Eşitsizlik her yerdeyse, her yerde örgütlü mücadele!
Kadınlar yan yana gelişlerini en kapsayıcı talepler etrafında kalıcı mekanizmalara dönüştürdüğü ölçüde güçlenecektir.
İlüstrasyon: Freepik
Zehranur ÖZÖCAL
MSGÜ
Kadınların öfkesi günden güne büyüyor. Kadınlar hayatın her alanında karşılaştıkları şiddete karşı mücadele etmeyi hayatlarının ayrılmaz bir bütünü haline getirme, çok yönlü saldırılara karşı hep birlikte mücadele etme eğiliminde giderek büyüyen bir alanda kümeleniyor. Bu alanın kendisi Türkiye coğrafyasında sıkça karşılaşıldığının aksine “atanarak” değil doğrudan kadınların yaşamlarının içinden kuruluyor, mücadelenin dinamikleri buralardan besleniyor. Burası ise, kadınların bir cins olarak ezilmelerini ve toplumsal eşitsizliğin kendisinden beslenen cinsler arası eşitsizlik ve şiddet olgusunu anlamak açısından önemli bir meseleyi açığa çıkarıyor. Kadınlar bu açıdan olabildiğince farklılaşan bireysel şiddetten kaçınma biçimlerine yönelik stratejiler geliştiriyor. Tanımadığı bir semtte yolunu bulmaya çalışırken seçtiği cümlelerden, makyaj yapıp yapmamayı seçmekten ya da kullanacağı renklerin seçiminden, kendini ifade etmeye çalışırken maruz kaldığı abartma, duygusal yaklaşma “politikadan anlamama” gibi kalıplaşmış tabirler üzerinden “ciddi” tartışmalardan mahrum edilme tehlikesine karşı kimi zaman daha “erkekçe” bir üslup takınmaya kadar farklı “kadınlık” pratikleri göstermek zorunda kalışı gibi geniş bir yelpazede okunabilecek pratiklere girişiyor. Bir tercihten daha da öte, kadınlar gündelik pratiklerinde davranışlarını sürekli olarak cinsiyetleri üzerinden kontrol etmeye mecbur bırakılıyor. Makyaj yaparken kullandığı renklerden kıyafetinin dekoltesine kadar davranışlarını yönettiği parametreleri ve bunların çeşitli kombinasyonlarını hayatta kalmak veyahut hayatın içinde kalmak için oluşturuyor. Yani kadınlar sözün en gerçek karşılığıyla hayatlarının her saniyesinde mücadele etme ihtiyacını yaratacak bir gerçeklikle yüz yüze kalıyor. Aile evinde, iş yerinde, okullarda, sokakta kurduğu ilişkilerde bütün seçimlerini kadın olmak üzerinden şekillendirmeye mecbur ediliyor. Bunu somutlamak için her bir kadının binlerce hikayesine başvurulabilir, uzağa gitmeye gerek yok. Aile evinde birçok kadın yaşamlarını ailesinden gizlemek zorunda kalıyor, üniversiteyi farklı bir şehirde okumayı kendini özgürleştirmek için kaçınılmaz olarak görüyor. Ekonomik bağımsızlığını kazanmak için münferit işlerde çalışırken işyerinde mobbinge ve şiddete mazur kalıyor. Kendi evine çıkıp derin bir nefes alacağını umduğu anda mahalle sakinleri devreye giriyor; en hafif tabirle herkesin yaşamı üzerine yaptıkları önerilere ve uyarılara muhatap oluyor. Kadınlar bu icazet ve korunma denklemi içerisinde birer özne olarak tercihlerini belirlemek, özgür seçimler yapmak için bireysel karşı koyuşlar geliştiriyor, tüm yaşamlarında bu pratikleri uyguluyor. İleriki yaşlarında anne olmanın ya da yaşını almış bir kadın olmanın belirlenmiş görüntülerine uygun bir yaşam sürmek zorunluluğu da peşlerini bırakmıyor. Hayata gözlerini açtığı andan itibaren kendi yaşam alanı mücadele alanı ile iç içe geçiyor. Hayatın her alanında böylesine sistematik ve örgütlü bir saldırıya maruz kalan kadınlar için kaçacak sığınak ancak mücadele alanının kendisi olabiliyor. Kadınlar yaşamlarının her alanında karşılarına çıkan her türlü şiddete karşı tepki biriktiriyor. Eşitsizliğin besleyip derinleştirdiği tüm yansımaların da kendi çıkarları bakımından doğalında karşısında konumlanıyor.
YAŞAMIN HER ALANI MÜCADELE ALANIDIR
Kadınların maruz kaldığı sistemli saldırıların doğrudan devlet aygıtı ve onun en sağlam evliliklerinden olan ataerkiye sırtını yasladığını görmek gerekir. Ezilen bir cins olarak mücadelenin demokratik, siyasi ve ekonomik taleplerle işçi sınıfının bir sınıf olarak örgütlenip iktidarı ele alma mücadelesindeki konumu, feminizmin kadının özgürlüğü mücadelesine biçtiği sınırların olabildiğine ilerisindedir. Zira mücadelenin politik ve pratik kurgusu kadınların gündelik hayatlarında içerisinde bulunduğu ilişkilerin kendisini adeta yok sayarcasına işletilmek isteniyor. Eşitsizliğin bütün toplumsal ilişkileri içine alan yapısı kadınların yaşamlarının doğrudan bir mücadele alanına dönüşmesinin nesnel zeminini oluşturuyor. Doğrudan kadınların örgütlediği, yerel mücadelelerde birleşerek ve kalıcı mekanizmalar içerisinde yan yana gelerek en kapsayıcı talepler etrafında örgütleyebildiği bir zeminde ısrarcı olmak gerekiyor. Sokakları ve geceleri terk etmiyoruz şiarını benimserken, kadın grevleri ve öz savunma atölyeleri önerirken, kadınların kendi mahallesinde hem kendisi hem kız kardeşleri için taleplerini dile getirebileceği, çevresindekilerle birlikte içinde yaşadığı hayata dair karar alıp uygulayabileceği bir hayatı nasıl inşa edeceği gözden düşmüş gündemler olarak dile getiriliyor. Oysa yaşam alanı mücadele alanı demiştik, yineliyoruz. Kadınlar tüm dünyada siyasi, ekonomik, demokratik tüm talepler mücadelesinin en önündeyken, fiziksel olarak da en önde saf tutarken, kadınların bu konumunu feminizmin bir kazanımı olarak kabul ederken; bu taleplerin ihtivasının ise feminizmin ideolojik ve pratik olarak benimsediği mücadele biçimlerinden değil kadınların her gün gözünü açtığı nesnellikten beslendiğini göz ardı etmek kabul edilebilir değildir. Kadınlar pek ala öz savunma atölyelerinde yan yana gelebilir, “Korkarsan bu şehri ateşe veririz” diyerek geceleri sokaklara dökülebilir. Burada pratik bir işte yan yana gelme noktasında anlaşılamaz bir durum yoktur. Asıl anlaşılmaz olan kadınların yaşamın her alanında mücadele verirken bu mücadelenin de aynı ölçüde yayılmış bir zeminde verilmesinin karşısında konumlanmaktır. Bugün erkekliğin imtiyazları maddi hayatın belirlenmesinde başat bir rolde midir? Kadınlar kendi sınıfındaki erkek egemenliğiyle amansız bir mücadele içinde midir? Bu sorulara açıktan bir evet cevabı verilmelidir. Ancak erkeklik imtiyazlarının kendisi sırtını hangi mekanizmalara dayandırıyor? Şiddetin, doğrudan erkek bedeni üzerinden tarif edildiğinde ortaya çıkan politik kurgusu biyolojik bir kromozom diziliminin doğal sonucu elbette değildir, bu açıktır. Ancak bu açıklık ataerki ile olan mücadeledeki konumunu, kaynağını toplumsal eşitsizlik ve sömürü ilişkilerinden uzaklaştırdığı ölçüde muğlaklaştırır. Tam da bu muğlaklığın kendisi tarif edilen talepler mücadelesinin yerellerle karşılıklı bir beslenme ilişkisi içine girmesiyle aşılabilir, kadınlar tarihsel kazanımlarının her birini böyle kazanmıştır. Bu talepler mücadelesi sömürünün esas kaynağını ortadan kaldırması bağlamından ziyade güçlü birliktelikleri örgütlemek açısından değerlidir.
İHTİYACIMIZ EN KAPSAYICI TALEPLER İÇİN KALICI ÖRGÜTLÜLÜKLER
Bugün üniversiteli genç kadınlar demokratik bir üniversite için mücadele ederken, atanmış değil seçilmiş rektör istiyoruz derken, demokratik olmayan bir üniversitede Melih Bulu örneğinde olduğu gibi ilk önce kadın kulüplerine saldırılacağının bilincindeydiler. Ya da öğrencilerin taleplerini görmezden gelen ve adeta feodal bir ağanın “Bizim köyde olmaz” çıkışı gibi, “Benim üniversitemde taciz olmaz” diyerek CİTÖK’lerin kurulmasını engelleyen rektörlere itiraz ederken; güvenli kampüsleri inşa etmenin yolunun özerk üniversiteden geçtiğini bilerek hareket etme eğilimi gösterdiler. Kadınlar, akademik ve bilimsel bilgi üretme misyonundan çok sermayedarların çıkarlarına hizmet eden birer teknoloji üssü haline getirilmeye çalışılan üniversitelerin nitelikten ve bilimsellikten uzak yapısının giderek cinsiyetçi söylemleri arttırıp kalıcılaştırdığına, ekonomik krizin yükünün artmasıyla kadınları emek piyasasından uzaklaştırmaya ya da ucuz iş gücü olarak kullanmaya çalışan sistemin “Herkes üniversite okumak zorunda değil” söylemlerine paralel olarak “Siz bir an önce evlenmeye bakın” nasihatlerinin arttığına şahittiler.
Tüm bunar kadın mücadelesinin en ileri talepleri doğalında içerme eğilimini gösterdiği gibi, kadınların kendi yaşamlarını savunurken aslında eşitsizliğin kaynağına dair çelişkileri daha net görmesi bağlamında değerlendirilebilir. Bugün İstanbul Sözleşmesi’nden tutalım da CİTÖK’lerin kurulmasına kadar kadınların her türlü talebi, kazanımı, deneyimi sınıfsız bir dünyanın ilmeğidir. Bu bir retorikten ziyade, kapitalizmin bedeninde derinleştirmeye hazır bir silah olarak bulundurduğu ataerkiye vurulan her bir darbenin kan kaybettirici olması bakımından sahihtir. Eşitlik fikrinin sahiplenilmesi bakımından sahihtir. Kadınlar yan yana gelişlerini en kapsayıcı talepler etrafında kalıcı mekanizmalara dönüştürdüğü, işçi sınıfının tarihsel mücadele birikiminden öğrendiği, en küçük birimlerinden başlayarak yürüme deneyiminden öğrendiği ölçüde güçlenecektir.
Kadınların her gün birçok farklı cephede mücadele ederek var ettiği hayatını kurarken edindiği direnme stratejilerini ve irili ufaklı yan yana gelme deneyimlerini en kapsayıcı taleplerle örgütlü mücadelede birleştirmek elzemdir. Bugün genç kadınlar kendilerine yönelik sistematik ve örgütlü saldırılar karşısında aynı güçte örgüt mekanizmalarında birleşmek, aynı güçte örgüt mekanizmaları yaratmak ve birliktelikleri burada kalıcı hale getirmek zorundadırlar.