Mola | Kadın-erkek eşitsizliği: Bu çelişkiler yumağı nasıl çözülecek?
"Henüz bir sınıf olarak hareket etmeyen işçilerin bu eşitsizliğin aynı zamanda sınıfsal eşitsizliklerin de ayrılmaz bir parçası olduğunu görmesi bu noktada çok kolay değil."
Fotoğraf: Evrensel
Fırat TURGUT
Sinan CEVİZ
İstanbul
“Hiçbir kadın dayağı hak etmez. O canı biz vermemişiz ki ona zarar verelim, canı veren Allah’tır. O da çalışıyorsa kendi rızkı için mücadele ediyordur...”
Kendisini “namazında niyazında” biri olarak tarif eden, görüştüğümüz 3 liman işçisinden Mustafa’nın ağzından çıkan bu sözler, biraz sonra söyleyeceklerinden sonra, seçimlere birkaç ay kala insanları ikna etmek için elindeki kozları kullanan sistem partilerinin vaatlerini hatırlatıyor... Kendisini muhafazakar bir vatandaş olarak ifade ettiği için bu sözlerinden sonra ona ‘Kadının dövülebileceği’ yönündeki ayetleri hatırlattığımızda “Ama o kendi hanımına, kendi çocuğuna. Dediğinin tam tersinde ısrar ediyorsa onda da önce güzellikle şey yapacaksın” diyor. Dahası var: “Dine göre bir bayanın erkeklerin içinde çalışması caiz değildir. Kadın evinde oturacak, çocuğuna bakacak, akşam gelen eşiyle ilgilenecek. Bir bayanın kapanış şekli, kalkıp oturma şekli vardır. Dine göre bir bayan kendisini süsleyerek dışarı çıkamaz, öyle bir hakkı yok. Sen işten gelince sana süslenecek, seni kendine çekecek, gözünü dışarıdan alacak...”
‘DAYAK HİÇBİR ŞEYİN ÇÖZÜMÜ DEĞİL AMA...!’
Konuştukça mesele aile dışına da çıkıyor: “Mesela bugün bayanların çoğu yanlış giysiler giyiyor. Vücudu belli eden elbise niye giyilir? Giyildiği zaman o bakıyor bu bakıyor. Şeytan bakanın kalbine giriyor, onu yoldan çıkarmaya çalışıyor.”
Arif’le Ahmet ise Mustafa’ya karşı çıkıyor. Arif, “Kadınlar evlerinde daha rahat giyiniyorlar. Mesela tekstilde etekle çalışmak zordur, pantolon giymek daha rahattır” derken, Ahmet de “Dayak hiçbir şeyin çözümü değil” diyor. Mustafa’nın sözlerinin kısa sürede değiştiği düşünüldüğünde, Arif’le Ahmet’in bu sözlerinin arkasından ne geleceğini görmek için bir soru soruyoruz: “Eşinize şiddet uyguladınız mı?” Soru, işçilerde yerlerinde hafif bir kıpırdanmaya yol açıyor önce. Sonra “Tartışma olmayan ev yoktur” diye yumuşak bir şekilde yanıtlansa da, sorunun yanıtını almak için ısrar edince cümleler dökülüyor. Evliliğin başlarında eşlerini dövdüklerini söyleyen Ahmet ve Mustafa, ‘gerekçe’ olarak da görücü usulü evlendiklerinden dolayı birbirlerini tanımamalarını: “İnsanlar birbirini tanıdıkça tahammül artıyor.” Arif ise “Bazen aramızda şakalaşıyoruz, karşılıklı sertleşmelerimiz oluyor. Şaka dışında hiç olmadı” diyor. Hiç olmamasının nedeni de Arif’in tavrından öte eşinin tavrından kaynaklı: “Eşim beni sakinleştirmeyi başarıyor.”
Mustafa pişman olduğunu söylüyor ama özrü kabahatinden büyük: “Çünkü karşımdaki kişi aciz. Gücü bana yetmiyor ki karşılık versin. Bana ‘Kendini benim yerime koy, ben senin yaptığını yapsam nasıl davranırsın’ diyor. Ben hak veriyorum yine.”
DIŞARIDAKİ ŞİDDETE KARŞI, ADALETSİZLİĞE ÖFKELİ AMA…
Son zamanlarda artan kadın cinayetlerini hatırlatıyoruz işçilere. Hepsi öfkeli. Mustafa, “Ben onları şiddetle kınıyorum. Benim elimde olsa direkt idam ederim. Mesela son dönemde çocuklara çok fazla oluyor. Direkt meydan dayağı…” diyor. Ahmet ve Arif de adalet eleştirisi yapıyor: “Adalete baktığımız zaman çok gerideyiz. Kadın şiddet görmüş, başvurmadığı yer kalmamış, hiçbir işlem yapılmamış. Kadına şiddet uygulayan korona nedeniyle cezaevlerinden çıkıyor. Gel de bu adalete inan...”
Arif ayrıca, “İdam değil, hayvanlar yerine denek olarak kullansınlar. Cezaevinde olacaklarına madenlerde çalışsınlar. İşçiler öleceğine onlar ölsün. Sağ kalırlarsa vatana millete bir faydaları olur” diyor.
Kadın cinayetlerinde öne çıkan nedenlerden biri de kadının boşanma isteği. En başta “O canı biz vermemişiz ki zarar verelim” diyen Mustafa yine en uçta: “Eşim boşanmak isteyebilir ama bunu diyemez. Bizde sıkıntı olur. Laf oluyor. ‘Acaba hanımı başka biriyle mi şey yapıyor, kocası başka biriyle mi gördü ki boşadı’ gibi. Bu milletin diline düşme.”
Arif’in cümleleri ise toplumun “harcı” olarak görülen ailenin, kadınların ayağında nasıl bir prangaya dönüştüğünün göstergesi: “Ben bazen eşime ‘Seni boşayacağım’ diye takılıyorum. Bana ‘Ya sen beni öldürürsün ya ben kendimi. Ben ailemin evine gitmem’ diyor. Gitmiş olsa ailesi onu öldürür.”
Kadın cinayetleri ve tecavüz konusunda öne çıkarılan ‘gerekçelerden’ biri ‘kadınların giyimi’. Başta “Vücudu belli eden kıyafetler giyiyorlar” diyen Mustafa şöyle devam ediyor: “Giyimini yanlış bulsam da bundan dolayı birini taciz etme gibi bir hakkım yok. Demek istediğim onlar da biraz çekidüzen verseler belki bu durumların önüne geçilir.”
Kadın cinayetlerinde öfkelenip gözleri büyüyen, adaletsizliğe tepki gösteren işçilere evliliğin başlarında uyguladıkları şiddeti hatırlatıp, eğer eşleri haklarını arasalardı ve şikayetçi olsalardı ne olacağını soruyoruz. Mustafa, “O yetki yok onlarda. Olsaydı belki çoktan yapmışlardı da. Öyle bir durumda haklı olurlardı. Cezayı hak etmişizdir” diyor. Ahmet bu kez Mustafa’dan daha açık ve tehlikeli konuşuyor: “Her meselede kalkıp da seni şikayet etmesi bana kalırsa yanlış bir şey. Mesela ben eşime şiddet uyguladım, beni şikayet etti, bir iki ay uzaklaştırma aldım. İki ay sonra bu uzaklaştırma bitince ben gene eve geleceğim. O psikolojiyle daha da kötüye gider!”
KIZI OLSA OKUTMAZ AMA EŞİ İÇİN KADIN DOKTOR ARAR
Başlarda Mustafa’nın şiddetle itiraz ettiği kadınların çalışma haklarına geliyor konu. Mustafa hâlâ katı: “Benim hanım mesela, bugüne kadar çalışmadı, çalışmasına da izin vermem. Ben açlıktan ölsem bile ona müsaade etmem.” Eşinin çalışmak isteyip istemediğini sorduğumuzda, “Birkaç kere söyledi. ‘Sana destek olayım. Sen tek çalışıyorsun, çocuklar var. Sıkıntılar oluyor. Sen tek yetişemiyorsun’ dedi. Ama ben izin vermem” diyor. Ahmet “Ben 9 senedir evliyim, 1 günü bırak, 1 saat çalıştırmam. Çünkü onun çalışmasına ihtiyaç duymuyorum. Bir şekilde yettirmeye çalışırım. Günde iki işe giderim ama onu çalıştırmam. Evi çevirip çocuklara baksın yeter” derken Arif ise şunu söylüyor: “Aslında kadınlar bizden daha çok çalışıyorlar. Biz 8 saat çalışıyoruz, onların mesaisi 24 saat. Şu an ihtiyaç duymuyoruz ama yarın ne olacağını kimse bilemez, çalışabilir.”
4 erkek çocuğu olan Mustafa daha da ileri gidiyor: “Çok istedim kızım olsun diye ama Allah vermedi. Tabii olmayınca biraz daha rahat konuşuyor insan. Tereddüt yaşarım okutur muyum diye. Ama çalıştırmazdım o kesin. Belki de ben böyleyim diye Allah vermedi.” Ahmet de Mustafa’ya destek çıkıyor: “Benim de kız çocuğum yok ama olsaydı şu anki tabloda onu okutmazdım. Toplumsal olarak çok kötüyüz.”
Arkadaşlarına direkt karşı çıkan Arif ise benzer soruyu ağzımızdan alıyor: “İkiniz de yengeleri hastaneye götürdüğünüz zaman bayan doktora götürüyorsunuz değil mi?” Biraz eveleyip geveledikten sonra iki işçinin de yanıtı ortak: “Doktorluk bir görev sonuçta, yeminle oraya gelmiş, erkeği kadını fark etmez ama dediğin yüzde 99 doğru...”
“İşte bizim de kaybettiğimiz nokta bu” diyor Arif: “Özellikle muhafazakar kesim, eşini bayan doktora götürür. Ama okumaya geldi mi benim çocuğum okumasın. E seninki okumasa benimki okumasa kimin çocuğu doktor olacak?”
BU EŞİTSİZLİK KİMİN İŞİNE YARIYOR?
Başta da belirttiğimiz gibi görüştüğümüz, çalışma alanlarında hiçbir kadının olmadığı 3 liman işçisi. Mustafa ile Ahmet en uçta, Arif ise görece açık görüşlü. Cümleleri arasına sıkıştırdığımız her soru çelişkilerini açığa çıkardıkça biraz şaşkın, biraz mahcup, ama nihayetinde kendi deyimleriyle “toplum böyle” olduğu için “haklı” hissettiklerini gözlemliyoruz. Şiddeti yeniden üreten düşünce biçimleri, öz eleştirinin kadının ‘aciz’ olduğu varsayılarak yapılması, bir kız çocuğunun doktor olabileceği sonucunun bile “Eşi götürecek kadın doktor lazım” gibi bir yerden çıkması, “Toplumsal olarak çok kötüyüz” deyip, kendisinin bu toplumsallığın bir parçası olduğunu görememesi, kendinde değiştirici bir öz bulamaması…
Sohbetimiz; bu düzenin kadınlara ve erkeklere biçtiği rolleri somutlarken, aynı zamanda erkeklerin de bu eşitsizliğin konforundan memnun olduklarını, evdeki patron rolünden hoşnut göründüklerini de gösteriyor. Diğer yandan da kapitalizmin can damarlarından biri olan gericiliğin, kadın ve erkek arasında sürekli olarak yeniden yeniden kurulan eşitsizliğin gündelik görünümlerine işaret ediyor söylenenler. “İşinde gücündeki” emekçilerin, henüz bir sınıf olarak hareket etmeyen işçilerin bu eşitsizliğin aynı zamanda sınıfsal eşitsizliklerin de ayrılmaz bir parçası, vazgeçilmez bir unsuru olduğunu görmesi bu noktada çok kolay değil. Sorgulamama, bir açıklama yaparken neden sonuç ilişkisi kurmama, sıkıştığı noktada dine sığınma, aileden başlayarak itaati zorunlu kılma ve bu “nimetleri” kendi konforu için kullanma... Mustafa’nın “Eşim ‘Sen evin ihtiyaçlarına tek başına yetişemiyorsun, işe gireyim, diyor ama izin vermem”, Ahmet’in “Gerekirse iki işe giderim yine de çalıştırmam” sözleri erkeğin kadın üzerindeki hükmünün meşrulaştırıldığı bir ilişki biçiminin en güncel halini ortaya koyuyor. Diğer yandan erkek egemenliğinin hüküm sürdüğü bu düzende bir işçi ailesinde kurulan bu eşitsiz ilişkinin esasında kimin, neyin işine yaradığını şu bilgiler ortaya seriyor. Liman İşçisi Mustafa, evi geçindirme konusunda gün geçtikçe daha da zorlanıyor ama sırf eşini çalıştırmamak için her gün daha fazla mesaiye kalıyor, Ahmet ise ikinci bir iş, hatta bulsa ve zamanı olsa üçüncüyü de yapacak. Bu ikinci iş kayıt dışı olduğu için de karşılığında üç kuruş para alacak...
SORUN BAZEN KAVRANIYOR AMA AŞMAK İÇİN BİR ÇABA YOK
İşçilerle yaptığımız görüşmede sorduğumuz bazı sorulara aldığımız cevaplar şu şekilde:
Eşinizin sizden korktuğunu düşünüyor musunuz? Böyleyse bir ilişkide bu sağlıklı mı?
Arif: Benden değil aile yapısından dolayı ister istemez korkuyor. Erkek ne derse odur, her zaman haklıdır diye yetiştirilmiş. Ondan dolayı her zaman alttan alır.
Bu durumu kullanıyor musunuz?
Arif: Kullanmıyorum. Eşimle daha çok vakit geçirmek istiyorum. Mesela ‘Birlikte bir şeyler yapalım, gezmeye gidelim’ diyorum sık sık.
Siz istediğiniz zaman çıkıp geziyor, arkadaşlarınızla buluşabiliyorsunuz. Eşiniz bakmanız için çocukları size bırakıp gezebilir mi?
Arif: Çıkıp gezmesinde hiçbir sıkıntı yok. Ama Allah göstermesin, ‘Cenazeye gideceğim’ dese, ‘Al çocukları da götür’ derim. Üç çocuğum var, bir saatten fazla zaman geçirince kafayı yiyorum.
Mustafa: Benim eşim ‘Üst kata çıkıyorum haberin olsun’, ‘Çocukları parka götürüyorum’ diyecek. Söylemeden çıkmıyor zaten.
Siz eşinize hesap vermeli misiniz?
Ahmet: Kadın yerine göre hesap sorabilir tabii. Ben birazdan eve gittiğim zaman eşim ‘Neredesin’ diye soracak, ‘Arkadaşlarla oturuyordum’ diyeceğim. Ama konunun burada bitmesi lazım.
Mustafa: Ben soracağım ama o sormayacak. Bana göre doğru olan bu.
Kadınlara bu yaşatılan/yaşattığımız normal mi sizce?
Arif: Valla normal değil. Öncesi var bu işin, nasıl yetiştirildiğimize kadar gidiyor.
Bunu aşabilmek için çaba sarf ettiniz mi?
Hiçbirinden cevap yok.
O zaman bu durumu kullanıyorsunuz...
Cevap yok...
8 Mart’ı biliyor musunuz?
Hepsi: Dünya Kadınlar Günü
25 Kasım’ı biliyor musunuz?
Hepsi: Bilmiyoruz.
İstanbul Sözleşmesi’nden haberiniz var mı? Son zamanlarda Erdoğan da ‘Biz milli sözleşme yapacağız’ gibi şeyler söyledi.
Mustafa: Ben bilmiyorum.
Arif: Birkaç kere denk gelmişliğim var ama içeriğini bilmiyorum.
Ahmet: Ben Erdoğan’ı gördüğüm zaman kanalı değiştiriyorum.
BİR İŞÇİ DİĞERİNİ LGBTİ HAKLARI KONUSUNDA İKNA ETMEYE ÇALIŞIYOR
Boğaziçi Üniversitesine “kayyum rektör” atanması sonrası AKP İktidarının hedefe koyduğu kesimlerden biri de LGBTİ bireyler oldu. Bu konuda da Mustafa yine en uçta, Arif ise onu ikna etmeye çalışıyor.
Mustafa: Bir Müslüman ülkede ne işin var LGBT ile şununla bununla. Allah seni o şekil yaratmışsa o şekil kal.
E öyle yaratmış, o şekilde kalıyorlar zaten...
Mustafa: Tamam zaten öyle yaratmış ama bir insanı yaratırken sınıyor. Biz bu dünyaya sınanmaya gelmişiz... Herkes kendi kaderine razı olsun.
Arif: Tamam, bıraksalar razılar zaten...
Mustafa: Razı değiller. Değişik şeyler yapıyorlar.
Arif: Mustafa sen erkeklerin nefsi kayıyor diyorsun ya. Onların da nefsi kayıyor, ne yapsın?
Müslüman ülke dedin. Ama taciz tecavüz vakalarında bir artış var, bu niye böyle?
Mustafa: Bu aileden kaynaklanan bir şeydir. Anneye bakıyorsun dört dörtlük, yanındaki kızına bakıyorsun yarı çıplak geziyor.
Hepsinde olmasa da bazı gayrimüslim ülkelerde kadına yönelik şiddet oranı düşük. Bazı haklarda bizden daha ileride...
Mustafa: Bizde özenti çok. Teknolojiden çok kaybediyoruz. Daha küçük yaşlarda son model telefonlar.
Gelişkin ülkelerde de var bunlar, hem de fazlasıyla...
O ülkeler teknolojiyi güzel yerlerde kullanıyor. Ama biz maalesef kötü yerlerde kullanıyoruz...