUSU: HÜR DÜŞÜNCELERİYLE VE KALEMLERİYLE AYDINLAR

Öncelikle Çağ Üniversitesinde Hukuk Fakültesi’nde son sınıf öğrencisi olan Aybala Aksoy ile konuşuyoruz.  Kayyum Rektör Melih Bulu hakkındaki düşüncelerini sorduğumuz Aybala, Melih Bulunun şaibeli akademik yaşamı ve siyasi geçmişinden bahsederken “Boğaziçi Üniversitesi gibi köklü bir tarihe sahip ve ülkemizin akademik başarılarıyla ekol olmuş bir üniversitenin rektörlüğünü taşıyabilecek kişi değildir.

Akademi doğası gereği özgürdür. Üniversiteler özerk ve bağımsız alanlardır. Bu sebeple baskıcı rejimlerin en büyük korkusu, karşısında hür düşüncesiyle ve kalemiyle duran aydınlardır. Bugün ülkemizde bu iktidardan öncesine dayanan, ancak en çok günümüz iktidarıyla yerle bir edilmiş ilkokuldan üniversitesine kadar kalitesiz bir eğitim sistemiyle karşı karşıyayız. Boğaziçi Üniversitesi tüm bu fırsat eşitsizliğinden, özgürlükten çok uzak, basmakalıpçı eğitim sistemi içinde ülkenin dört bir yanından gelen başarılı ve hırslı insanlarının gidebildiği, Boğaziçi’nin köklü geçmişinin ve bu geçmişin zenginliği olan akademik özgürlüğün korunduğu, eğitim kalitesi en yüksekokullarından biri. Yani bugün ülkemizde herkesin üniversite okuması gerekiyormuş gibi izlenim yaratan, adım başı açılan apartman vakıf üniversitelerinden, köyünde ilkokul olmayan illerde kurulan köhne üniversitelerden ayrıcalıklı olarak başarılı akademik yaşam sunan bir üniversitedir. Bu sebeple. Kayyım atamaları Boğaziçi Üniversitesi’nin ne öğrencilerine ne akademisyenlerine dayatılamaz.” Diyen Aybala, rektörlerin nasıl göreve gelmesi gerektiğiyle ilgili sorumuza da dünyanın en ileri gelen üniversitelerine bakıldığında atamayla değil seçimle rektör geldiğini söyledi ve şöyle ekledi, “Bir üniversitenin geleceğini, başarısını o okulun akademisyenlerinden ve o okulun mezunlarından başkası düşünemez. İnsanın hayatı boyunca taşıdığı bir isimdir mezun olduğu okul. Üniversitelerin rektörünün mezunlarından ve akademisyenlerinden oluşan bir komite tarafından, en az 6-8 ay süren mülakatlar ve araştırmalar neticesinde o makama, o üniversitenin layık gördüğü kişiler gelmelidir.”

ÖZERKLİK TALEP DEĞİL ZORUNLULUKTUR!

Rektörlerin nasıl seçilmesinden bahsederken özerk ve demokratik üniversite talebine de giren Aybala “2013 yılında YÖK ‘Akademik özgürlük bildirgesinde üniversiteleri Hiçbir baskı ve engelleme söz konusu olmaksızın, tüm fikirlerini, sosyal ve siyasi problemlerin özgür ve medeni bir şekilde tartışıldığı, karmaşık sorunların açık bir biçimde ifade edildiği ortamlardır.’ şeklinde açıkça tarif etmiştir. Üniversiteler bilim üretmek için var. Yani aslında bu bir talep değil, üniversiteden bahsedebilmek için zorunluluktur. Durmuş Günay özerkliği üniversite açısından; “akademik, idari ve mali alanlarda kendi tercih hakkına sahip olmasıdır. Seçme hürriyetidir.” Şeklinde tanımlar. Bu tanımlar 2 günde elit(!) tabakalar tarafından uydurulmadı. Milattan öncesine dayanan gelişerek ve değişerek bu noktaya gelindi. Şimdi birileri koltuk sevdası peşine düştü diye en haklı taleplerimizi dile getirmeyelim istiyorlar. Bütün üniversiteler bu demokratik ve özerkliğe kavuşana kadar, akademi özgür olana kadar bu talebi dile getireceğiz.”

Diyen Aybala “Bu hareketlenmeler baskıcı iktidara karşı bir ses; liselisinden, emeklisine kadar herkesin duyduğu ve desteklediği bir sestir.  Bu ses iktidara ‘aşağı bakmıyorum!’ diyor.

KENDİLERİ YAPRAK DÖKERKEN BİZ ZULME KARŞI ORMAN GİBİ KARDEŞÇESİNE BİRLEŞİYORUZ!

Bugün iktidara sırt çevirmiş herkes terörist ilan ediliyor. ‘Son seçime kadar AKP’ye oy verdim artık vermem.’ diyen de terörist,18 yaşında ‘özgürce yaşamak istiyorum.’ diye ses çıkaran gençler de terörist.” Dedi.

Sözlerine devam ederken, var olan bu gençlik hareketin başarılı olup olmayacağını da tartıştığımız Aybala, “18-25 yaş aralığındaki bu ülkenin geleceği olan gençlerine nasıl zulmedildiğini, adliyelerde dahi savunma hakkının nasıl hiçe sayıldığını, avukatların nasıl yok sayıldığını, anayasa ve kanunların nasıl üzerinden geçtiklerini dünya gördü. Gezi’den bu yana bu ülkenin her bir vatandaşı gördü ki bu baskı ve zulümden bizi yine biz kurtaracağız. Hakkımızı sonuna kadar savaşarak, direnerek koruyacağız. Çaldıklarını da geri alacağız. 18 yaşında gençler anayasal hakları için direnirken; gençlerin yanında olmayan, ağzını açmayan ‘muhalefet’ vekilleri etkilenecek bundan. Oy için sokaklara döküldükleri zaman yüzlerine soracağız neredeydiniz diye. İktidara LGBT dedirten bu hareket, LGBTİ+’ları görmezden gelen muhalefeti yıkacak önce. Yıllardan beri süregelen nefret söylemleriyle, baskılarıyla küstürmedikleri kimse kalmadı. Korku çok güçlü bir duygu. Korkan milyonlarca insan birleşince oradan ancak mücadele ortaya çıkar. Zulümleri arttıkça bu halk birleşti, öğrenciler birleşti. Bugün gelinen noktada önceden olduğu gibi sayısız ideoloji ve inanç kavgaları yok. Zulmedene karşı birleşmiş milyonlar var. Kendileri yaprak dökerken, biz bu zulme dur demek için bir orman gibi kardeşçesine birleştik.” Dedi.

Aybala ile sohbetimizin ardında Mersin Üniversitesi Turizm Fakültesi mezunu, bu dönem itibariyle yüksek lisans öğrencisiyle konuşmaya başlıyoruz. Ve onun Boğaziçi’nde ki durumu nasıl değerlendirdiğini soruyoruz.  

ÜNİVERSİTEYİ BİTİREN İŞSİZ, HAKKINI SAVUNAN CEZAEVİNDE

Aslında bu kayyum rektörün bir ilk olmadığından söz eden arkadaşımız bunun bir popülizm olduğunu söylüyor, “Merkezdeki bir yerde olunca insanlar bu konuda daha da hassas oluyor ve bu bana samimi gelmiyor. Fakat belki bundan sonra her zaman her yerde gerektiği kadar tepki göstereceğimiz bir gerçeğin başlangıcı olur umudunu taşımak istiyorum. Mersin Üniversitesi öğrencileri olarak biz şu an bir röportaj gerçekleştiriyoruz. Başka bir şehirde, başka bir üniversitede bizim gibi arkadaşımızda eminim bunu yapıyorlardır. Gelecekte bütün üniversiteler bu gibi olaylarda birlik olsunlar yeter, bu bile bir başlangıçtır.

Zaten üniversiteyi bitirip işsiz kalıyoruz. Hakkını savunsa içeri giriyor. Zalimin sonu geldikçe daha çok azarmış.” Dedikten sonra üniversitelerde var olan baskı ortamından bahseden arkadaşımız “özellikle bir turizm öğrencileri bu baskıyı en fazla hisseden öğrenciler diyebilirim. Yaptığımız her şey didik didik inceleniyor. Topluluk sosyal medya hesaplarımızdan dahi istediğimiz şeyleri paylaşamıyoruz.” Dedikten sonra teşekkür edip muhabbetimizi bitiriyoruz.

REKTÖRÜ CUMHURBAŞKANI DEĞİL ÜNİVERSİTE BİLEŞENLERİ SEÇMELİ

Hemen ardından Çağ Üniversitesinde okuyan Nurdan’la sohbet etmeye başlıyoruz. Melih Bulu ve Boğaziçi olayları ile ilgili fikirlerini sorduğumuz Nurdan Melih Bulu’yu tanımadığını söylüyor ve “sorunun tamamen onunla ilgili olduğunu düşünmüyorum. Bana göre sorun rektörün üniversite bileşenleri tarafından seçilmeyip bir anda atanmış olması. Melih Bulu ya da başka birisi rektör olacağı zaman atanmamalı seçilmeli.” Dedi.

Hemen ardından Nurdan’a Türkiye’de il defa rektör ataması olmadığını ama neden bunun Boğaziçi’nde patlak verdiğini sorduğumuz zaman “bunun sebebi öğrencilerin, öğretim üyelerinin demokratik eğitim sürecine verdiği önem ve toplumun da rektör seçimlerinin kapalı kapılar ardında değil, gözler önünde yapılması gerektiğini düşünmesidir bence.” Dedi.

Biz de arkadaşımıza rektör seçimlerinin nasıl bir yol izlenerek yapılması gerektiğini sorduğumuz zaman ise “Rektör seçimlerinin demokratik bir şekilde eğitim süreci göz önüne alınarak yapılması gerektiğini düşünüyorum. Tabii nasıl olmalı sorusuna farklı cevaplar düşünülüp verilebilir ama aklıma ilk gelen; üniversite tarafından öğrenciler, öğretim üyeleri, çalışanlardan temsilciler vs. ortak kararı alınarak seçilmesi.

Eğer bu hareketlilik başarıya ulaşırsa bunun üniversitelerin demokratik olmasına ve eğitimin daha iyi olmasına yardımcı olacağını düşünüyorum. Başarıya ulaştığı durumunda toplumun eğitime olan inancının artacağını ve daha demokratik süreçlerini destekleyeceğini düşünüyorum.” diyen Nurdan hemen ardından bugün Türkiye’de öğrenciler hak aramaktan korktuğu ve çekindiği bir dönem de yaşadığımızı vurgularken “Öğrenciler eğitimin en önemli parçası ve eğitim sürecinde tamamen etkili olmaları gerektiğini düşünüyorum. Öğrencilerin eğitim ile ilgili haklarını aramaktan asla çekinmeli. Demokratik olamayan, öğrencilerin korkup çekindiği bir eğitim süreci asla etkili değildir.” dedi.

HAKLI BİR DURUŞ KAMUOYUNDA AŞAĞILANMAYA ÇALIŞILIYOR

Hemen ardından Çağ Üniversitesi’nde öğrenimine Devam eden Salih ile sohbet ediyoruz ve Boğaziçi’yle ilgili düşüncelerini soruyoruz. “Boğaziçi her ne kadar ön planda olsa da birçok yerde yeni rektörlerin atandığını duydum. İktidar 7’den 70’e kadar kendisin kontrolünde olmayan kurumlar hakkında endişe duyuyor. Türkiye’deki öğrenci hareketini bu sebeple olumlu buluyorum fakat yeterli destek almadıklarını düşünüyorum. Özellikle birkaç gazete ve kanal dışında bütün öğrencilerin terörist muamelesi görmesi, haklı bir duruşun kamuoyundan aşağılanmaya çalışılması üzücü. Sosyal medya trollerinin hedef göstermesiyle beraber, en temel hakkı savunmak bile bölücü olmakla eş değer.” dedi.

BOĞAZİÇİ BARDAĞI TAŞIRAN SON DAMLA

Salih’le sohbetimizin hemen ardından Mersin Üniversitesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünden iki öğrenci arkadaşımızla bir araya geliyoruz. İlk arkadaşımızla sohbete başlarken Boğaziçi’ne dair fikirlerini soruyoruz. “Kişiler önemli değil, atanan kişi İlber Ortaylı bile olsa biz yine karşı çıkacağız, çünkü bizim kavgamız dikta rejimleri anımsatan kayyum atamasıyla. Boğaziçi ülkemizin sayılı üniversitelerinden, lakin olayın Boğaziçi’nde patlak vermesinin sebebi tabiri caizse bardağı taşıran damla olmasıdır.

Bundan sonra verilecek olan demokrasi dışı kararları kolay kolay veremeyecekler çünkü bizlerin koyun, kendilerinin de çoban olmadıklarının farkına varacaklar.

18 yıldır iktidarda olan bir hükümet ile karşı karşıyayız. Bu rejim ilk yıllarında kimilerine umut vaat etse de hali hazırda bir diktatörlüğe evirilmektedir.” Dedikten sonra hemen yanındaki arkadaşımıza sorumuzu yineliyoruz. Çok yanlış ve demokrasiden yoksun bir şey olduğunu söyleyen arkadaşımız “Git gide ülke demokrasiden yoksun bırakılmaya başlandı. Bir yerden sonra da bu kabul edilemez bir hal aldı. Boğaziçi olayları İleriye umutla bakmamızı sağlayacak.” dedi.

ÖNCEKİ HABER

Evrensel'e verilen cezalara karşı okurlarımızın dayanışma ilanları | 22-02-2021

SONRAKİ HABER

Mardin'de 18 mahallede sokağa çıkma yasağı ilan edildi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa