TTB: Pandemi dışındaki neredeyse bütün sağlık hizmetleri ihmale uğradı, yok sayıldı
TTB, pandemi dışındaki neredeyse bütün sağlık hizmetlerinin ve bunu sağlayacak altyapı, emek gücü, finansman ve organizasyonun önemli düzeyde ihmale uğradığını ve yok sayıldığını belirtti.
TTB logosu
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi tarafından yapılan çalışmada, Sağlık Bakanlığı tarafından ilk Kovid-19 hastasının açıklandığı 11 Mart 2020 tarihinden itibaren ülkede pandemi kapsamı dışındaki neredeyse bütün sağlık hizmetlerinin ve bunu sağlayacak altyapı, emek gücü, finansman ve organizasyonun önemli düzeyde ihmale uğradığı, hatta yok sayıldığı belirtildi.
Sağlık Bakanlığı (SB), SB Tıpta Uzmanlık Kurulu (TUK), Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) ve Tıp Eğitimi Programlarını Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği (TEPDAD) tarafından 4 Şubat 2021 tarihine kadar yayımlanmış en son veriler kullanılarak gerçekleştirilen çalışmada, “Sağlık hizmetleri, ulaşılabilir, parasız ve nitelikli olsa bile tek başına toplumun sağlıklı olabilmesi için yeterli olmadığı uzun yıllardan beridir bilinen, bilimsel bir bilgi ve toplumsal bir gerçekliktir. Yanı sıra, yeterli ve dengeli beslenme, temiz su, temiz hava, sağlıklı konut, sosyal, siyasal ve kültürel yaşam, eğitim vb. ögelerin de toplumun üyeleri için gereksinimlerinin karşılanacağı nitelik ve nicelikte sağlanması gerekmektedir” denildi.
“SAĞLIKTAKİ EŞİTSİZLİKLERDE UÇURUM DERİNLEŞİYOR”
İller arasındaki eşitsizliklerin sağlık alanında da artmaya devam ettiği belirtilen açıklamada; “Türkiye’de 2019 yılında 10 bin 770 bebeğimiz, 13 bin 259 beş yaş altındaki çocuğumuz yaşamını kaybetmiştir. Başka bir ifadeyle, 2019 yılında her bin canlı doğuma karşılık 9,1 bebeğimiz birinci doğum gününü göremeden, 11,2 çocuğumuz da beşinci doğum gününü göremeden ölmüştür. Türkiye’de iller arasındaki sosyoekonomik eşitsizlikler giderilebilseydi, 2018 yılında yaşamını kaybeden 11 bin 629 bebeğimizden 5 bin 373’ünün, 14 bin 240 beş yaş altı çocuğumuzdan da 7 bin 989’unun (topluma atfedilen risk sırasıyla yüzde 46,2 ve yüzde 56,1) ölümünü engellemek mümkün olabilecekti. Bununla birlikte, 2019 yılında yaşamını kaybeden 10 bin 770 bebeğimizden 7 bin 216’sının, 13 bin 259 beş yaş altı çocuğumuzdan da 9 bin 706’sının (topluma atfedilen risk sırasıyla yüzde 67,0 ve yüzde 73,2) ölümünü engellemek mümkün olabilecekti. Ülkemizde sağlıktaki eşitsizlikler de gelir dağılımında, işsizlikte, eğitimde olduğu gibi uçuruma dönüşmüştür. Bu utanç tablosunun ancak toplumsal eşitsizlikler ortadan kaldırılarak yok edilebileceği gözlerden uzak tutulmamalıdır” denildi.
“MEZUNİYET ÖNCESİ VE SONRASI TIP EĞİTİMİ NİTELİĞİNİ KAYBETTİ”
Sağlık meslek eğitimlerinin olduğu gibi tıp eğitiminin de kuramsal bilginin yanı sıra, uygulamalı eğitimle beceri kazandırmaya dayalı olduğu vurgulanan çalışmada; “Dünya genelinde tıp alanında uzaktan eğitim, COVID-19 pandemisi nedeniyle “acil” durumda uygulanan bir etkinliktir. Bununla birlikte Türkiye’de uygulanmakta olan, uluslararası standartlara uygun bir uzaktan eğitim değildir. Konunun ilgilileri maalesef bu durumu ve neden olabileceği sorunları ya görememekte ya da ciddiye almamaktadır. Çünkü bu durum hem meslektaşlarımız ve mesleğimiz hem de toplum sağlığı için önemli bir risk oluşturmaktadır. Türkiye’de eğitim bilimsel olarak giderek niteliğini kaybetmesine karşın, mezuniyet öncesi tıp eğitimi programlarında standardizasyon ve eşitlik başta olmak üzere birçok sorun pandemi öncesinde de yaşanmaktaydı. Ancak pandemiyle birlikte, sorun olmayan ya da görece daha az sorun bulunan programlarda da eğitimin amaç ve hedeflerine ulaşmada önemli sorunları ortaya çıkaracak, var olanların daha da artmasına neden olacak bir durumla karşı karşıya bulunmaktayız. O nedenledir ki öncelikle pandeminin neden olduğu sorunların mümkünse ortadan kaldırılabilmesi, değilse en aza indirilmesi için daha fazla gecikilmemelidir” denildi.
Sağlık Bakanlığı Tıpta Uzmanlık Kurulunun (TUK), bilimsel ve yönetsel bir hata yapmakta ve hatasında da ısrar etmekte olduğu vurgulanan çalışmada şu ifadelere yer verildi; “Sağlık Bakanlığı, TUK üzerinden belirlemiş olduğu, tıpta uzmanlık eğitim programlarıyla ilgili asgari standartların, başta kendi eğitim hastaneleri olmak üzere bütün tıpta uzmanlık eğitim programlarında “bir inceleme değerlendirme işlemine dayanarak” uygulanmasını ve yetkilendirilmesini sağlamalıdır. Pandemi nedeniyle, tıpta uzmanlık eğitim programlarında, uzmanlık öğrencilerinin alanlarıyla ilgili formel eğitimlerine neredeyse bütün bileşenleriyle ara verilmiş olduğu hem eğitimi almakta olan hem de eğitimi vermekte olan taraflarca dile getirilmektedir. Bu durum, programlar için belirlenmiş olan “amaç ve hedeflere”, en azından bu dönemde, ulaşmanın çok zor hatta olanaksız olduğunu göstermektedir.
TUK, daha fazla zaman kaybetmeden, tüm alanlardan uzmanlık öğrencilerinin kendileri tarafından seçecekleri temsilcilerinin katılımının da sağlanacağı, eğitim sorumlusu öğretim elemanları, uzmanlık dernekleri, UDEK vb. yapıların da katılacağı, “uygulama için karar alıcı” bir toplantı düzenlemelidir. Bu toplantıda pandemiyle birlikte ortaya çıkan sorunlar bilimsel verilere dayalı olarak ortaya konmalı ve çözüm önerileri geliştirilmelidir. Bununla birlikte, programların öğrenin hedef ve amaçlarından vazgeçilmemeli, ulaşılabilmesi için gerekli adımların atılması öncelenmelidir”
“HEKİM GÖÇÜ YAŞANIYOR”
2020 yılında yurtdışında çalışmak için belge alan hekim sayısının 7 tıp fakültesinin birinci sınıfı için açılan toplam kontenjanından daha fazla olduğu vurgulanan açıklamada; “Bu durum, başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere, hükümet tarafından görmezden gelinmemelidir. Söz konusu verilerden çıkarılabilecek sonuç; “meslektaşlarımız zaman geçtikçe bu ülkeyi yaşanılır ve bu ülkede hekimlik mesleğini yapılabilir bulmuyorlar” şeklinde görülmektedir. Bu sayılar bir çığlık olarak duyulmalı ve alarm olarak tanımlanmalıdır” denildi.
“11 MİLYON 383 BİN 948 YURTTAŞ SOSYAL GÜVENLİK KAPSAMI DIŞINDA”
AKP hükümetleri döneminde Türkiye’de sağlık hizmetlerinin finansmanında hâkim model olan genel bütçe ve kamu sağlık sigortası modelinden toplumsal yarar gözetmeden vazgeçildiği vurgulanan çalışmada; “Yerine, 2006 yılında, genel sağlık sigortası (GSS) adı altında “Neoliberal Kamu Sağlık Sigortacılığı” modeli kurulmuştur. GSS, Ekim 2008 tarihinden itibaren uygulanmaya başlanmıştır. Bu model başlatıldığından beri, her bir yurttaş, kamu sağlık sigortası kapsamında olabilmek için ödediği vergiler dışında bir de düzenli olarak “sağlık sigortası primi” ödemek zorundadır” denildi.
AKP hükümetlerinin, 2018 yılında ülke nüfusunun yüzde 14’ünü, 2019 yılında da yüzde 15’ini sosyal güvenlik kapsamı dışında bıraktığının altı çizilen çalışmada şu hususlara dikkat çekildi; “Bununla birlikte, 2019 yılında sosyal güvenlik kapsamındaki 70 milyon 704 bin 680 kişinin de 2 milyon 393 bin 87’si GSS primlerini doğrudan kendi ceplerinden öderken; Bağ-Kur kapsamında olup tamamına yakının da prim borcu bulunan 5 milyon 935 bin kişinin sigortalılığının prim borcu nedeniyle kesintiye uğramaması için hükümet tarafından 31 Aralık 2019 tarihine kadar geçerli olmak geçici bir düzenleme yapılmıştır. SGK’nin en son yayımladığı Kasım 2020 verilerine göre, prim borcu olanlar da dahil olmak üzere, sosyal güvenlik kapsamındaki ülke nüfusu yalnızca 72 milyon 230 bin 414 kişidir. TÜİK tarafından 4 Şubat 2021 tarihinde kamuoyu ile paylaşılan, 2020 Türkiye nüfusunun 83 milyon 614 bin 362 kişi olduğu düşünüldüğünde, 11 milyon 383 bin 948 yurttaşımız sosyal güvenlik kapsamı dışındadır. Başka bir ifadeyle, göçmenler dışındaki ülke nüfusunun yalnızca yüzde 86,4’ü sosyal güvenlik kapsamındadır.
“SAĞLIK SİGORTASI PRİMLERİ ÖZEL HASTANELERE AKTARILIYOR"
SGK’nin kamu sağlık finans kurumu olarak, topladığı sağlık sigortası primlerini özel hastanelere aktarmaya devam ettiği ifade edilen açıklamada; “2018 yılında, her bir başvuru başına 2. basamak devlet hastanesine ortalama 52,26 TL; 2. basamak özel hastaneye ise ortalama 115,18 TL ödediğini belirtmiştir. Dikkat çeken durum aradaki farkın yüzde 220’ye ulaşmış olmasıdır. SGK, 2019 yılı itibariyle de her başvuru başına 2. basamak devlet hastanesine ortalama 51,86 TL; 2. basamak özel hastaneye ise ortalama 125,98 TL ödemiştir. Aradaki fark yüzde 243’e yükselmiştir. Kamu kaynaklarının, SGK eliyle özel sektöre aktarılması hız kesmeden 2020 yılının ilk dokuz ayında da devam etmiştir. Bu dönemde, SGK, her bir başvuru başına 2. basamak devlet hastanesine ortalama 66,1 TL öderken; 2. basamak özel hastaneye ise ortalama 172,9 TL ödemiştir. Böylece aradaki fark yüzde 262’ye yükselmiştir” denildi.
“SAĞLIK HİZMETLERİNE YAPILAN HARCAMALAR AZALDI”
Türkiye’de, TÜİK’in en son verilerine göre sağlık hizmetleri için 2019 yılında toplam 201 milyar 31 milyon TL harcama yapıldığına dikkat çekilen çalışmada; “Söz konusu harcamanın aynı yılın gayri safi yurtiçi gelir (GSYİH) içindeki payı %4,7’dir. Oysa 2009 yılında gerçekleşen sağlık harcamalarının GSYİH’deki payı %6,1’dir. Sağlık harcamalarının GSYİH içindeki payı da kişi başına düşen gelir gibi azalmaya devam etmektedir. Söz konusu oransal fark dikkate alındığında 2019 yılında gerçekleşen sağlık harcamasının 2009 yılına göre 62 milyar 501 milyon TL daha az olduğunu ifade edebiliriz.
Paylaştığımız bu başlıklar altında değişik kalemlerde adlandırılıyor olsa da 2019 yılında kişiler tarafından yapılan toplam cari sağlık harcamalarının payı yüzde 76,6 olarak gerçekleşmiştir. Oysa bu oran 2009 yılında yüzde 69,1’di. Bu veriler ışında görünür olan tablo, AKP hükümetleri döneminde devletin sağlık harcamaları azalırken kişiler tarafından sağlık hizmetleri için yapılmak zorunda kalınan harcamaların arttığı, başka bir ifadeyle sağlık hizmetine ulaşabilmede mali külfetin kişilere yüklendiğidir. Öyle ki, 2019 yılında kişi başına 2 bin 257 TL olan cari sağlık harcamasının bin 729 TL’si bireylerin kendileri tarafından yalnızca 528 TL’si devlet tarafından gerçekleştirilmiştir” denildi.
“AŞILARA ULAŞIM AZALDI”
Türkiye’de “sağlık reformu/sağlıkta dönüşüm programı” ile uygulanmaya başlanan aile hekimliği modeli ile birlikte, aşılama vb. koruyucu sağlık hizmetleri, çoğunlukla aile sağlığı merkezleri olmak üzere sağlık kurumlarında verildiğinden, doğrudan kişilerin talebine ve sağlık kuruluşlarına ulaşabilme olanaklarına bağımlı olarak uygulanabildiği belirtilen çalışmada şöyle denildi; “COVID-19 pandemisi nedeniyle, işçi ve emekçiler dışındaki yurttaşlarımızın evlerinden çıkmaması teşvik edildiğinden, 2012 yılında seçim bölgelerini iktidarın amaçları doğrultusunda düzenlemek amacıyla “mahalle” olarak kabul edilen köyler/kırsal alan başta olmak üzere, kentlerin çeperlerinde bebeklik ve çocukluk dönemi aşılarına ulaşımın azaldığı gözlenmektedir. Bu durum, kızamık başta olmak üzere, zaten artmakta olan aşıyla korunulabilen hastalıklar konusunda artışlara neden olabilecektir.
Türkiye’de aile hekimliği modeli bölge ve nüfus tabanlı, kişiye ve çevreye yönelik koruyucu sağlık hizmetlerini birlikte, kapsamlı bir sağlık ekibi tarafından tümüyle kamusal olarak sunulabilecek biçimde, yaşam ve çalışma alanlarını kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmelidir. Böyle bir düzenleme hem yaşanmakta olan pandemiyle mücadelede önemli kazanımlar sağlayabilecek hem yeni salgınların ortaya çıkmasına engel olabilecek hem de birinci basamak sağlık hizmetlerinin meslektaşlarımız ve diğer sağlık emekçileri tarafından mesleki doygunlukla sunulabilmesinin de yolunu açacaktır.”
“ŞEFFAF BİR ŞEKİLDE VERİ PAYLAŞILMAMASI SEYRİ KÖTÜ ETKİLEDİ”
COVID-19 pandemisinde virüsün ülkemize daha geç gelmesinin yarattığı iyimser havanın, rakamlar üzerinde oynamanın, gerçek verilerin toplumla paylaşılmamasının ve gerekli önlemlerin zamanında alınmamasının bir süre sonra iyimser tabloyu kötü bir tabloya, turkuaz tablonun ise kara tabloya dönüşmesine neden olduğu vurgulanan çalışmada bugüne kadar ülkede 2,23 milyon kişinin hastalandığı ölüm sayısının da 21bin 295’e ulaştığı ifade edildi.
Sağlık Bakanlığı tarafından şeffaf bir şekilde veri paylaşılmamasının pandeminin seyrini kötü etkilediğine dikkat çekilen açıklamada şöyle denildi; “Sağlık Bakanlığı’nın, Bilim Kurulu yapılanması olumlu karşılanmasına karşın başta Türk Tabipleri Birliği olmak üzere tüm sağlık meslek örgütlerini paydaş yapmaması veya onlarla ve toplumla bilgi paylaşmaması ve şeffaf olunmaması en büyük eksiklik olmuştur. Pandeminin sahada karşılanamaması sonucu 2. ve 3. basamak hastanelere fazla hasta yığılması olmuş, servisler ve yoğun bakımlarda yer bulma sıkıntısı yaşanması üzerine boş alanlar yataklı servis veya yoğun bakamlara döndürülmüştür.
Sağlık çalışanları salgın mücadelesinde özveriyle sürdürdükleri ve sürdürecekleri hizmetlere rağmen ekonomik, sosyal ve özlük hakları açısından mağduriyet yaşamışlardır. Pandemi sürecinde sağlık çalışanları özverili çalışmalarına karşılık salgının başlangıcından itibaren Sağlık Bakanlığı tarafından yeterince korunamama, salgını yönetmedeki başarısızlıklar sonucunda 130 bine yakın sağlık çalışanı hastalanmış ve 320’si vefat etmiştir. Ağır çalışma koşulları hekim ve sağlık çalışanlarında tükenmişlik sendromu yaratmıştır.”
"SAĞLIKTA ŞİDDETTE AZALMA OLMADI"
1 Ocak-31 Temmuz 2019 tarihleri arasında da 8 bin 498 sözel, 211 fiziksel, 2 bin 22 fiziksel ve sözel olmak üzere toplam 10 bin 731 sağlık emekçisine yönelik şiddet vakası gerçekleştirildiği bildirilen çalışmada; “Ülkemiz sağlık ortamında şiddet uzun yıllardır toplumsal bir sorun halini almış durumdadır. Sözel hakaret ve tacizin yanı sıra silahla yaralamadan hekim ve sağlık çalışanı ölümlerine varan üzücü tablolar ne yazık ki ülkemiz gündeminden hiç düşmemiştir. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet pandemi döneminde de devam etmiş, sağlık çalışanlarının canla başla çalıştığı bu süreçte “Sağlıkta Şiddet Yasası” TTB’nin önerdiği yasa kısmi farklılıklar ve eksiklikler içerse de mecliste partilerin ortak kararı ile çıkarılmıştır. Yasa, sağlık çalışanlarına yönelik cezaları artırıcı ve caydırıcı içeriği ile önemli bir adım olarak öngörülmesine rağmen bugüne kadar sağlıkta şiddette azalma olmamıştır” denildi.
"ŞEHİR HASTANELERİ EKONOMİDE KARA DELİK"
Sağlık Bakanlığı tarafından hizmet sunmakta olan 12 şehir hastanesine, 2020 yılı itibarıyla hizmet alımı, yatırım kullanım (kira) bedeli ve zorunlu hizmetler karşılığı olarak yapılan ödemelerin toplam miktarın 10 milyar 500 milyon TL iken; bu bedelin, aynı yıl SB toplam bütçesinin yüzde 17,8’ini oluşturduğuna dikkat çekilen açıklamada. “Yatak sayıları ve hizmet üretim düzenlemesi yönünden dünyadaki yaygın bilimsel hastanecilik yaklaşımının nerdeyse tümüyle karşıtı olarak yapılanmış olan şehir hastaneleri, bir yandan ülke ekonomisi için diğer KÖO’larla birlikte “kara delik” olmaya devam ederken; diğer yandan ulaşım sorunları nedeniyle yurttaşlarımız, çalışma koşullarının uygunsuzluğu nedeniyle de sağlık emekçileri için sorun kaynağı olmaya devam devam ediyor” denildi.
Çalışmada 2020 yılında Sayıştay’ın Sağlık Bakanlığı Denetim Raporu’nda açılan ve yapımı devam etmekte olan şehir hastaneleri hakkında birçok usulsüzlüğün tespit deldiği de vurgulandı.
“HEKİMLER İŞ, GELİR, GELECEK GÜVENCESİNDEN YOKSUN HALE GETİRİLDİ”
AKP hükümetleri döneminde, hekim özlük haklarında önemli kayıplar yaşandığına vurgu yapılan çalışmada; “Bugün, kamudakiler de dahil olmak üzere hekimler; iş, gelir, gelecek güvencesinden yoksun hale getirilmişlerdir. 15 Temmuz sürecinden bu yana KHK ile işlerine son verilen hekim sayısı 3 binin üzerindedir. Güvenlik soruşturması bahanesiyle işlerine başlatılmayan yüzlerce genç tıp hekimi bulunmaktadır. Uygulanan performansa dayalı ücretlendirme; bir yandan hekimler arasındaki ücret dengesizliğini artırırken, bundan daha da önemlisi, gün geçtikçe hekimlerin mesleklerine yabancılaşmasına sebep olmuştur. Özellikle şehir hastanelerinden yüzlerce hekim, bu nedenle ya istifa etmiş ya da emekliye ayrılmıştır. Ayrıca, performans uygulaması hekimlik değerlerinde aşınmaya neden olmuştur. Sağlık kuruluşlarında yönetimde liyakatin yerini siyasal kadrolaşma almış durumdadır” denildi.
Sağlıkta performans sisteminin hekimliğin ve sağlığın ruhuna aykırı olduğunun altı çizilen çalışmada şu hususlara değinildi; “Sağlıkta performans sistemi en kısa zamanda kaldırılmalıdır. Medya üzerinden dile getirilen ek ödeme miktarları ise ne yazık ki gerçeği yansıtmamakta, sınırlı ödemelerin hiçbiri emekliliğe katkı sunmamaktadır. Hekim ve sağlık çalışanlarının emeği ve alın terinin karşılığı olan, emekliliğe yansıyacak yeni bir maaş ve ödeme sistemine geçilmelidir. Herkese hak ettikleri yıpranma payları verilmelidir.”
Çalışmada ayrıca yasal düzenlemelerle, COVID-19’a yakalanmış olan sağlık çalışanlarının doğrudan meslek hastalığına yakalanmış sayılması gerektiği vurgulandı. (HABER MERKEZİ)