Potansiyellerimizin sonu işsizliğe çıkıyor
İşçi ve işsizin birbirine karşı koz olarak kullanılması, Türkiye’nin egemen sınıfları için olumlu bir gelişme olurken gençlik kesimleri açısından korkunç bir sıkışmışlığa neden oluyor.
Görsel: Pixabay
Cenk Yılmaz BAYIR
İstanbul Üniversitesi
Türkiye gençliğinde gelecek kaygısının ve umutsuzluğun ne kadar derinleştiği artık gözle görülür bir nitelik taşıyor. Haberlerdeki korkunç manzaraları bir kenara bırakırsak en ufak bir arkadaş sohbetinde bile muhakkak bu hisleri ifade eden cümlelerle karşılaşıyoruz. “Mezun olunca ne yapacağım?”, “Hangi bölümü okumalıyım?”, “Staj/iş bulabilecek miyim?”, “Geçinebilecek miyim?” gibi birçok soruya denk geliyoruz. Nasıl bir hastalık nüksederken belirtiler gösterirse bu tarz soruların toplumda yaygınlaşması da bir soruna işaret ediyor. Bu sorunun en büyük nedenlerinden biri de artan genç işsizlik.
GENÇ İŞSİZLİK YÜKSELİŞTE
Genç işsizlik; genellikle 15-24 yaş, bazen 15-34 yaş aralığında tanımlanan nüfusun işsizlik oranına verilen isim. Muhtemelen bu satırları okuyan birçok kişi bu yaş grubundadır. Bu sene TÜİK tarafından açıklanan rakamlara göre, genç işsizlik 2020 Kasım ayına göre 0,9 puan artarak %25,4 seviyelerine geldi. Bu demek oluyor ki 15-24 yaş aralığındaki her dört kişiden biri işsiz. Ancak işin daha da korkunç tarafı ise bu verilerin tam anlamıyla gerçeği yansıtmıyor oluşu. Özellikle pandemi döneminde işsiz kalan ya da kısa çalışan milyonlarca kişiyi düşündüğümüzde 0,9 puanlık artış çok iyimser. Bu iyimserlik de TÜİK’in dar tanımlı bir hesaplama yöntemi kullanmasına dayanıyor. Yani çemberi ne kadar dar çizersen içine alacağın insan o kadar az olacaktır mantığıyla hareket ediyor TÜİK.* Tam burada karşımıza daha güvenilir bir yöntem olan DİSK-AR’ın geniş tanımlı hesaplama yöntemi çıkageliyor. Çemberi geniş tutan DİSK-AR’a göre geniş tanımlı genç işsizlik 2020 Kasım’a oranla tamı tamına 10,6 puan artarak %43,5 oldu. Yani neredeyse her iki gençten biri işsiz denilebilecek seviyeye doğru ilerliyoruz. 15-34 yaş arasındaki genç işsiz sayısı ise 4 milyon 607 bin olarak TÜİK tarafından açıklanıyor. Ayrıca 1 milyon 413 kişi iş aramıyor ancak çalışmaya hazır. Bunların bir kısmını artık iş bulmaktan ümidini kesenler oluşturuyor. Yani gençliğin çektiği gelecek kaygısının ne kadar da yerli yerinde olduğunu söyleyebiliriz. Gençlerin birçoğunun işçi ya da emekçi olacağını düşündüğümüzde işsizliğin bu denli yüksek seviyelerde oluşu gençlik kesimleri açısından oldukça olumsuz bir senaryoyu da bizlere gösteriyor. Çünkü emeğin metalaştığı bir düzende ne kadar çok işsiz olursa patronlara bir o kadar ucuz, güvencesiz, esnek çalıştırma imkanı doğuyor. Dışarıdaki milyonlarca işsizin varlığı, işçilerin herhangi bir kazanımının rahatça bastırılması, işten çıkarılması, çalışma saatlerinin uzaması, hatta herhangi bir kazanım elde edemeyecek duruma gelmesine olanak tanıyor. İşçi ve işsizin birbirine karşı koz olarak kullanılması, Türkiye’nin egemen sınıfları için olumlu bir gelişme olurken gençlik kesimleri açısından korkunç bir sıkışmışlığa neden oluyor. Yani işsizlik asıl olarak halkın bir sorunu oluyor. Tabi bu sorunun faturası oldukça ağır olduğu için kimse üstlenmek istemiyor diyebiliriz. Ama fatura hem sonuçlarıyla hem de nedenleriyle gençliğe kesilmek isteniyor.
Nasıl mı? Sonuçları bahsettiğimiz gibi güvencesiz, esnek ve ucuza çalışma. Peki nedenleri neler diye düşündüğümüzde kulağımıza çokça çalınan “kendini geliştir” sözlerini tekrar hatırlıyoruz. Eğitim hayatında gençleri birbiriyle rekabet haline sokan sistem iş bulma olasılığı üzerinden de gençleri yarışa sokuyor. Dil öğrenmek, sertifika toplamak, seminerler katılmak sanki işsizliğin çaresiymiş gibi pazarlanıyor ancak bunlar istihdam yaratmaktan öte gençlerin parasını alacak bir pazar yaratıyor. İşsizliğin nedeni de bireylerin kendini geliştirmemesine indirgenmek isteniyor çünkü böylesi halkın egemen sınıfa istihdam yaratma sorumluluğun yüklenmesinden onları azat ediyor.
POTANSİYELİNİ KEŞFET
Türkiye, birkaç senedir “Turkey discover the potantial” şiarıyla dış pazara açılıyor. “Bu şiarla hareket eden bir ülke, kendi potansiyelini keşfedebilmiş mi?” diye düşünürsek karşımıza çıkan tablo şu şekilde: 15-29 yaş arası 5,5 milyon genç ne istihdam ne de eğitimde yer alıyor. Yani gençler açıkça atıl bir şekildeler. Ankara’dan daha fazla bir nüfusun herhangi bir şey yapmadığını düşünürsek belki daha çarpıcı gelecektir. Buna karşılık 1 milyon 840 bin genç hem eğitimde hem de istihdamda yer alıyor. Çoğunun okurken çalışmak/staj yapmak zorunda olan gençler olduğunu tahmin edebiliriz. Ki tabi resmiyete yansıyan rakamlar bunlar, güvencesiz çalışmayı hesaba kattığımızı düşünürsek bu sayı elbette artacaktır. Ama 1,8 milyon kişinin de azımsanamayacak bir sayı olduğunu unutmamak gerekiyor. Eğitim ve istihdamdaki cinsiyet dağılımına bakarsak 15-29 yaş arası nüfusta 2,9 milyon kadın ve 2,5 milyon erkek eğitimde yer alıyor. Bir zamanlar kadınların eğitim gören nüfusta payının az olduğunu hatırlarsak bu sayı olumlu bir gelişmeye işaret ediyor. Genç kadınlar artık eğitimde daha fazla yer alıyor ancak istihdam için de aynısı söylenilebilir mi? Cevabımız maalesef hayır. Çünkü yine bu yaş aralığında 3,4 milyon genç erkek istihdam edilirken genç kadınların sayısı ise yalnızca 1,6 milyon olarak kalıyor. Tarihsel süreç içinde Avrupa’da, genellikle erkeklerin yoğun olarak iş gücünden çekildiği özellikle savaş zamanlarında kadınlar istihdam ediliyordu. Savaş bitince ise kadınlar sermaye tarafından işten çıkarılıp işlerini erkeklere devrediyorlardı. Çünkü kadınların herhangi bir ücret talebi olmadan yeniden üretim içerisinde yer alması sermaye için oldukça elverişliydi. Elbette bugün Avrupa için aynı şeyi söyleyemeyiz. Ancak Türkiye için kadınların ev içi yeniden üretimde yer almaları daha çok arzulanıyor, bu durum muhafazakarlaştırma politikaları ile de destekleniyor. Herhangi bir iş talebi olmadan eve mahkum edilen kadınlar, dolayısıyla işsizliğe de etki etmeyeceği için bir sorun yaratmıyor. Erkek iş gücünün yetersiz kaldığı durumlarda kadınlar işe girebilirler. Fakat aksi gerçekleşirse kadınlar; işten çıkartmalarda ilk tercih ediliyor, doğum yapabileceği gerekçesiyle işe hiç alınmıyor, kimi zaman işe başlasa bile erkeklere aynı ücreti almıyor, daha düşük ücrete mahkum ediliyor.
YÜKSEKÖĞRENİMDE DURUM NE?
Her yere ihtiyacın olup olmadığına bakılmaksızın üniversite/fakülte açılan, apartman üniversitelerin türediği bir ülkede üniversiteli işsizliğe değinmeden olmaz. 15-34 yaş arası üniversite mezunu işsizlik oranı Kasım 2019’da %18,6 iken, Kasım 2020’de 1,7 puanlık artışla %20,3 seviyelerini görmüş, yani en iyi ihtimalle beş üniversiteliden biri işsiz. Pandemi dönemi mezunlarının etkisini burada görebiliyoruz. Ancak bu veriler TÜİK’e ait olduğu için %20,3’ün dar tanımlı olarak hesaplandığını belirtelim. Bu nüfus arasındaki 960 bin genç işsiz, 1,2 milyon genç ise iş gücü dışında sayılıyor. Yükseköğrenim görmüş kişilerin nitelikli olduğunu varsayarsak ve kariyerizmin etkisiyle üniversiteli gençlerin “dil eğitimi, sertifika” peşinde koşturduğunu göz önüne alırsak yine “kendini geliştir” sloganının burada boşa çıktığını anlayabiliriz. Ki bu 960 bin kişinin 245 bini 4 aydan kısa süredir işsiz iken 240 bin kişi ise bir seneden uzun süredir işsiz. İş sahibi olanların hepsinin kendi bölümüyle alakalı işlerde çalışmadığını da belirtmek gerekiyor. Belli başlı birkaç bölüm dışındaki bölümlerden mezun olan gençlerin birçoğu niteliğiyle alakasız işlerde çalışıyor. Özellikle sosyal bilimler alanlarından mezun olanlarda nitelik uyuşmazlığı oldukça yüksek seviyelerde.
KİMİN SORUNU?
Biraz önce “Türkiye kendi potansiyelini keşfedebilmiş mi?” sorusunu sormuştuk. Yazıda tartıştığımız ölçüde anlayabiliyoruz ki evet, Türkiye bu potansiyeli keşfetmiş. En büyük potansiyeli ise ucuz iş gücü olarak çalışmaya hazır genç nüfusun varlığı. Egemenler ucuz iş gücü ile hem daha fazla kâr etmeye hem yabancı sermayeyi ülkeye çekmeye çalışıyor, işsizlik ile de çalışanlar üzerinde önemli bir baskı kuruyor. Halihazırda emeklilik yaşı 65’i görmüşken geçinebilmek için güvenceyi geri plana atan, işsiz kalmamak için ücretsiz mesaiye razı olan, kimi zaman asgari ücretten bile az ücrete razı gelecek birçok kişi bulunuyor. Hele ki bu göçmen ya da mülteci ise asgari ücretin yarısından azına kadar bir ücrete razı gelebiliyor. Marks işsizleri yedek iş gücü ordusu olarak tanımlamıştı. Türkiye’de bu ordu oldukça kalabalık ancak oldukça da güçsüz. Kalabalıklığı, iktidarın onlara biçtiği rolden kaynaklanıyor. Güçsüzlüğü ise örgütsüzlüğünden ve kendinin bir güç olabilecek potansiyelde olduğunu görmemesinden… Ama bu ordu bir araya geldiği zaman gençliğe bir avuç sermayedarın dokuduğu kefeni yırtabilir. İşsizliğin bir ülke sorunundan çok bir sınıf sorunu olduğu kavrandığı zaman herkesin istihdamının sağlanabileceği bir koşulu yaratma çabasına girilebilir. Çünkü bir tarafta zenginliğini yaratmak için insan emeğine muhtaç olan, ücretleri düşürebildikçe kârına kar katan, işçileri baskılayabildiği müddetçe sistemin işleyeceğinden emin olan bir burjuvazi var. Öte yanda ucuza çalışmaya mahkum, enflasyonun altında ezilen, sürekli birbirine kırdırılan, milliyetçilik ile kandırılan, çocuğu sınıf atlayabilsin diye değil de belki emeğini daha yüksek ücretten satar umuduyla okutmaya çalışan ve birlik olmadığı müddetçe hiç olan işçi sınıfı var. Bir hiç çünkü bu sınıftan birisi öldüğü zaman onun yerini dolduracak milyonlarca işsiz var. Ve bu milyonlarca işsiz de işçi sınıfının bir bileşeni olmasına karşın birlik olmadığı sürece yedek iş gücü olmak zorunda. Bunu anlamak için bir de karşı tarafı dinlemek gerekirse Amerikalı milyarder Warren Buffet’ın sözlerine kulak vermekte fayda vaar: “Evet, burada bir sınıf savaşımı var, ama bu savaşı benim sınıfım, zenginler sınıfı veriyor ve kazanıyoruz.” Özetle kişisel gelişim palavralarıyla bizi birbirimizin üstüne bastırtmaya çalışanlara karşı omuz omuza verirsek o zaman toplumsal gelişimimizi tamamlayıp işsizliğin olmadığı bir dünya yaratabilecek konuma gelebiliriz ve Buffet’ın sözlerinin tersini çıkartabiliriz.
*TÜİK’in inandırıcılığını git gide yitirmesi ve yapılan eleştirilere daha fazla karşı koyamaması nedeniyle ilk defa 2021 Ocak ayı verilerinde geniş tanımlı işsizlik hesaplamasını paylaştı. Bunu “atıl işsizlik” olarak tanımlayan TÜİK’e göre oran %29,1.