10 Mart 2021 23:55

"Neşen yerinde" itirafıyla iç içe bir ölümcül salgın

İlk destek paketinin patron temsilcisine, "neşen yerinde" denilerek duyurulmasına paralel pandemi süreci geçirildi. Bir yanda sömürü ve siyasi rantla neşelenenler, diğer yanda ölenler...

Fotoğraf: Anadolu Ajansı

Paylaş

Bülent FALAKAOĞLU

Türkiye’de ilk Kovid-19 vakasının hükümet tarafından resmen ilan edilmesinin (11 Mart 2020) üzerinden tam bir yıl geçti. Ülke salgının yıl dönümüne ‘Kontrollü normalleşme’ altında girdi. Hızla artan vaka sayıları 14 bine yaklaşırken, ‘Normalleşme’ kararının tıbbi gerekçelerle alınmadığı gerçeği her geçen gün biraz daha anlaşılır oluyor.

Tam da böyle riskli bir dönemde aradan geçen bir yılın bilançosunu çıkarmak, hem salgın yönetimi hem nasıl bir yönetim altında yaşadığımız hakkında fikir verecek. Hem de daha iyi daha sağlıklı bir yaşam için yürünmesi gereken yolu işaret edecek.

Bu amaca hizmet etmek üzere hazırlanan dosyamız üç gün sürecek!

Bir yıl önce 11 Mart'ta ilk pozitif vaka açıklandığında, ‘ciddi’ ekonomik ve sosyal tehlikeler barındıran, gündelik hayatı derinden etkileyecek bir sürecin başladığı açığa çıktı. Ama her gün, her konuda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan ise adeta kayboldu.

İlk vakanın ilanından bir hafta sonra, 18 Mart’ta ortaya çıktı ve ulusa seslendi. İşte o sesleniş Türkiye’nin salgın sürecini nasıl geçireceğini gösteren işaret fişeği oldu! Patron temsilcilerinin hazır bulunduğu bir salonda yaptığı o ‘ulusa sesleniş’te Erdoğan ekonomik büyüklüğü 100 milyar lirayı bulan bir destek paketi açıkladı. İhtiyaç sahibi ailelere nakdi yardım için ayrılan kısmı ise sadece ve sadece 2 milyar TL’ydi. Yani paketin yüzde 2’si.

Bu oran paketin sermayeyi desteklemek üzerine kurulu olduğunun kanıtıydı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, paketin açıklandığı salonda hazır bulunan patronlar arasında yer alan TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’na dönerek söylediği şu sözü de itiraf niteliğindeydi: Neşen yerinde!

Belli ki halkın neşesini kaçıracak pandemi sürecinde patronların neşesi yerinde tutulacaktı. Bu nedenle ‘Yaşlılara kolonya dağıtacağız’ vaadini de içeren paket kamuoyunca şöyle özetlendi: Yaşlıya kolonya, yoksula dua, patrona para.

Pandeminin yükünün işçi-emekçi halk kesimlerine yıkılacağını gösteren o konuşmanın ardından bir hafta sonra gelen ikinci ‘ulusa sesleniş’ ilk sesleniştekini teyit etti. İkinci sesleniş işçilerin emekçilerin sağlığının önemsendiğini ve salgından korunmak için gerekli önlemlerin alınacağını müjdelemiyordu.

Ne pahasına olursa olsun patronların kârlarından herhangi bir eksilmenin olmamasını, sömürü çarklarının dönmeye devam etmesini esas aldıklarını ilan ediyordu:

Evden sürdürülemez olanlarda üretim işyerlerinde sürecek. Evden çalışabilecekler ev izolasyonuna dahil olarak çalışacak. 65 yaş üstü nüfus, öğrenciler, çocuklar gibi ‘Ekonomik açıdan çok anlamlı bulunmayan’ kesimler eve kapatılacak.

Bundan iki gün sonra salgın ‘stratejisini’ iyice belirginleştiren şu cümle geldi: “Üretimin ve ihracatın devamı en önemli önceliğimizdir”.

Öyle de oldu; başta sanayi olmak üzere birçok sektörde işçiler ve üretici köylüler hayati risk altında, sağlıkları hiçe sayılarak çalıştırıldı. Kamuda ve özelde evden çalışabilen ofis-büro emekçileri esnek çalışma modeline geçirildi. Küçük esnaf, gündelik işçiler, işportacılar vs. kaderine terk edildi.

ÜÇÜ BİR ARADA FIRSATÇILIK

İlk gününden itibaren hükümet de sermaye de salgını fırsata çevirmenin peşine düştü:

  1. Sömürü,
  2. Yağma ve
  3. İktidarın ‘tahkimatı’

Bu üçü için hayal edilip de yapılamayan ne varsa onu hayata geçirebilmenin fırsatına dönüştürüldü pandemi süreci. Pandemiye eşlik eden ekonomik krizin de eklenmesiyle ağırlaşan tablo için bu fırsat, yükün emekçilerin sırtına yüklenmesi anlamına geliyordu. Birtakım ‘önlemler’ büyük bir ustalıkla çalışan lehineymişçesine alındı.

Örneğin, ‘İşten çıkarma yasağı’ ilan edildi. Çok geçmeden bu adımın yaygın bir ‘ücretsiz izin’ uygulamasına geçiş vizesi olduğu görüldü. Ücretsiz izne çıkarılan milyonlar günlük 39 liraya (yıl başından itibaren 47 TL oldu) mahkum edilirken... Patron tazminat ödemeden fiilen işçileri işten atmış oldu. İşsiz kalsa daha yüksek işsizlik maaşı alacak olan çalışan gelir kaybına uğradı.

Ücretsiz izne gönderilmeyen milyonlarca çalışan da kısa çalışma ödeneğine mahkum edildi. Zaten kimseyi doyurmayan yasal asgari ücret de fiilen ortadan kalktı. Patronlara, üç kuruşa çalıştırma fırsatı doğdu.

Krizi ve pandemiyi fırsata çevirme bununla sınırlı kalmadı. ‘İşten çıkarma yasağı’ uygulamada işten çıkarmaları değil, işten atmalarda patronlar için tazminat ödeme zorunluluğunu ortadan kaldırdı. Üstelik uygulama işçinin haklı fesih hakkını da ortadan kaldırdı.

Fesih hakkı elinde alınan işçilerden on binlercesi nakdi ücret desteği geçinmeye yetmediği için… Süreç uzadıkça, kendi rızasıyla kıdem tazminatından vazgeçerek istifa edip, başka bir işe girmek zorunda kaldı.

Patronlar ‘sözde yasağa’ rağmen işten atmayı sürdürdüler. Tazminat ödemeden işten atmayı sağlayan ‘Kod 29’u (Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller) silah olarak kullandılar; “Ahlaksız davranış” anlamına gelen Kod 29 ile işçinin geleceğini de ipotek altına aldılar. Çünkü bu maddeyle işten atılanların yeniden iş bulabilmesi zorlaşmıştı.

***

Esnek çalışma çalışanların hayatına yeni girmedi. Ancak yaygın ve düzenli uygulanımı pandemi sürecinde test edilmiş oldu ve görüldü ki evden çalışma sayesinde işverenin masrafları da azalmaktaydı. Böylece esnek çalışma pandemi döneminde açıklanan ekonomi raporlarına girdi sonra da işverenler teker teker esnek çalışmanın kalıcı olacağını açıklamaya başladılar.

Pandemi öncesi 08.00-17.00 olan mesai saati, evden çalışmayla birlikte tamamen değişti. Mesai saati diye bir kavram da hafta sonu, hafta içi ayrımı da ortadan kalktı. Her an iş istenebilir hale geldi. Gece yarısı atılan mailler, gün boyu süren mesajlaşmalarla bir çok çalışan için tüm hayat iş haline getirildi. Evler ofise döndükçe, uzaktan çalışma patron için ofis masraflardan da kurtulduğu bir fırsata dönüştü.

Evden çalışanları yazılım programlarıyla denetleyen patronlar, işyerindekilere de aynı denetim kelepçesini vurabilmek için pandemiyi fırsat bildi.

***

Birçok işyerinde gerekli önlemler alınmadan çalışılması bir yana… Kovid vakaları rastlanan işyerlerinde üretim durmadı. Aksine işçiler hastalanan arkadaşlarının yerine de fazladan çalıştırıldı.

Çin’de halen mevcut bulunan, uzun süredir sermayenin hayallerini süsleyen ‘Kapalı devre çalışma sistemi’, ‘çalışma kampının’ ta kendisi gündeme geldi. Koronavirüse karşı yeterli önlem almayan patronlar, ‘izole üretim tesisleri’, işçilere birbirlerine yaklaştıklarında uyarı verecek (Sosyal mesafeyi korumak bahanesiyle) ‘mess-safe’ isimli boyunduruk takmak gibi öneriler getirdiler.

Öncelikleri sağlık değildi. İşçileri çalışma sürelerinin dışında da denetim ve baskı altında tutabilecekleri, sömürüyü azami düzeye çıkaracak bir çalışma düzeniydi arzuladıkları.

EKONOMİK VE SİYASİ RANT

İktidar da süreci ‘ekonomik ve siyasi ranta’ çevirmekte mahir davrandı. “Ülkede salgın hastalık var, ekonomik kriz derinleşiyor. Halk için birtakım önlemler almak, desteklerde bulunmak gerekir” diye düşünmeyi değil rant ve kâr kaynaklarını güçlendirmeyi, daha önce yapamadıklarını yapmak için emekçilerin bu en zayıf olduğu dönemden yararlanmayı tercih etti. Kanal İstanbul’un temeli atıldı. Pandemi için sahra hastanesi kurulacağı duyurulduğu halde İstanbul Havalimanının üzerine kurulu olduğu arazi iç edildi. İhale Saray’ın müteahhiti Rönesans’a verildi. Hastanenin pandemi için değil de sağlık turizmi için kurulacağını Cumhurbaşkanı açıkladı.

AKP’nin dünya yıkılsa vazgeçmediği ‘beton ekonomisi’ tam gaz ilerledi. İş makineleri sahilleri, ormanları, kentleri oymaya devam etti. Doğa talanı sürdü. Bursa Kirazlıyayla köyünde, maden şirketinin sokağa çıkma kısıtlamasını fırsat bilerek, ağaç kesimi ve şantiye yapımına başlandı... Olimpos’un sit alanı derecesi düşürüldü. Salda Gölü’ne iş makineleri girdi. Kaz Dağları talanı başladı.

Ve daha saymakla bitmeyecek birçok vaka gündemden hiç düşmedi.

***

Pandemi ve kriz ortamı siyasi düzenlemeleri yapmak için de elverişli bir ortam olarak görülüyordu.

Belediyelere kayyum atamaktan muhalefetin pandemi kurallarına uygun eylemlerini bile yasaklamaya…

Büyük baroları bölme yasasından, sermayeye için ‘atıkları’ kârlı hale getirmeye yönelik Türkiye Çevre Ajansı kurmaya…

Kovid-19’la ilgili haber yapan, hatta sosyal medya paylaşımlarında bulunanları da kapsayan şekilde pandeminin medyayı hedef almanın fazladan bir bahanesine dönüşmesine…

Cezaevlerinde siyasi tutuklulara yönelik hak ihlallerine göz yummaktan ‘iktidar sever’ mafya liderlerini salıvermeye…

Tek adam rejiminin tahkimatına hız verdi. Muhalefetin sesini kesmeye çalışarak, grev yasaklayarak, toplanma ve gösteri hakkının önüne engeller çıkartarak daha baskıcı, yağmacı bir rejimin eksikleri tamamlanmaya çalışıldı. O kadar ki iktidar ortakları için Anayasa Mahkemesi, Yargıtay gibi kurumlar bile bir yük haline gelmeye başladığından bu süreçte “Anayasa Mahkemesi kapatılsın”, “Şu kadar vekilin dokunulmazlıkları kaldırılsın”, “HDP de kapatılsın” sözleri bolca işitildi. İktidar partilerinden başka hiçbir kurumun ve partinin açık kalmasına izin verilmeyen bir diktatörlük eğilimi açıkça görüldü.

İşin özeti: Süreç, sermaye ve iktidar için üçü bir arada (sömürü, talan ve baskı) fırsata dönüştürüldü

KİMİNE YASAK KİMİNE AYRICALIK

İktidar ‘sosyal mesafe’ kavramını sosyal bir izolasyona çevirerek yaygın bir baskının manivelası haline getirdi. Böylece toplumu dizayn etmeye koyuldu. Pandemiyi, her türlü hak arayışını engellemenin barikatı, otoriterliğini artırmanın payandası kıldı.

O barikat gün geldi, iktidarın ‘Etkisizleştirme’, ‘Yandaşlaştırma’ hamlesi baroları bölme girişimine karşı çıkan avukatların

Gün geldi bölünmeye rağmen istenilen sonuç elde edilemediği için baroların kongre yapmasının

Gün oldu sendika hakları için yürüyen ya da grev yapmak isteyen işçilerin

Gün oldu tazminatlarını alabilmek için yola düşen madencilerin

Toplantı, gösteri yapmak isteyen kesimlerin…

Doğasına sahip çıkan köylünün

Kayyum rektör atamasına itiraz edip, özerk demokratik üniversite talebini dile getiren öğrencilerin

Şiddete, cinayete, tecavüze karşı duran kadınların

Valilikler illerinde neyi engellemek istiyorsa… İktidarın çizdiği sınırlarının dışında siyaset yapan kim varsa onun önüne kuruldu!

***

İktidar bu süreçte başkaları için yasakladıklarını kendisi için istisna haline getirerek, siyasi ihtiyaçlarını halk sağlığının önüne koydu.

Ayasofya’yı fethedercesine kitlesel ibadete açış…

Devlet erkanının katıldığı kitlesel cenaze törenleri…

Cumhurbaşkanının parti başkanı sıfatıyla şehir şehir gezip katıldığı lebaleb AKP kongreleri…

Hepsi virüsün yayılmasını hızlandıran, bütün ülkede virüse karşı mücadeleyi arkadan hançerleyen, vatandaşta gevşemeyi tetikleyen…

Kepenk kapatmış esnafın, eğitimi aksamış öğrencilerin, sokağa çıkması yasaklanmış 65 yaş üstü yurttaşların tepkisine yol açan adımlar oldu.

Lakin iktidar, tüm bunlara rağmen, zayıflayan hegemonyasını güçlendirmeye yönelik gördüğü adımları atmakta tereddüt etmedi.

TEPKİYİ DİNSELLEŞTİRMEYLE BÖLME

İktidar kitle tabanındaki erimeye karşı araçsallaştırdığı hayatın her alanını dinselleştirme ve bunun üzerinden kutuplaştırma tutumunu pandemi sürecinde de sürdürdü. Pandemi yükü üzerine yıkılanların öfkesini bölmeyi hedefledi. 

Hafta sonu sokağa çıkma yasaklarında marketler ve büfelerde kola, cips alınabilirken alkol alınmasının yasaklanması… Camilere gidiş serbest bırakılırken okulların kapalı tutulması, yılbaşı eğlencelerine izin verilmezken ‘dini liderlerin’ cenazelerine kitlesel katılımlara göz yumulması gibi pek çok örnek… Kısıtlamaların dinselleşme ekseninde bir fırsata dönüştürüldüğünün göstergesi oldu.

Yarın: Gerçeği gizleyerek gelen normalleşmenin ağır bedeli

ÖNCEKİ HABER

İçişleri Bakanlığı, Ekrem İmamoğlu hakkında soruşturma başlattı

SONRAKİ HABER

Esnaf mektubu: Salgın ile korkutup başarıyorlar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa