AKP'nin "İnsan Hakları Eylem Planı" | Yeni bir gelişme yok mücadeleye devam
"Özgürlük ve demokrasi mücadelesi Salı günü 13.30’dan önce ne durumdaysa o durumdadır ve demokrasi ve özgürlük için mücadele eden kesimlerin görevlerinde en küçük bir azalma olmamıştır."
Fotoğraf: Doğukan Keskinkılıç/AA
Ahmet Yaşaroğlu
Adalet Bakanlığı tarafından "özgür birey, güçlü toplum, daha demokratik bir Türkiye" vizyonuyla hazırlandığı iddia edilen İnsan Hakları Eylem Planı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklandı. 11 temel ilke, 9 amaçtan oluşan Eylem Planı’nın nihai amacının “yeni ve sivil bir anayasa yapmak” olduğu vurgulandı. Gerek temel ilkelere, gerekse amaca bakıldığında ilan edilen bütün bu maddelerin hiç birisi ne bir yeniliği ne de bir değişimi yansıtıyordu. Mevcut Anayasa ve yasalarda, uyulacağına garanti edilen bütün uluslararası metinlerde bu ilke ve amaçlar zaten yer alıyordu. Bugüne kadar bütün bunları ayaklar altına alan ve uygulamayan iktidar şimdi ‘biz bunlara uyacağız, bize inanın diyor.’ Bir halk tabiri ile ifade edecek olursak “yerseniz.”
Erdoğan tarafından ilan edilen İnsan Hakları Eylem Planı’na bakıldığında ilk olarak şunu vurgulamak gerekiyor; iktidarın şimdiye kadar bütün anti-demokratik, gerici, faşist uygulamaları ortadadır ve bütün bunların birinci dereceden sorumlusu siyasi iktidardır. Örneğin temel ilkeler bölümündeki şu birinci maddeye bakalım: “İnsan, doğuştan sahip olduğu vazgeçilmez haklarıyla yaşar. Devletin temel amaç ve görevi, bu hakları korumak ve geliştirmektir.” Neredeyse Fransız Devrimi’nden beri uygar insanlığın benimsediği ve savunduğu, hayata geçirmeye çalıştığı bir ilkedir bu madde. İktidarın bundan şimdi haberinin olduğunu herhalde aklı başında hiç kimse iddia etmeyecektir.
Şimdi de bu maddenin nasıl uygulandığına bir bakalım: Bu ülkede bazı rakamlara göre on beş milyon, bazılarına göre daha fazla Kürt vatandaş yaşamaktadır. Ülkenin resmi dili Türkçe’dir ve ilk okula ayağını atan her Kürt çocuğu Türkçe öğrenime tabi tutulur. Yani doğuştan sahip olduğu bir hak ondan gaspedilir ve ana dilinden başka bir dille eğitim yapmaya mahkum edilir. İktidarlar bu zulmün uygulanmasını özenle sürdürür, Kürt halkının seçtiği kendi yerel yöneticileri “terör” suçlamasıyla görevden alınır, cezaevlerine doldurulur. Milletvekillerinin düşüncelerini açıklamalarından dolayı dokunulmazlıklarının kaldırılması için fezlekeler düzenlenir, önceden dokunulmazlıkları kaldırılmış olanlar zindanlara tıkılır.
Belgede mahkemelerin bağımsızlığından, hukukun üstünlüğünden bahsediliyor. Bugün mahkemelerin nereden emir aldığı, hangi uygulamalara imza attığı, ne Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, ne de Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını uygulamadıkları, uygulamak zorunda kaldıklarında da bin dereden su getirdikleri bir gerçek değil mi? Eylem planı’nda “yargı bağımsızlığından, hukuki öngörülebilirlikten, ve şeffaflıktan” söz ediliyor. Bunların hepsini ayaklar altına alan bu iktidar değil mi? Vatandaşların şimdiye kadar bütün bunların üzerinde tepinen bu iktidarın bundan sonra bunlara saygı duyup uygulaması için ne gibi inandırıcı bir nedenin olduğunu bilmesi gerekmiyor mu? İktidara göre gerekmiyor. Bugüne kadar bunları uygulamamış, bundan sonra uygulayacakmış! Bu ülkenin vatandaşlarından bütün bu zırvalara inanması bekleniyor.
İnsan Hakları Eylem Planı’nın açıklandığı gün partilerin grup toplantısı vardı. Grup toplantısında HDP’nin kapatılması için ortalığı inlete inlete çağrılar yapan MHP Genel Başkanı Bahçeli, kürsüden indi ve külliyenin yolunu tutup Erdoğan’ın kürsüden insan hakları, doğal haklar, hukukun üstünlüğü vb. üzerine söylediklerini dinlemeye başladı. Sanki sürrealist bir tablodan çıkmış gibi bir manzara! Bu iki kafadar şimdi “yeni ve sivil bir anayasa” için birlikte çalışıyorlar. Oysa ülkenin yeni bir anayasaya değil, demokratik bir anayasaya ihtiyacı var ve bu anayasanın yapılabilmesinin temel koşulu da demokratik bir ortamda, tüm toplum kesimlerini temsil etme özelliği taşıyan kurucu meclis niteliğine sahip bir meclisin toplanmasıdır.
Ama aynı günün sabahı Anayasa Mahkemesi Başkanı farklı açıklamalar yaptı. Anayasa Mahkemesi Kararlarına uyulmasını gerekliliğini yeniden açıkladı, Meclis Başkanı’nın “fırçasına” yanıt verdi. Yani Erdoğan’ın açıklamaları beklenirken, Anayasa Mahkemesi Başkanı AB’nin kriterlerine ve uluslararası metinlere imza atmış iktidara bazı gerçekleri yeniden hatırlattı. Dış sermaye girişine acil ihtiyaç duyan iktidar Erdoğan’ın ağzından “mülkiyet hakkının daha etkin korunması” konusunda uluslararası sermaye çevrelerine yeniden garanti verdi.
Okuyucular doğal olarak soracaktır: Kardeşim madem ki yeni bir şey yok, bu açıklamalar neden yapıldı? Bu sorunun yanıtı kısmen son paragrafta yatıyor. İktidar uluslararası planda son derece sıkışmış bir vaziyette ve kendisini birazcık da olsa nefes aldıracak yeni bir manevraya ihtiyaç duyuyor. Bu çerçevede uluslararası kurumları ve kuruluşları tatmin edecek bazı göstermelik adımlarda atabilir. Ama bu adımların hiç birisi Türkiye halklarının demokrasi, özgürlük ve eşitlik taleplerine yanıt veren uygulamalar olmayacaktır.
Kısacası: Özgürlük ve demokrasi mücadelesi Salı günü 13.30’dan önce ne durumdaysa o durumdadır ve demokrasi ve özgürlük için mücadele eden kesimlerin görevlerinde en küçük bir azalma olmamıştır. Ama iktidar bütün bunları uygulamadığını yeniden itiraf etmiştir ve bu itiraf onu demokrasi ve özgürlükleri inşa etme yönünde değil, gericiliği ve faşizmi güçlendirme yönünde motive etmektedir. Erdoğan konuşmasının başında “dikene su vermeyeceğiz” diyerek bu niyetini zaten açıkça ilan etti. Bu dikenin ne olduğunu uzun uzun izah etmeye sanırız gerek yok. Ülkenin tüm muhalif kesimleri, hak ve özgürlük için mücadele eden herkes yine hedeftir ve önlerinde hiçbir hayale kapılmadan mücadele etmek dışında bir seçenek bulunmamaktadır.