10 Mart 2021 23:25

Gülçin Karabağ: İktidarın geniş toplumu gözeten bir politikası yok

Siyaset Bilimci Gülçin Karabağ: Salgının sorumluluğu birçok alanda olduğu gibi 'neoliberal bireyin' zaten ağır yükler altındaki omuzlarına yüklendi.

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Şerif KARATAŞ
İstanbul

Dünya ve Türkiye’yi etkisine alan koronavirüs pandemisinin etkisi sürüyor. Türkiye’de resmi olarak vakanın açıkladığı 11 Mart 2020’nin üzerinden bir yıl geçti. İktidarda bulunan AKP, pandemiye karşı başarılı bir mücadele verdiğini söylese de bir yıl içinde yaşananlar bu durumun tersini ortaya koyuyor. İkdidarın bu bir yılda neler yaptığını, süreci nasıl yönettiğini Siyaset Bilimci Gülçin Karabağ ile konuştuk.

Karabağ, iktidarın salgının sorumluluğu birçok alanda olduğu gibi “neoliberal bireyin” omuzlarına yüklediğine dikkat çekerek, geniş toplumsal kesimleri gözetmeye yönelik net bir politikası olmadığını söyledi. Hükümet sisteminin değişmesi ile beraber devletin kurumsal kapasitesinin de erozyona uğradığına dikkat çeken Gülçin Karabağ, “iktidarın yereli gözetmesi gereken ciddi bir organizasyonu becerecek uzmanlık bilgisine sahipti diyemiyoruz” dedi.

Salgın süreciyle devletin yurttaşa yaklaşımına ilişkin değerlendirmeler yapan Karabağ, “100 yıldır ilk defa yaşanan böylesi zorlu bir pratiğe ne şekilde tepki verileceği, nelerin önceliklendirileceği devletler ve yurttaşlar arasındaki ilişkiye dair de çok şey söyledi” dedi.

Karabağ, Türkiye’de özelinde ise “milli birlik ve beraberliğe” her zaman farklı sebeplerle ihtiyaç duyduğumuz vurgusunun çokça yapıldığı ve son dönemde de “aynı gemide” olduğumuzun ısrarla vurgulandığı hatırlattı. "Siyasi atmosferde ve kelimenin temel anlamıyla ancak birlikte hareket edilerek atlatılabilecek böylesi bir süreçte toplumun geniş kesimleri, siyasi iktidarın kendilerinden yana olmayan açık tercihleriyle karşılaştı” ifadelerini kullandı.

İKTİDAR SALGINLA MÜCADELEYİ BİREYE BIRAKTI

Türkiye’de siyasi iktidarın salgın sürecini nasıl yönettiğine dair yurttaşların karne vermesi durumunda geçerli not alamayacağını belirten Karabağ, “Türkiye uzun bir süredir siyaseten ve ekonomik anlamda yönetilemez bir durumda ve salgın bu durumu iyice derinleştirdi” dedi.

Salgının başından beri uzmanların 14 günlük tam kapanma önermesine rağmen bu kararın ısrarla alınmadığına vurgu yapan Karabağ, şöyle devam etti:

“Kısmi kapanma süreçlerinde zaten uzun süredir ekonomik kriz içerisinde yoksullukla mücadele eden geniş toplum kesimlerinden işyerlerini nakdi yardım olmadan kapatmak zorunda kalanlar iyice yoksullaştı. Bunun yanı sıra hayatlarını sürdürmek için kredi alarak borçlananlar ise, yoksulluk durumunu geleceğe de taşımış oldu. Salgından en çok etkilenen ve bulaşa en çok sebep olabilme potansiyeli olan yaş aralığındaki yurttaşların çok büyük çoğunluğu ise çalışmaya mecburen devam etti. Evlerinde kalarak çalışma şansı olmayan çok geniş kesimler bu süreçte 'mesafe, maske, hijyen' mottosu eşliğinde ve 'bireysel sorumluluğunu' yerine getiremediği için yoğun bakımda vicdan azabını yansıtan iç sesiyle herkese korku salan televizyon reklamlarını izleyerek her gün işine gitmeye devam etti. Herkesin sağlıklı bir evde yaşadığı, yeterli beslenme ve hijyen koşullarını sağlayabileceği varsayılarak salgının sorumluluğu birçok alanda olduğu gibi 'neoliberal bireyin' zaten ağır yükler altındaki omuzlarına yüklendi.

Çalışma ilişkileri açısından bakıldığında salgının bir büyük etkisi de evde çalışmanın atipik bir durumdan neredeyse norm haline gelmeye başlamasıdır. Bunun örgütlenmeden, çalışma koşullarına, günlük hayatın masraflarının artmasından, çocuk bakımının ve ev içi artan görünmeyen yeniden üretim emeğinin kadın çalışanlara yüklediği fazladan yüke, çocuk istismarının ve eğitimden alınıp istihdama aktarılan çocukların hayatlarında yaratabileceği kırılmaya kadar birçok parametrede incelenmesi ve devletin de bu noktada yurttaşlarına karşı sorumluluğunu yerine getirmesi gerekmektedir.

Özetle söylemek gerekirse, salgın halihazırda toplumda var olan tüm eşitsizlikleri derinleştirdi. Bunun başında da sınıfsal eşitsizlikler yatıyor. İşsizlik ve yoksulluk derinleşerek artan problemler olarak yurttaşların hayatındaki başat konumunu sürdürüyor.”

İKTİDARIN ELEŞTİRİYE TAHAMMÜLÜ YOK

“Siyasi iktidar salgın yönetiminde sermayeden ve siyasi iktidarını sürdürmeden yana tavır almayıp geniş toplum kesimlerini gözetmeye öncelik verseydi de bunu başarabilecek kurumsal kapasitesi var mıydı” sorusunun da net bir şekilde sorulması gerektiğini söyleyen Karabağ, “Bu soruya gönül rahatlığıyla 'evet' yanıtını vermek zor, çünkü 16 Nisan 2017 Anayasa Referandumu ile geçilen ve Haziran 2018 seçimleriyle pratikte uygulamaya sokulan 'Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin' de etkisiyle zirve yaparak günden güne erozyona uğratılan devletin kurumsal kapasitesi böylesi hem kuşbakışı bakabilen hem de yereli gözetmesi gereken ciddi bir organizasyonu becerecek uzmanlık bilgisine ve kurumlara da sahipti diyemiyoruz” ifadelerini kullandı.

Karabağ, çok kritik olduğunu söylediği diğer bir sebep ise “Siyasi iktidarın eleştiriye tahammülünün olmamasıdır. Salgınla mücadele için kurulan Bilim Kurulu tüm sürecin en temel aktörü olması gerekirken siyasi iktidarla bilimsel bilgi üretiminin gerektirdiği mesafeye sahip olmakta zorlandığı için yeterince aktif bir rol alamadı” şeklinde açıkladı.

BİLGİLER ŞEFFAF PAYLAŞILMADI

Süreç en temelde devlet ve yurttaşlar arasındaki güven ilişkisini test ettiğine dikkat çeken Karabağ şöyle konuştu:

“Salgın yönetiminin en başında Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın her gün televizyonlarda yaptığı açıklamalar belli bir güven ortamı sağlamakla birlikte, süreç ilerledikçe bilgilerin şeffaf bir biçimde paylaşılmadığı, Dünya Sağlık Örgütü’ne verilerin net bir biçimde iletilmediği ve özellikle bu süreçte çok önemli bir role sahip olan Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) uyarılarının siyasi iktidar tarafından yeterince dikkate alınmaması tam olarak kurulamayan güven ortamını iyice zedeledi. Buna bir de İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyeleri’nin açıkladıkları verilerle Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı verilerin çelişmesi ve bunun yarattığı güvensizlik de eklendi. Hafta sonu sokağa çıkma yasaklarının bir cuma akşamı İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından açıklanması sonrasında insanların marketlerin önünde yaşadığı izdiham da salgın yönetimindeki organizasyon eksikliğini açık bir biçimde gözler önüne serdi.”

AŞI SÜRECİ DE ŞEFFAFLIKTAN UZAK

Devletin kurumsal kapasitenin erozyonunun sonuçlarını aşı sürecinde de yaşandığını belirten Karabağ, “1980’lerle birlikte neoliberal kapitalist dönüşümün tüm sağlık sektörüne yansımalarının halk sağlığı alanındaki faaliyetleri zayıflatması da salgın yönetiminde büyük bir zorluk yarattı. 2003 yılında resmen başlayan 'Sağlıkta Dönüşüm Programı' kapsamında yapılanları ve 1928 yılında kurulan Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün 11 Ekim 2011’de 663 sayılı KHK ile kapatılıp görevlerinin Sağlık Bakanlığı’na devredilmesini hem salgın yönetiminde hem de özellikle aşı çalışmalarında içine düşülen karmaşadaki yeri bakımından anmak anlamlı olur. Türkiye’nin hangi aşıyı alacağı, bu aşıların ne miktarda alınacağı ve aşıların vurulması süreci de şeffaflıktan çok uzak bir biçimde seyretti” ifadelerini kullandı.

Karabağ, siyasi iktidarın salgın boyunca eğitimde aldığı kararlar ise uzun vadeli sonuçları da düşünülerek başlı başına incelenmesi gerektiğini söyledi:

“Okulların kapatılması sonucunda her öğrencinin çevrimiçi eğitime katılacak teknolojik imkanlarının olmaması eğitimde zaten var olmayan fırsat eşitliğini gelecek nesilleri derinden etkileyecek bir boyuta taşıdı. Okulun bir çocuk için yalnızca eğitim aldığı bir alan olmaması da hesaba katıldığında salgın gibi bir halk sağlığı probleminin yönetilememesi çocukların sosyal gelişimi açısından gelecekte belki de yeni bir halk sağlığı probleminin kötü tohumlarını atmış oldu.”

ÖNCEKİ HABER

Kütahya'da traktör şaftına elbisesi sıkışan 58 yaşındaki işçi hayatını kaybetti

SONRAKİ HABER

Mervenur Polat'ın ölümüyle ilgili 5 kişi tutuklandı, 2 kişi serbest bırakıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa