16 Mart 2021 00:58

Yunanistan sokaklarında neler oluyor?

Ekonomik ve demokratik sorunlardan kaynaklı talepler etrafında oluşturulan birliktelik ve tepkiler, uzun süredir mayalanmakta olan hoşnutsuzluğun maddi bir güç olarak ortaya çıkmasına neden oldu.

Fotoğraf: 902.gr

Paylaş

Seyit ALDOĞAN
Atina

Yunanistan’da son günlerde kitleselliğiyle dikkat çeken işçi-emekçi, gençlik hareketinin sokaklara taşması Yunan hükümetini zorda bıraktı.

Pandemi yasakları ve polis şiddetine rağmen, ekonomik ve demokratik sorunlardan kaynaklı talepler etrafında oluşturulan birliktelik ve tepkiler, bir yandan uzun süreden beri mayalanmakta olan hoşnutsuzluğun maddi bir güç olarak ortaya çıkmasına neden olurken bir yandan da mücadelenin kitleselleşmesinin belirleyici rolünü kanıtlamış oldu.

PROTESTOLAR NASIL BAŞLADI?

Yunanistan’da bütün şehirlerde on binlerce işçi–emekçi ve gencin sokaklara dökülmesinde, pandemi yasakları bahane edilerek sömürünün artırılmış olması, hak gasplarına devam edilmesi, uzun yıllardır hedefe konan demokratik hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılmasına yönelik yasaların gündeme getirilmesi tetikleyici oldu.

2010 yılında başlayan kapitalist kriz nedeniyle önce Papandreu sonra teknokratlar hükümeti ve arkasından Samaras hükümeti, krizin yükünü halk kitlelerinin sırtına yıkan politikalara yönelmiş, temel hakların ve kazanımların gasp edilmesini gündeme getirmişlerdi. Kriz öncesine dönüşü ve kriz politikalarını yürürlükten kaldıracağını vadeden SYRIZA hükümeti ise kısa sürede Troyka (IMF, Avrupa Merkez Bankası, Avrupa Birliği üçlüsü) politikalarının uygulayıcısı oldu ve büyük “U” dönüşünü “Önümüz uçurum, arkamız nehir” diyerek gerekçelendirmeye çalıştı.  SYRIZA’nın hükümet olduğu süre içinde “ekonomiyi düze çıkarıncaya dek” dediği politikaların kitleler nezdinde bir “bekleyip –görme” tutumu yarattığını ve reformist sendikal bürokrasi ile sosyal demokratların tabanında bir uyuşukluğa neden olduğunu belirtmek gerekir.

SYRIZA’nın cesaret edip de gündeme getiremediği politikalar hükümete gelen Yeni Demokrasi (ND) partisi tarafından gündeme getirildi. Özellikle yapay bir “terör” ve “göçmen” propagandası etrafında gerici bir seçim çalışması yürütüldü ve “sıkı ekonomik önlemlerle kısa sürede krizden çıkılacağı” ve arkasından “refahın” geleceği vadedildi. Yeni Demokrasi’nin, sermaye sınıflarının da desteği sonucunda hükümet olmasıyla beraber yeni ekonomik önlem paketlerine paralel olarak demokratik hak ve özgürlüklere de yöneldi. Pandemi bahane edilerek gösteri ve yürüyüşler yasası değiştirildi, sendikal hak ve özgürlükleri budayan,  polisin okullara girişine olanak sağlayan yasalar meclisten geçirildi ve göçmenlere yönelik şiddetin dozu artırıldı. Pandemi şartları bahane edilerek hemen her gösteriye sert müdahalelerde bulunuldu.

1 Mayıs gösterileri ve geleneksel 17 Kasım gösterilerinde polisin kullandığı şiddet “cunta vari” şiddet olarak değerlendirilerek tepki gördü ve ülke genelinde polis şiddetine karşı ilk yaygın gösteriler gündeme geldi.  En son Atina’nın Nea Smirni semtinde acil müdahale polislerinin bir genci kıyasıya dövmesi bardağı taşıran son damla oldu. Gösteriler tüm ülke geneline yayıldı.

Gösteriler sürerken polisin Selanik’teki Aristoteles Üniversitesinin Rektörlüğünü işgal eden öğrencileri zor kullanarak okul dışına çıkarması ve 33 öğrenciyi gözaltına almasına karşı bütün illerde kitlesel gösteriler yapıldı.

BAŞBAKAN ÖZÜR DİLEMEK ZORUNDA KALDI

Yaklaşık 10 günden bu yana devam eden protestolar, en son büyük şehirlerin semtlerine kadar yayılınca Başbakan Kiryakos Miçotakis özür dilemek zorunda kaldı. Ayrıca hükümet sözcüleri, son günlerde polis şiddeti dolayısıyla gündeme gelen tüm şikayetlerin araştırılacağını ve sorumluların cezalandırılacağını açıkladılar.

Oysa daha birkaç güne kadar ne hükümet ne polis şiddet kullanıldığını kabul etmiyor, polisin “görevli memura mukavemet”e karşı “yetkilerini” kullandığı söyleniyordu. Tepkilerin kitleselleşmeye başlamasıyla salgın nedeniyle oluşturulan Bilim Kurulu üyeleri hükümete, pandemi süresi boyunca “Toplumsal tepkilere yol açacak yasa tasarılarının meclise getirilmemesi” önerisinde bulundu.

Ülke genelinde yaygınlaşan eylemler polis şiddetine karşı demokratik hak ve özgürlüklerin savunulması ile sınırlı kalmayarak halkın, işçi ve emekçilerin talepleriyle birleşti.

Özellikle pandemi şartlarında giderek ağırlaşan sömürü, esnek çalışma, artan işsizlik, işten atmalar vb. sorunlar genişçe dile getirildi. Parasız eğitim ve sağlık hizmetleri yerine okul polisi kurulması için ayrılan bütçenin sağlık hizmetlerine verilmesi, özelleştirilmiş sağlık kurumlarının ücretsiz halkın hizmetine açılması, yeterli doktor, hemşire ve diğer personel açığının kapatılması; fabrikalarda, işyerlerinde, okullarda ve tüm kamu alan ve kuruluşlarında gerekli sağlık önlemlerinin alınması vb. talepleri sistemli olarak işlendi.

Ek olarak işsizlik aylığı süresinin uzatılması, işten atmaların yasaklanması, esnafa daha fazla yardım yapılması, zararların ödenmesi vb. talepler hükümetin yapay “terör” propagandalarının önüne geçti. 

Birçok sendika şubesinin ve işçi sendikaları federasyonlarının yasaklara rağmen gösterilere katılması ve eğitim alanındaki değişiklik ve polis şiddetine karşı tutum alması hareketin kitleselleşmesinde esas rolü oynadı. Kısacası ülkede hükümetin vurguladığı bir “terör” sorunu değil baskı ve sömürü sorunu olduğu işlenerek hükümet politikaları teşhir edildi. Birçok şehirde polis şiddetine karşı yapılan gösteriler işçi sendikalarının çağrısıyla gerçekleşti.  Gençlik örgütleri, sivil örgütler, kadın örgütleri aydınlar  ve meslek kuruluşları ise destek açıklamayla sınırlı kalmayıp gösterilere aktif olarak katıldılar. 

EYLEMLERE GENÇ İŞÇİLERİN YOĞUN KATILIMI

Pandemi ile beraber özellikle genç işçilerin gösterilere yoğun katılım gösterdiklerini belirtmek gerekir. Kriz yıllarında işini kaybetme korkusu yaşayan ciddi bir işçi gençlik kesiminin, işini kaybetmesi, pandemi nedeniyle daha yoğun sömürüye maruz kalması veya iş bulma olanaklarının bütünüyle ortadan kalkması nedeniyle izlenen politikalara karşı sessiz kalmadığı ve kalmayacağı daha iyi görüldü. İşsizliğin artması, iş güvenliğinin olmaması ve geleceğe yönelik belirsizlik ve korkular işçi gençlik içinde tetikleyici olurken, tepkilerin alanlara yansımasına yol açtı.

Gençliğin ve halkın tepkilerinin sokaklara taşması karşısında hükümet herhangi bir somut talebe ilişkin geri adım atmış değil. Ancak daha düne kadar ağzından düşürmediği “terörle mücadele” söylemini terketmiş durumda. Her fırsatta “polis müfettişlerinin” görevlendirildiğini açıklayarak tepkileri yatıştırmaya çalışıyor.

Cumartesi ve pazar günü yapılan gösterilere polisin gönderilmemesi ve gösterilerden “halk tepkisi” olarak bahsedilmesi tepkilerin kitleselleşmesinin bir sonucudur. Dolayısıyla hükümet gelinen durumda eğitim alanında yapılan yasa değişikliklerini hayata geçirmede çok ciddi sorunlarla karşılaşacağını biliyor.

“Meclisten geçti ama bizden geçmeyecek” sloganının basit bir slogan olmaktan öte işçi-emekçi hareketine yön verecek bir slogana dönüşebileceği, yakalanan kitleselliğe ve moral üstünlüğüne ciddi anlamda katkılar sunacağı hükümeti tedirgin ediyor. Yakalanan kitlesellik ve moral üstünlük hareketin  daha bir ısrarcı olmasına yol açacaktır. Tabi subjektif şart ve olanakların tayin ediciliğini unutmadan.

HER YER MÜCADELE ALANI

Kısa süre içinde on binlerin sokaklara çıkarak taleplerine sahip çıkmasında en önemli rolü bütün meydan ve sokakların mücadele alanına çevrilmesi oynadı. Merkezi gösterilerin ertesi gününde, hatta birçok yerde aynı günde ilçelerde ve semtlerde örgütlenen gösterilere yoğun bir katılımın sağlanması ve gösterilere buralardan devam edilmesi, işyerlerine ve halka yönelik aydınlatma faaliyetlerine önem verilmesi doğru ve olması gereken bir tutum olarak ortaya çıktı. Diğer yandan hükümetin “marjinal gruplar” propagandasının arkasına saklanması da önlenmiş oldu ve provokatif tutumların manevra alanı daraldı.

Gezi olaylarının hükümetin büyük tepkisine yolaçmasının temel nedenlerinden biri ve en önemlisi kuşkusuz taleplerin haklılığı değil haklılığın kitlelerle buluşarak maddi bir güce dönüşmesiydi.  Hareket sokaklara taşma ve yaygınlık eğilimi göstermeye başlayınca  hükümetin tepkisi artmıştı. Bu gerçek, kitlelerin mücadelesinin yerini dolduracak direniş biçimlerinin aranmasının yanlışlığını ortaya koymakta ve en yetenekli azınlıkların bile kitlesel mücadelenin yerini dolduramayacağını göstermektedir. Yunanistan’daki hareket de bu yönde oldu ve bu gerçeği bir kez daha kanıtladı.

YASAKLAR TANINMADI

En sık atılan sloganlardan biri de “Halkın mücadelesi terörü kıracak” sloganıydı. Öyle de oldu. Polis ilk gösterilere saldırdı ve pandemiyi bahane ederek çok sayıda kişiyi gözaltına aldı. Arkasından yasakları ihlal ettiği gerekçesiyle her eylemde yüzlerce kişiye  para cezası kesildi. Hükümet yasakları ihlal edenlere karşı taviz verilmeyeceğini ve “gereğinin yapılacağını” duyurmuştu. 

Ancak son on gündür halkın sokaklara ve meydanlara dolması ve yasakları ayak altına alması karşısında hiçbir yaptırım gündeme getiremediği gibi polisi gösterilerden çekmek zorunda kaldı. Semtlerde yapılan gösterilere katılmasalar bile evlerinin balkonundan destek veren, slogan atan ailelerin yoğunluğunuda belirtmek gerekir.

GENİŞ DESTEK SAĞLANDI

Bir diğer gerçek de aydınların, sivil toplum kuruluşlarının, meslek örgütlerinin, sanatçıların ve gazetecilerin eylemlere verdikleri destekti. Hareketin canlanmasının oluşturduğu olumlu atmosfer bu kesimi taraf durumuna getirdi ve eylemlere aktif destek vermelerini sağladı. Haber programlarında, yorumlarda, açıklamalarda demokratik hak ve özgürlüklerin dokunulmazlığı savunulurken hükümet politikaları eleştirildi.

SYRİZA’ya gelince: Tabanı ve gençliğinin ciddi bir kesimi parti merkezinin pasif desteğinin aksine aktif olarak eylemler içinde yer aldı ve katılım doğrultusunda çağrılar yaptı. Eğitim emekçileri ise bütün gösterilere aktif olarak katıldı ve öğrenci gençliğe destek verdi.

Yıllardan beri bütün gösterilerini diğer kitlelerden ayrı yapan Yunanistan Komünist Partisi’nin (KKE) son süreçte bu tutumundan vazgeçmesi eylemlerin daha güçlü ve daha kitlesel olmasında önemli bir rol oynadı. Üniversitelerde KKE’ye bağlı “Yunanistan Komünist Gençlik” örgütü, diğer öğrenci kitleleriyle ortak hareket ederken birçok sendika katılımla sınırlı kalmadı ve gösterilere çağrılar da yaptı.

Ortaya çıkan ortak tutum moral üstünlük yarattığı gibi kitleselliğede katkıda bulundu.

TEPKİLER ÖRGÜTLÜ BİR MÜCADELEYE DÖNÜŞÜR MÜ?

Öncelikle son günlerde meydana gelen hareketliliğin esas olarak kendiliğindenci bir karakter taşıdığını; halkın, işçi- emekçi ve gençliğin biriken öfkesinin bu patlamada belirleyici olduğunu vurgulamak yanlış olmayacaktır.

Eylemlerin daha örgütlü bir halk hareketine dönüşmesi subjektif bir dilek sorunu değil sınıf hareketinin bilinç ve örgütlülük düzeyiyle ilgili bir sorun. Dolayısıyla ciddi bir duyarlılığın oluştuğunu, sömürü ve baskı politikalarına karşı kitlesel bir tepkinin potansiyel olarak var olduğunu belirtmek gerekir. Ancak bunun örgütlü bir mücadeleye dönüşüp dönüşemeyeceği ilerdeki süreçlerde  görülecektir.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Almanya’da eyalet seçimleri değişim isteğini işaret ediyor

SONRAKİ HABER

CHP'li Özgür Özel, Sağlık Bakanı Koca'ya sağlık çalışanları için 6 soru sordu

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa