Maskeli balo ve sahte yüzler
"Evde kal’ çağrıları yapılırken çarkların dönmesi için işçiler ölümüne çalıştırıldı. Salgının yükü emekçilere yüklenirken bunun bedeli HES haritasında emekçi semtlerinin rengi hep kırmızı oldu. "
Fotoğraf: Caniceus/Pixabay
“…Yaktım gemilerimi
Dönüş yok artık geri
Tak etti canıma bu maskeli balo
Bu maskeli balo
Ve onun sahte yüzleri…”
Şair Murathan Mungan’ın ‘Maskeli Balo’ şiiri sanki bugünler için yazılmış. Dünyayı ve hayatlarımızı esir alan koronavirüsle geçen karanlık bir yıl artık herkesin canına tak etti. Bu sürede yorulduk, sevdiklerimizi kaybettik, canımız çok yandı. Eski normalimize, sevdiklerimizle bir arada olmaya hasret kaldık.Tüm dünyayı saran kovid-19’un Türkiye ‘hikayesi’ ise resmi olarak gecikmeli başladı. Her yere yayılan virüsün ülkemizde kabulü ve ilk vaka açıklaması ne tesadüf ki Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ) pandemi ilanıyla aynı tarih olan 11 Mart 2020’ye denk geldi. Hızla yayılan virüse karşı Türkiye’nin salgınla mücadelesi bundan sonra da böyle ilerledi.
KAPANMADA GEÇ AÇILMADA ERKEN
Hastalığı tespit etmek ve yayılımını engellemek için sağlık meslek örgütlerinin ‘test, test daha fazla test’ çağrıları Sağlık Bakanlığı tarafından kulak ardı edildi. Az testle daha az tanı konulup az vaka belirlenerek rakamlar üzerinden başarılıyız algısı yaratmak iktidarın temel düsturu oldu. Verilerin şeffaf biçimde açıklanmaması salgının boyutlarını gizledi, durumun ciddiyeti kavranamadı ve salgına yönelik gerekli önlemler bir türlü alınamadı. Hastalığın kaynağını bulmaya yönelik filyasyon çalışmaları ise ancak nisan sonunda başlayabildi. Bu zamana kadar zaten salgın büyük illerde ilk pikine ulaşmış oldu.Kısıtlamaların kaldırılması ve açılmada ise tam tersi oldu. Uyarılar dinlenmedi. ‘İstanbul Türkiye’nin Wuhan’ı oldu’ diyen Bakan Koca, hazirandaki açılma ve seyahat kısıtlamasının serbest bırakılmasıyla virüsün İstanbul’dan Anadolu’ya yayılmasını adeta izledi. AVM’ler açıkken parklar yasaklandı, 65 yaş üstü eve hapsedildi. ‘Evde kal’ çağrıları yapılırken çarkların dönmesi için işçiler ölümüne çalıştırıldı. Salgının yükü emekçilere yüklenirken bunun bedeli HES haritasında emekçi semtlerinin rengi hep kırmızı oldu. İş cinayetleri raporlarında kovid-19’dan ölen emekçiler listelendi.
OSMANLI’DAN DAHA GERİDE OLMAK…
Salgın hastalıklarla insanlık yeni karşılaşmıyor tabii ki. Kolera, veba, İspanyol gribi gibi salgınların acı deneyimleri biliniyor. Coğrafyamıza dair çarpıcı bir detayı ise Umur Talu Literatür Yayınları’ndan çıkan ‘Senin Adın Corona Olsun’ kitabında anlatıyor. Yüzyıl önce Osmanlı’da Balkan Savaşı’ndan dönen askerler kolera salgını yüzünden Gülhane Parkı arazisine yığılmıştır. Dönemin İstanbul Şehremini yani Belediye Başkanı Cemil Topuzlu, hükümete başvurarak tüm camilerin karantina merkezi yapılmasını ister. ‘Olacak şey mi?’ itirazlarına karşı Şeyhülislam ‘Tüm camilerin hasta ve muhacirlere açılması için fetva veririm der’ ve tartışma biter. Sultanahmet, Şehzadebaşı gibi camilerin yanında Ayasofya da hastalara açılır. 2020’de kovid-19 pandemisiyle boğuşan İstanbul’da ise AKP iktidarı tam tersini yaptı. Ayasofya’yı açarak bulaş riskine rağmen binlerce insanı salgına rağmen bir araya toplanmaya çağırdı. Sağlık Bakanı da bunu ‘Salgın boyunca en büyük kalabalığın Ayasofya’nın ibadete açılışı sırasında oluşacağını gösteriyor’ diyerek paylaştı.Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan ‘Pandemi ve Covid-19’ kitabında ise Doç. Dr. Fatih Artvinli, geriye doğru yaşadığımız başka bir değişime ayna tutuyor. 1930’larda Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü bünyesinde çiçek, tifüs, boğmaca, kuduz ve ifluenza aşıları üretilebiliyordu. İşte bu sayede 1938’de enstitü sayesinde kolerayla başa çıkmaya çalışan Çin’e 1 milyon doz aşı hibe edilebiliyor. Bugün ise Çin’den gelecek olan kovid-19 aşısının yollarını gözlüyoruz.
AŞI VE KAPİTALİZMİN KARA YÜZÜ
Pandemiden çıkış umudu olan koronavirüs aşısı kapitalizmin ağına takıldı. Rekor hızla üretilen aşıların dağıtımı da adaletsizlikte rekor kordu. Şirketler, sağlık için değil kâr hırsıyla ürettiklerini kanıtlarcasına aşıdaki patenti kaldırmadı. Gelişmiş ülkeler ise nüfuslarının 4-5 katına yetecek aşı stokladı. Ve dünyada hâlâ 100’ü aşkın ülke tek bir doz aşı bile yapamadı. 1954’te geliştirdiği çocuk felci aşısı sayesinde, milyonlarca çocuğun hayatının kurtarılmasını sağlayan bilim insanı Dr. Jonas Salk’ın ‘Aşıyı neden patentlemediniz’ sorusuna verdiği cevap ise hâlâ akıllarda “Aşım insanlığa ait. Güneşi patentleyebilir misiniz?”Bu maskeli baloda bir kez daha görüldü ki kapitalizmden kurtulmadıkça insanlığa rahat nefes yok. Kapitalizme rağmen bize nefes olan sağlık emekçilerinin de nefesini ticarileşen sağlık sistemleri ve iktidarlar kesti. En çok onlar yoruldu, tükendi. İktidar alkışladı ama taleplerini görmedi, haklarını vermedi. Türk Tabipleri Birliği (TTB) halk sağlığı için gerçekleri açıklayıp, uyarılarda bulunduğu için hedefe kondu. Alınmayan önlemler nedeniyle Türkiye’de 387 sağlık emekçisi kovid-19’dan hayatını kaybetti. 14 Mart Tıp Bayramı’nda kovid-19 nedeniyle hayatını kaybeden tüm sağlık emekçilerini saygıyla anarken son söz de onların olsun: “Milyonların hastalanıp on binlerin ölümüne neden olan sadece virüs değildi.”