03 Mart 2021 00:00

Cinsiyetçiliğin akademideki izdüşümü

Akademideki cinsiyetçilik de devletin kadınlara yönelik; cinsiyetçi, ayrıştırıcı, insan haklarına saldırı niteliğindeki söylem ve politikalarının üniversitelerdeki izdüşümü olarak karşımıza geliyor.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Berfin Ezgi TATLI

YTÜ

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği hayatımızın her alanını sarmalamış durumda. Bugün açısından akademi bu eşitsizlikten payını en çok alan ama bunun en çok gizlendiği alanlardan birisi. Üniversitelerde kurumsal işleyişin bir parçası olarak doğallaşan cinsiyet eşitsizliği, üniversite içerisinde biz kadınların kendimizi var edebileceğimiz alanların kısıtlanmasının temel sebeplerinden. Kampüslerin içerisindeki cinsiyet eşitsizliği buralardaki işleyişe o denli sirayet etmiş ki, bu süreçleri işleten mekanizmaların doğal bir parçası olarak görünme eğiliminde. Bir akademisyenin tutumundan, ders içeriklerini belirlemesine ve dersteki söylemlerine, öğretim görevlilerinin cinsiyeti üzerinden uğradığı mobbinge kadar bütün bunlar üniversite atmosferinin doğal bir parçası olarak gizleniyor, söylemsel bütünlük içerisinde “kabullenilebilir” bir alana sıkıştırılıyor. Oysa cinsiyete dayalı ayrımcılık ve bunun farklı şiddet biçimleri olarak yansımaları eğitimde fırsat eşitsizliğine yol açtığı gibi, kampüsleri kadınlar ve farklı cinsel yönelimlere sahip bireyler için güvenli olmayan alanlara dönüştürüyor. Bilimsel tartışmaların birer öznesi olmaktan alıkoyuyor. Akademik kadroların şekillenmesinde, her ne kadar kadın akademisyenlerin sayısal oranı erkek akademisyenlerle eşit olsa da üst yönetim mekanizmalarına çıktıkça bu oranlar arasındaki uçurum giderek artıyor.

Bu cinsiyetçilikten payını aldığımız kampüslerimizde maruz kaldığımız tüm cinsiyetçi söylemler kendimizi ifade etmemizin önüne geçer bir pozisyona geliyor. Bu söylemler kimi zaman kendimize oto-sansür uygulamak zorunda kaldığımız bir baskı aracı oluyor. Bu baskı bir taraftan da erkek egemen akademi içerisinde biz kadınların bilimsel tartışmalara katılırken eşit imkanlara sahip olmadığı, erkeklere nazaran kendini bir adım geride konumlandırmak zorunda kaldığı bir durumu ortaya çıkartıyor. Tüm bunlar da devletin kadınlara yönelik; cinsiyetçi, ayrıştırıcı, insan haklarına saldırı niteliğindeki söylem ve politikalarının üniversitelerdeki izdüşümü olarak karşımıza geliyor.

CİNSİYETÇİLİK DERSLERDE BAŞLIYOR

Üniversiteli kadınlar olarak doğrudan derslerimizde bu durumu yaşıyoruz. YTÜ Çevre Mühendisliği bölümü dersinde, kimyasal temizlik malzemeleri üzerine işlediğimiz ders sırasında erkek akademisyenin “Bayanlar sizler daha iyi bilirsiniz” söylemi derslerdeki içeriklerin bile cinsiyetlendirildiğini bizlere gösteren bir örnek. Ayrıca “Mansplaning” yani “bir erkek tarafından bir kadına küçümseyici veya büyüklük taslayan bir biçimde bir şeyler anlatma” erkek akademisyenlerin hem kadın meslektaşlarına hem de kadın öğrencilerine çokça uyguladıkları bir yöntem. Bu sebepler de kadınlar olarak tüm bu yıpranmaların önüne geçmek adına toplamda akademiye kendi katılım sürecimizi hiç başlatmama ve kendimize oto-sansür uygulamaya başladığımız bir noktaya itiliyoruz.

Öte yandan genç kadınların pandemi döneminde artan ev işi yüküne paralel olarak eğitimlerine daha az zaman ayırabilir hale geldikleri bir durum var. Bunun yanında kadınların evdeki tüm angarya işleri yapıyor olmaları, evin düzeninden ve temizliğinden mesul olmaları, kamera açma ve derse katılma açısından ayrı bir özgüvensizlik oluşturuyor. Çünkü genç kadınlar kendilerinden beklenen hem yaşadığı alanı hem kendisini düzgün ve bakımlı tutma gibi aslında insani olan ancak cinsiyetlendirilmiş işler yüzünden derslerden önce hem kendisini hem evi başka bir düzene koymak zorunda hissediyor. Bu zorundalıklar da yukarıda bahsettiğimiz örnek gibi akademi içerisinde cinsiyetçiliği ve yüklenen sorumlulukları yeniden üreten bir hale bürünüyor. Bu yeniden üretimin bir sonucu olarak ortaya çıkan özgüvensizlik de online eğitim sürecinde biz kadınları erkeklere oranla daha az katılmaya, kamera açmamaya ve derslere katılmamaya iter bir noktaya getirmekte.

Bunlarla birlikte erkek akademisyenlerin tacizi gerek sözel gerek fiziksel şiddet uygulayarak “samimiyet”e gizleme durumları da söz konusu. Bu gizleme durumunun farkında olarak hareket eden kadınlara da evham yaptığı ve her şeyi yanlış anladığı yargıları cevap olarak geliyor. Ve bu noktada kadınlar çoğunlukla susmak zorunda kalıyor.

Kadınlar farklı şekillerde maruz kaldıkları taciz karşısında susmak zorunda bırakılırlarken, erkek öğrencilerin yoğunlukta olduğu mühendislik bölümlerinde kadın öğrencileri yeren, yetersiz gösteren cinsiyetçi şakaların olduğunu da görüyoruz. Tüm bunlar da bilim ve politika gibi önemli konularda kadınların bir söylem üretemeyeceği noktasından besleniyor. Üniversite dersliklerinde özellikle erkek akademisyenler ve erkek öğrenciler tarafından üretilen bu söylemler kadınların akademide kendine yer bulabilmelerinin de önüne geçiyor.

Tüm bu cinsiyet eşitsizliği bir yandan eğitimde fırsat eşitsizliğini de doğuruyor. Bunun en net örneğini kampüsler içerisindeki ders çalışma alanlarımızda görmek mümkün. Örneğin erkekler geç saatlere kadar kütüphanede kalarak proje derslerinde ortaklaşa çalışabilme imkanları bulabiliyorken, kadınların kaldıkları yurtlardaki giriş çıkış saatleri ve aileleri tarafından ev geç gelmemeleri üzerinden yaratılan baskı, kadınları ortak çalışma faaliyetlerinden uzaklaştırarak evlerinde tek başına çalışmak zorunda bırakıyor.

CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİ AKADEMİNİN HER KADEMESİNDE

Bugün kadın akademisyenlerin de iktidarın politikaları ve söylemlerinin beslediği cinsiyetçiliğe her yönüyle maruz kaldığı bir durum söz konusu. Görece daha az kadın akademisyenin bulunduğu fakültelerde kadın akademisyenlerin meslektaşları ve okul yönetimi tarafından ciddiye alınmadığı, dalga geçildiği, sözlü tacize maruz kaldıkları durumda da erkek öğrenciler tarafından da bu şiddet türlerinin yeniden üretilebildiğini görüyoruz. Kadın akademisyenlerle yürütülen birçok çalışmadan çıkan ortak söylem yaşı genç kadın asistanların erkek öğrencileri tarafından ciddiye alınmayışları, küçümsenmeleri. Kendi yaşına daha yakın bir kadının kendisinden üst bir konumda bulunmasının “erkekliklerini” zedeleme güdüsünden beslenen bu davranışlar da gösteriyor ki; öğrenci, asistan ya da profesörken bir kadın olarak kendimizi var edebilmek için sürekli bir savaşın içinde olmak zorundayız. Yapılan kadın çalışmaları etkinlik ve araştırmalarına okul yönetimi tarafından sürekli olarak müdahale edildiği bir ortamda kadın çalışmaları yapmanın da önünün kesildiği bir gerçek.

Kısacası üniversiteler ve akademi içerisinde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yeniden üretilmesi kadın öğrenci olarak var olabilmenin de kadın akademisyen olarak var olabilmenin de zorluğuyla bizleri karşı karşıya bırakıyor. Bulunduğumuz her alanda kendimizi var edebilmek adına verdiğimiz mücadeleler akademi içerisinde de belki de en gizli ama en sert halleriyle karşımıza dikiliyor.

ÖNCEKİ HABER

İlkokul ve ortaokullarda ders saati 30, tenefüsler 10 dakika olacak

SONRAKİ HABER

Mühendis kadınlar ayrımcılığın tam karşısında

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa