Gerçeği gizleyerek gelen normalleşmenin ağır bedeli
Otoriterlik halk sağlığını nasıl riske etti? Halk sağlığı kaygısı taşıyan hekimler susturulmak istendi, siyasi rekabet halk düşmanlığına vardı, vatandaştan ‘bağış’ talep edildi, müteahhide para aktı.
Fotoğraf: DHA
Bülent FALAKAOĞLU
Dün, hükümetin ve sermayenin salgını sömürü, yağma ve başkanlık rejiminin ‘tahkimatı’ için hayal edilip de yapılamayan ne varsa onu hayata geçirebilmenin fırsatına nasıl dönüştürdüğünü ortaya koymuştuk.
Bugün ise pandemiyi, her türlü hak arayışını yasaklayıp kendisini pekiştirmenin fırsatına dönüştüren otoriterliğin halk sağlığını nasıl riske ettiğine dikkat çekeceğiz.
İşsizlikten enflasyona… Borç rakamlarından Merkez Bankası rezerv düzeyine kadar… Her bilgiyi halktan saklamayı alışkanlık haline getiren iktidarın, pandemi verilerini de halktan saklayarak… Rakamlara kuşkuyla bakanları adeta ‘Şeytanlaştırarak’ geçen yılın yaz başında başlattığı ‘Normalleşme’ adımının bilançosunu çıkaracağız.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın, “Mutant virüsler yayılım hızını artırmıştır” uyarısı yaptığı bugünlerde, o bilançodan çıkarılacak çok fazla ders var!
Hatırlayalım!
İktidar pandeminin etkisine dair rakamları saklayarak ve tutarsızlıkları eleştirenleri ‘hain’ ilan ederek ekonomiyi geçen haziran ayında açtı. Yaz aylarında sanki ‘Pandemi geride kalıyormuş’ mesajı verildi.
Çalışanların daha rahat işyerine sürülebilmesi için, halk sağlığı önlemlerinin hafifletilmesiyle ekonomik daralmanın daha da kötüleşmesinin önüne geçilebilmesi için rakamlarla ‘başarı hikayesi’ yazılmaya çalışıldı. Sürekli olarak “algı yapıldı.”
Temmuz sonu itibarıyla yoğun bakıma aktarılan ve entübe olan hastaların sayılarının yayımlanmamasından vazgeçildi.
Açıklanan günlük yeni vaka sayısı neredeyse hiç değişmedi.
“Türkiye’de gerçekte kaç kovid-19 hastası var?” sorusunun cevabı uzun süre bilinemedi.
Bir süre sonra kovide bağlı ölüm sayıları illerden gelen rakamlarla örtüşmedi.
Bütün bu şeffaf olmayan, şüphelerle dolu uygulamaların amacı ‘başarı’ hikayesi yazılabilmesi üzerine kuruluydu.
Salgın ülkenin dört bir yanını yoğun bir şekilde sarınca bu strateji duvara dayandı! Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, vaka sayılarını açıklamak zorunda kaldı.
Böylece Türkiye’nin vaka sayısında dünyada ilk sıralarda yer aldığı öğrenildi.
Verinin erişilmez kılınması ya da gerçekle hiçbir bağının kalmaması… İktidarın kendini sorgulanamaz kılan bir politikanın parçası olduğu kadar, toplumsal riski, maliyeti, ödenecek bedeli gizleyen bir taktiğin sonucuydu.
Pandeminin getirdiği olağanüstü, kimsenin gerçekte ne olduğunu tam olarak kavrayamadığı bir ortamda fütursuzca kullanılan bu taktiğin bedeli ağır oldu: Binlerce kişi öldü, çok sayıda insan hastalığa yakalandı.
BİLİM KURULU ÖRTÜ ALTINDA KALINCA…
Gerçekler gizlenerek örülen bir süreçte Bilim Kurulu da karanlıkta kaldı. Bilim Kurulunda hangi önerilerin yapıldığı, önerilerin nasıl tartışıldığı hiçbir zaman şeffaf bir biçimde paylaşılmadı. Bilim Kurulu iktidarın önceliklerine bilimsel görünümle gerekçe sağlayan bir araç olarak çalıştı. Hiçbir sorumluluğu ve yetkisi olmayan, mesleğinin gereklerini yerine getiremez hale gelen üyeleriyle Bilim Kurulu göstermelik bir kuruma dönüştü.
Öte yandan TTB bünyesinde pandemi ile ilgili çalışmalar için görevlendirilen hekimlerin söyledikleri ve uyarıları ciddiye alınmadığı gibi… Hekimlere ve hekimlerin meslek örgütlerine yönelik baskılar artırılarak, halk sağlığı kaygısı taşıyan hekimler susturulmak istendi.
Bilimin sesi kısılınca iktidarın sesi daha çok çıktı ve her seferinde, aldığı kararların bedelini halk ağır bir biçimde ödemek zorunda kaldı!
10 Nisan akşamı saat 22.00’de, 31 büyük ilde sokağa çıkma yasağının iki saat sonra başlayacağını ekrandan öğrenmek... Milletçe koşup marketleri virüs panayırına dönüştürmek…
Sınav (YKS ve LGS) tarihlerinin öne alındığının Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ilan edilerek binlerce gencin psikolojisinin, geleceğinin etkilenmesi de…
‘Maske satılamaz’, ‘Maskesiz sokağa çıkılamaz’ kararlarının aynı anda alınması da…
Meclisin, okulların kapalı tutulduğu bir ortamda AVM’leri açmak da…
Dünyanın okul kapama şampiyonu olunması da… Yüz yüze eğitimin başlatılacağı tarihlerinin sürekli değişmesi de…
Tek adam rejiminin doğal bir sonucu olarak tek adamın iradesinin Bilim Kurulunun üstünde yer almasının ‘olağan’ sonuçlarıydı.
"SİYASİ REKABET" HALK DÜŞMANLIĞINA VARDI
Sadece Bilim Kurulu üzerinde değil tek adam her şeyin üzerinde ve tek karar vericiydi. Bu bakımdan muhalefet belediyelerinin yardım ve desteklerine de engel oldu.
‘Yardımı sadece ben yaparım’ partizanlığıyla, belediyeleri engelleyerek siyasi hesaplaşmaya girişen taktik halk düşmanlığına vardı.
Pandemi başladığında belediyeler maske dağıtımına gittiler. Otobüs duraklarında vs. maske dağıtılıyordu. Alelacele yasaklandı.
Belediyeler yardım toplayıp dağıtmak girişiminde bulundu. İçişleri Bakanlığı, belediyelerin yardım kampanyasını yasakladı! 31 Mart’ta valiliklerce belediyelere tebliğ edildi. Hemen hesaplara el konuldu.
CHP’li Adana Büyükşehir Belediyesinin fuar alanına yaptırdığı Sahra Hastanesinin faaliyete geçmesi engellendi. Vakaların tavan yaptığı yaz aylarında hastanelerde yoğunluğu azaltacak uygulama ‘alaya’ alındı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesinin, ‘pozitif olanların’ toplu taşımaya binmesini engellemek amacıyla istediği vatandaşların HES kodları, Sağlık Bakanlığınca uzun süre verilmedi.
İhtiyaç sahibi vatandaşlara ulaştırmak üzere belediyelerin yardım kampanyası başlatması, iktidar tarafından ‘paralel devlet’ uygulaması olarak mahkum edildi.
Sosyal yardımla ve destekle geçinen milyonlarca insan bu iktidarın eseriydi ama pandemi döneminde bu kesimlere kayda değer hiçbir destek yapılmadı. Üstelik farklı kaynaklardan gelen destekler de engellenmeye çalışıldı. ‘İyiliksever’ komşusunun ‘askıda ekmek’ bırakmasına muhtaç bırakılan milyonlarca yoksul, hem krizin hem pandeminin etkisiyle daha da zor duruma düştü.
İktidar engel çıkarırken oluşan boşluğu doldurmak için hayata geçirdiği uygulamalarda skandallara imza attı.
Belediyelerin maske dağıtmasını yasaklarken… ‘Maske parayla satılmayacak, vatandaşlara bedava dağıtılacak’ denildi. Uygulama 40 gün sürdü, beş adet maske alan şanslıydı, kimine sıra dahi gelmedi.
“Biz bize yeteriz Türkiyem” kampanyası başlatıldı. Vatandaşa bağış yapması için hesap numarası (IBAN) verildi. Kamu çalışanlarının maaşından ‘zorunlu bağış’ kesintileri yapıldı.
Ogün ‘milli dayanışma’ adı altında kamuya ait olanaklar sermaye sınıfına seferber edilirken… Halka ‘Kendi masraflarını karşılama’ çağrısı yapıldı.
IMF raporuna göre… Destek vermesi gerektiği bir dönemde vatandaşına, destekte bulunması çağrısı yapan devlet neredeyse yok; birkaç Ortadoğu ve Afrika ülkesini [kovid-19 ile mücadele kapsamında Türkiye dışında bağış kampanyası başlatan diğer ülkeleri Irak, Lübnan, Sri Lanka, Güney Afrika ve Senegal] saymazsak.
Vatandaşına maske dağıtmayı becerememiş olmaktan yardım talep etme rezaletine uzanan tüm skandallar… “Amerika’ya maske gönderdik’, ‘İngiltere’ye solunum cihazı yardımı yaptık’ rüzgarıyla…
Bildik ve her sıkışmışlığı açma maymuncuğuna dönmüş, ‘büyüklük imajıyla’ örtüldü! Kah tanzim satış kuyruklarında, kah yoksulluk intiharlarında sürekli yere çakılan o imajla.
VATANDAŞA EN AZ DESTEK TÜRKİYE’DE VERİLDİ
Neredeyse tüm ülkelerde kovid-19’un yarattığı tahribata karşı sosyal ve ekonomik destekler uygulandı. 2020 yılında hükümetlerin uyguladığı ekonomik destek paketleri ve harcamaları karşılaştırıldığında görüldü ki… Türkiye en kötü ülkeler arasında!
Türkiye, kovid-19 ile mücadeleye dünyada en az nakit desteği ayıran iki ülkeden biri. Hükümetlerce yapılan nakit harcama ve gelir desteklerinin milli gelir içindeki payının en az olduğu diğer ülke Arnavutluk.
Verilen desteklerin ne kadarının nakit destek harcamaları olduğu önemli bir gösterge; kaynakların vatandaşa mı, çalışana mı yoksa sermayeye mi akıtıldığını ölçen bir gösterge.
Türkiye’deki toplam ekonomik desteklerin yüzde 89’u işletmelere, şirketlere ve sermayeye sağlanan kolaylıklar ve desteklerden oluşuyor.
Üstelik vatandaşa, çalışana verilen nakit desteğinin aslan payı da İşsizlik Sigortası Fonundan. Ve de salgının başında vatandaştan (IBAN numarası verilerek) toplanan bağıştan.
Yani destekler işçinin parasından ve vatandaşın bağışından.
Kaldı ki… ‘İstihdama destek’ adı altında işçilere veriliyormuş gibi yapılan bu desteğin asıl olarak patronlara verildiği açık.
Hükümetin bütçeden ayırdığı pay ise hiç verilmedi denecek kadar az.
Salgından bu yana devlet bütçesinden yapılan ve yapılması planlanan doğrudan gelir, ücret ve kira yardımı destekleri biçimindeki desteklerin toplamı ancak 52 milyar lirayı buluyor(1 Aralık 2020 tarihi itibarıyla).
Başka bir ifade ile toplam gelir ve harcama desteği (sağlık harcamaları dahil) 8 milyar doları bulmuyor. Türkiye bu rakam ile yer aldığı G20 ülkeleri içinde gelir ve harcama desteği en düşük olan ülke.
HALK BORÇLANDIRILDI
Türkiye’de hükümet desteğini esasen borçlandırma üzerine kurdu. Verilen desteğin üçte ikisini aşan kısmı kredi desteği.
Pandemi döneminde 250 milyar TL’lik kredi desteği sağlandı. 45 milyar lirayı bulmayan nakit ve kısa çalışma ödeneği desteğini 6’ya katlayan bu rakam salgın sırasındaki politik tercihin borçlandırma olduğunu gösteriyor.
MÜTEAHHİDE PARA AKMAYA DEVAM ETTİ
‘Milletin cebinden bir kuruş çıkmayacak’ denilerek yaptırılan, ‘hazine garantili’ köprü, otoyol, havalimanı, şehir hastaneleri müteahhitlerine verilen paralarla büyük bir destek paketi oluşturulabilirdi.
2021-2023 döneminde, üç yılda bütçeden ödenecek para Avrasya Tüneli, köprüler ve paralı otoyollar için 48 milyar lira olacak. Şehir hastaneleri için de Hazineden 60 milyar lira daha çıkacak.
Dünyada kamudan en çok ihale alan ilk 10 şirket arasında yer alan Türkiyeli 5 firmaya 18 yılda verilen 203.7 milyar dolar ile…
5 milyon kişiye bugünkü değer üzerinden 8 yıl boyunca asgari ücret ödenebilir.
Yeni ihalelerle de süreç devam ediyor.
Misal yeni yapılan Aydın ve Samsun şehir hastanesi ihaleleri ile… 13.5 milyon insanın ihtiyacı olan aşı parasını inşaat şirketlerine verdiler.
8 yeni hastane projesi de sırasını bekliyor.
Sağlık emekçileri kırılırken şehir hastaneleri ihalelerini önceleyenler eğer tersini tercih etseydi vatandaşa destek için kaynağı hazır bulurdu.