Patentlerin gölgesinde aşılar
Pandemi öncesinde oldukça dar bir kitle içinde tartışılan aşı ve ilaç patentleri aşı tedarikinde yaşanan sıkıntılarla birlikte tarihinde belki de hiç olmadığı kadar tartışılır hale geldi.
Fotoğraf: torstensimon/Pixabay
İsmail Gökhan BAYRAM
Dünya Sağlık Örgütü, kovid salgınını pandemi ilan edeli ve ülkemizde ilk vaka görüleli 1 yılı birkaç gün geçti. Pandemi ile geçen bu 1 yıl, birinci basamak sağlık hizmetlerinin tasfiyesinden aşı dağıtımındaki adaletsizliklere ve beceriksizliklere pek çok açıdan sistemin başarısızlıklarını gözler önüne serdi ve daha geniş kitleler içinde tartışılır kıldı. Pandemi öncesinde oldukça dar bir kitle içinde tartışılan aşı ve ilaç patentleri de tam da bu bağlamın ortasına oturarak tarihinde belki de hiç olmadığı kadar tartışılır oldu. İnaktifinden mRNA tabanlı olanına birden fazla metotla kovid aşılarının nasıl geliştirileceği oldukça kısa sürelerde keşfedildi. Ancak bir avuç ilaç tekelinin kapasitesi ve becerisi ile sınırlı kalan aşı üretimi ihtiyacı hızla karşılamanın yakınından bile geçebilecek düzeyde değil. Üstelik zaten sınırlı miktarlardaki mevcut aşı stokları da zengin ülkelerce yağmalanıyor. Tablo böyle iken daha fazla ve daha ucuza aşı üretebilmenin önündeki en önemli engel olan patentlerin tartışılmaması mümkün değildi.
Haklarını yemeyelim, normalde yıllar alan aşı geliştirme süreçlerinin aylarla ifade edilebilecek zamanlara indirilmesi, kovidden korunmanın yollarının bulunması bilimsel açıdan büyük başarıdır. Önümüzdeki yılların Nobellerinin de bu başarıları es geçmeyeceğini pek bir kuşkuya düşmeden gönül rahatlığı içinde öngörebiliriz. Ancak bütün bu “bilimsel başarı” hikayeleri tüm dünyaya kovidi bir dert olmaktan çıkartacak kadar aşının hızla sağlanamadığı gerçeğini perdeleyemiyor. AstraZeneca, Pfizer, Moderna, Gamaleya, Johnson & Johnson, Sanofi, Curevac, Sinovac… Aşılarına onay almış ya da almamış hemen tüm büyük aşı üreticileri 2021’deki tahmini aşı üretim kapasitelerinin çoğunu, hatta AstraZenaca gibi bazı vakalarda üretim kapasitesinden de fazlasını sözleşmelerle bağlamış durumda.
On milyarı aşkın dozda aşının anlaşması çoktan yapıldı. Kim mi bu anlaşmaları yapanlar? Ezici çoğunluğu Avrupa Birliği (AB) ülkeleri, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Kanada ve bir avuç zengin ülke daha. Teslim edilen aşı sayısı konusunda bilgilere erişmek biraz daha zor ama yapılan aşı sayısını az çok biliyoruz. Sayıları en yüksek veren kaynaklar bile yapılan 350 milyon civarındaki dozdan bahsedebiliyor ancak. 7.8 milyarlık dünyada 350 milyon… Yüzde dört buçuk… Çift doz aşı yapılanları hesaptan düşmeden üstelik. Aşıların tahmin edilen koruma sürelerinin 1 yıl ya da daha az olduğunu da göz önünde bulundurduğumuzda nasıl hesaplarsanız hesaplayın işin matematiği ortada: Mevcut modelle dünya nüfusuna yetecek kadar aşı üretmek, yeterli zamanda aşılamak mümkün değil. Ya aşı üreten şirketlerin üretim kapasitelerini yeterince arttırmalarını ve bu aşıları dünyaya sunmalarını bekleyeceğiz ya da doğal sürü bağışıklığını.
Oysa bu krizden çıkmanın başkaca yolları da var. Üstelik bilinmeyen, önerilmeyen yollar da değil. Daha salgının başlarında, mart ayında Kosta Rika, Dünya Sağlık Örgütünden gönüllülük esasına dayanan kullanıma açık bir fikri mülkiyet havuzu oluşturmasını talep etti. 2020 sonbaharından beri Güney Afrika ve Hindistan’ın başını çektiği ve çok sayıda ülke tarafından desteklenen bir girişim Dünya Ticaret Örgütünden (DTÖ) kovid ile ilgili patentlerin pandemi süresince askıya alınmasını talep ediyor. On binlerce, yüz binlerce hayat kurtarabilecek bu talebin hayata geçmesini engelleyen ise mevcut ve üretilecek aşı stoklarına ön siparişler aracılığıyla el koyan az önce bahsettiğimiz ülkeler.
Bu tartışma sadece DTÖ’de sürmüyor elbette. Aşı patentlerinin askıya alınmasının herhangi bir şeyi çözemeyeceğini ispatlamaya çalışan çok sayıda uzman, “Yaptıkları yatırımlar nedeniyle bu patentlerden kâr etmenin o firmaların neden hakkı olduğunu” ve “Aşı üretiminin ne kadar zor ve karmaşık bir süreç olduğunu” uzun uzadıya anlatıyor. Gerek aşıların gerekse de aşıların altında yatan teknolojilerin geliştirilmesinde kullanılan maddi kaynaklarının büyük kısmının kamudan sağlandığı, şirketlerin yatırımlarının bu kaynakların yanında devede kulak kaldığı gerçeğini nereye koyacağız peki? Satın alınan aşılar ve daha aşı bulunmadan verilen satın alma garantileri de kamu kaynakları değil mi?
Aşı üretmenin, hele ki de fazlasıyla yeni olan mRNA tabanlı aşıları üretmenin oldukça zorlu süreçler olduğu doğru. Ancak imkansız süreçlerden bahsetmediğimiz de açık. İşin “nasıl”ı ve altında yatan bilim ve teknoloji aktarıldıktan sonra neden bilimsel ve teknik yeterliliği ve elbette ki yeterli olanakları olan bir başka ekip tarafından aynı süreç uygun şartlarda tekrarlanamasın ki? Bunun aksini, bir ekip tarafından gerçekleştirilebilen herhangi bir çalışmanın başka hiçbir ekip tarafından yeniden hayata geçirilemeyeceğini iddia etmek bilimi reddetmek. Üstelik şu an bulunduğumuz noktada tek seçeneğimiz mRNA aşısı da değil. İnsanlık tarihinin geleneksel aşı üretim birikiminin değerlendirilebileceği aşı varyantları da mevcut. Yeter ki aşıların ve üretim süreçlerinin bilgileri açık hale getirilsin. Bugünkünden daha az aşı üretmeyeceğimiz kesin. Ne kadar daha fazla üretebiliriz orası belirsiz olsa da bir fazla aşı bile hayati ihtiyaç değil mi şu an?
Daha ötesini de söyleyelim, aşıların üretim süreçleri açık hale gelirse Nobellik aşı mucitlerinin aklına gelmemiş yeni metotların yeni yöntemlerin yeni kolaylıkların keşfedilmesi de şaşırtıcı olmaz. Bilimin tüm tarihi böyle ilerliyor çünkü. Kendinden öncekilerin koyduğu tuğlaların üstüne koyarak… Kendinden önce gelen devlerin omuzlarına basarak…