Pandeminin bir yılı: Sistemin maskesi düştü, hükümetler sınıfta kaldı
Kovid-19 pandemisi Avrupa'da bir yılı geride bırakırken ülkeler pandemiyi fırsata çeviren siyasetçi skandallarıyla sarsılıyor. Bir yıl öncenin vaatlerini tutmayan hükümetler hesap vermekten de kaçıyor
Görsel Pixabay, kolaj: Evresnel
Almanya’a pandemi döneminde skandallar eksik olmadı. Son olarak AstraZeneca aşısının yapılmasının dondurulmasından önce korona testleri konusundaki eksiklik ve halka dağıtılan ücretsiz koruyucu maske nedeniyle milletvekillerinin ceplerini doldurması bardağı taşıran damlalar oldu. Hükümet ortağı CDU ve CSU partilerine bağlı iki milletvekili istifaya zorlandı. Telepolis’teki yorumda milletvekillerinin acilen istifaya zorlanmasının kapitalizm koşullarında meclisin nasıl işlediğini gizlemeye yönelik bir manevra olduğu belirtiliyor.
Fransa’a ilk büyük karantina döneminden bu yana bir yıl geçti ve ülke şimdi üçüncü dalgayla yüz yüze. Bundan bir yıl önce Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, olağanüstü önlemleri ilan ederken hastanelerin kapasitesini arttırma, ülkenin en yoksullarına yönelik önlemler alma, sağlık ve gıda basta olmak üzere kimi sektörlerin pazarın yasaları dışına çıkarma ve demokratik yasama devam ettirme gibi kimi taahhütlerde bulunmuştu. Humanite gazetesi, bir yıllık salgın döneminde verilen bu vaatlerin bir bilançosunu çıkardı. Ortaya çıkan tablo hiç de parlak değil.
Dünya çapında kovid-19 nedeniyle ölüm oranının en yüksek olduğu ülkelerden biri olan İngiltere’de hükümet salgınla mücadele hakkında soruşturma taleplerini göz ardı etmeye devam ediyor. Salgın boyunca hemen her attığı adımda geç kalan, sağlık personeline koruyucu kıyafet ulaştırmayı beceremeyen, kendi çevresine kontratlarla milyarlarca sterlini heba eden Muhafazakar Parti hükümeti, halka hesap vermekten kaçınıyor.
MASKE SKANDALI: SİSTEM Mİ KİŞİSEL AHLAK MI?
Harald NEUBAUERT
elepolis
Hıristiyan Birlik partileri CDU/CSU’daki paragöz tüccarlar konusunda büyük bir öfke var. Ancak milletvekilliğinden istifa ettirilmeleri sorunlu; çünkü yapısal sorunları maskeliyor.
Koruyucu maskelerle ilgili şüpheli anlaşmaların ifşa edilmesinin ardından, yerleşik partilerin temsilcilerinin, iki paragöz milletvekilinin -Georg Nüßlein (CSU) ve Nikolas Löbel (CDU)- Federal Meclisten istifa etmeye çağırmaları anlaşılabilir. Bu talebin muhalefet ya da koalisyonun sosyal demokrat kanadından gelmesi doğal ama Birlik partilerinin içinden gelen istifa talepleri daha da dikkat çekici.
CDU ve CSU’nun başkanları yaptıkları açıklamada; “Cebini dolduran istifa etmek zorunda” dediler. Ancak, ceplerini milletvekilliklerini tehlikeye sokmadan dolduranlar da var. SPD Genel Sekreteri Lars Klingbeil, yakalanan ikilinin istifa etmesini, halkın kötü durumundan yararlanarak “kişisel zenginleşme” olduğu gerçeğiyle gerekçelendirdi. Tüm parlamento gruplarından milletvekillerinin ek gelirleri dikkate alındığında pek de işe yaramayan bir argüman.
Eski Sağlık Bakanı Ulla Schmidt’in (SPD), İsviçre ilaç şirketi Siegfried Holding AG’nin yönetim kurulundaki pozisyonuyla 19. seçim döneminin sonlarında 120 bin avro ek gelir elde ettiği belirlendi. Eski Ulaştırma Bakanı Peter Ramsauer (CSU), aynı dönemde bir ‘strateji danışmanı’ olarak 300 bin avrodan fazla ek gelir elde etti. Volker Kauder (CDU) maden grubu Saxony Minerals & Exploration AG’en ayda 3 bin 500 ila 7 bin avro aldı.
Liste uzayıp gidiyor ve Federal Mecliste lobiciliğin siyasi gerçekliğin bir parçası olduğunu gösteriyor.
Tabii ki, 600 bin avroluk anlaşmayla Nüßlein ve 250 bin avroluk kazanç ile Löbel halkın içinde bulunduğu kötü durumu istismar ederek insani değerleri de çiğnediler. Ancak bu parlamentonun şu ya da bu şekilde lobicilik yapılan ve bu sayede cep doldurulan bir yer olduğu gerçeğini gizleyemiyor. Birlik partilerinin iki milletvekilinin maske vurgunculuğu yapmaları parlamentonun kapitalizmdeki işleme kurallarına ters mi düşüyor? Aslında insani değerler, ahlaki söylem, kapitalizmin pisliğini gizlemekten başka bir anlam taşımıyor.
2021 seçim yılında Nüßlein ve Löbel’in maskesinin düşürülmesi, bu lobi ve zenginleştirme sisteminin altını çizmiş olması, parlamentonun her iki üyesi üzerindeki muazzam baskıya yol açıyor.
Mevcut gergin sosyal durumda, devletin tüm başarısızlığına rağmen korona krizi, hükümet danışmanlarının Ernst & Young gibi ticari şirketler veya yönetim danışmanlığı şirketi McKinsey’in desteğiyle ceplerini kolayca doldurmasına yol açtı.
Hükümet partileri CDU/CSU ve SPD, maske skandalının sorumlularının hemen istifasını sağlayarak sistemi korumalarına aldılar. Her zaman olduğu gibi sistem içi bozukluklar kişisel ahlak sorunu haline getirildi.
Bu arada bir nokta da gözlerden uzaklaştırıldı: Suçları ne olursa olsun seçimle gelen milletvekilleri seçimle gider. Suç işledilerse dokunulmazlıklarını kaldırır, yargılarsınız. Bu nedenle parlamentodaki istifaya zorlama telaşı gözleri boyamaya yönelik.
(Çeviren: Semra Çelik)
CUMHURBAŞKANININ UÇAN VAATLERİ
Humanité
Başyazı
Macron pandemi koşullarında 12 ve 16 Mart 2020’e iki kez “Ulusa Sesleniş” konuşması gerçekleştirmişti. Ülke, eşi görülmemiş tam kapanma ve krizi sona erdirme umudu arasında günlük ölümlerin ilan edildiği karanlık bir ritme girmişti. Cumhurbaşkanı ise “Hükümet, ne pahasına olursa olsun hayat kurtarmak için gerekli tüm mali araçları seferber edecektir” diye açıklama yapıyordu. Ve bu cümle doktrini haline geldi.
Bir yıl sonra, yürütme, acil önlemlerin hayata geçmesini sağlayan; duran bir ekonominin tamamen çökmesini ve milyonlarca işin yıkımını önleme amaçlı kamu yardımı vanalarını açmaya devam ediyor. Bu “amortisörler” belirlenen rolü oynadı ama kimi şirketler bu önlemleri fırsata çevirmekten kaçınmadı. Emmanuel Macron “Süreçten tüm dersleri çıkarma”, “Kalkınma modelini” ve “Demokrasilerimizin zayıflıklarını sorgulama” sözü vermişti. Lakin bu taahhütlerin çoğu yerine getirilmedi.
1. “Hastanelerin kapasitesini büyük ölçüde artırmaya yönelik çok güçlü önlemler alıyoruz. Daha güçlü bir sağlık sistemi ile bu işin üstesinden geleceğiz”
Bir yıl önce resmen ilan edilen bu duyuru hatırlatıldığında sağlık çalışanları gülümsüyorlar. “Hastane yatak kapasitesini artırma vaatleri yerine getirilmedi, aksine hükümet bu hizmetlerin bir kısmını, hatta tam çalışan servisleri bile kapatmaya devam ediyor” diye açıklama yapıyor “Hastaneler Arası Acil Servisler Kolektifi” Başkanı Noémie Banes. Özetle, hastanenin hastaları karşılama kapasitesinin durumu “içler acısı” bir boyutta. 2019’un başlarında oluşturulan bu kolektife göre, hastanelerde aynı mali mantık hâkim ve kısıtlamalar hâlâ metodik olarak devam ediyor. Emmanuel Macron aynı konuşmasında “Hükümet, sağlık için gerekli tüm mali araçları seferber edecek” diye belirtiyordu. Ancak pratikte bu fonların renginin bile görülmediği vurgulanıyor.
2. “Bu süreç en muhtaç kesime, en savunmasız kalanlara yönelik toplumsal bir seferberliği gerektiriyor, bu bağlamda hükümetten olağanüstü önlemler almasını istiyorum”
İlk tam kapanmanın arifesinde kimse sağlık krizinin en yoksul insanlar üzerinde bu kadar ağır etkileri olacağını tahmin etmemişti. Hızla, toplumun bu kesimlerinin hastalık karşısında en fazla risk altında olduğunu fark edildi. Aynı şekilde çalışmaların yavaşlaması ve gelir kaybından etkilenenler de yine onlardı. Sokaklarda yaşayan insanların ve mültecilerin artan çaresizliğini de buna eklemek gerekiyor. Macron’un söz verdiği gibi, devlet servisleri derhal harekete geçti: kışın evden atma yasaklarının uzatılması, en muhtaç olanlara ve gençlere olağanüstü dayanışma yardımı... Ama bunun karşılığında “ne pahasına olursa olsun” söylemi esas olarak ekonomik kalkınma ve şirketlere yardım olarak hayata geçti. Bir yıl hedef olarak belirtilen “Kimseyi yol kenarında bırakmama” buharlaştı. Krizden önce 9,3 milyon yoksul insan varken, 2020 sonunda 10 milyon sınırı aşıldı. Bir yıl içinde yardım kurumları, gıda yardımına başvuranların bazı bölgelere göre yüzde 25 ile 50 oranında arttığını kaydetti. RSA (Aktif dayanışma yardımı- asgari yardım) harcamaları ortalama yüzde 9,2 arttığı belirtiliyor. Ve hiç şüphesiz durum giderek daha da kötüleşecek.
3. “Bu salgının ortaya çıkardığı şey, kimi mal ve hizmet pazar yasalarının dışında tutulması gerektiğidir”
Paradigma değişimini somutlaştırmak için Cumhurbaşkanı, “Beslenmemizi, güvenliğimizi, tedavi etme kapasitemizi başkalarına devretmek çılgınlıktır” diye belirtmişti. Şarkıcı Dalida olsaydı “paroles, paroles, paroles (laflar, laflar, laflar)” derdi.
Korunmamız için DDP2 maskeler örneğini alalım: Ülkedeki şirketlerin üretim zincirlerini değiştirmeleri için destek yermek yerine sadece bir yıl garantili kamu siparişleri yapıldı. Keza, aşı üretimini hızlandırmak için üretim merkezlerini kamulaştırmak, ya da büyük ilaç şirketlerinin patentlerinin sorgulama da söz konusu değil. 2021 için, hükümet, Sanofi’nin yıl sonuna doğru olası bir aşı üretebilme ihtimali esnasında yılın üçüncü çeyreğinde BioNTech-Pfizer ve Johnson&Johnson aşılarının üretimine yardımcı olmaya yeltenmesiyle yetiniyor. Keza gıda sektöründe de piyasa yasalarının ötesine geçme konusunda da yetersiz kalıyor.
4. “Demokratik yaşam ve parlamento denetimi bu dönemde de devam edecek.”
Cumhurbaşkanı 365 gündür kovid-19’e karşı uygulanacak stratejiye tek başına karar veriyor. Ülkeyi tam kapanmaya alırken, seçilmişleri bu karara dahil etmezken Macron yine de “Demokratik yaşamın ve parlamentonun kontrolünün bu dönemde devam edeceğini” belirtiyordu. Fakat hiç de öyle olmadı. Birkaç gün sonra milletvekilleri, Elize Sarayı’nın istediği ve yürütmeye devasa yetkileri devreden sağlık olağanüstü halini oylayacaklar.
Yürütme tek başına çalışıyor, Savunma Konseyleri toplantıları sırasında ülkenin birçok seçilmiş vekilini çağırmak yerine, McKinsey gibi özel danışmanlık şirketlerini çağrılıyor.
(Çeviren: Kıvanç Demir)
WESTMINSTER’IN DİRENİŞİ
KOVİD SORUŞTURMASI İÇİN EN BÜYÜK NEDEN
Stephen DORRELL
The Guardian
Kamu Hesapları Komitesi geçen hafta, programın etkili olduğuna dair “net kanıtlar” olmamasına rağmen hükümetin kovid test ve takip programı için 37 milyar sterlin taahhüt ettiğini bildirdi. Hazine’nin eski Daimi Sekreteri Sir Nicholas Macpherson tweet attı: “Tüm zamanların en savurgan ve beceriksiz kamu harcama programı ödülünü kazandı.”
Daha da önemlisi, İngiltere Halk Sağlığı Kurumu (PHE) salgın sırasında İngiltere ve Galler’e 100 binin üzerinde fazladan ölüm olduğunu bildirdi; bu, İngiltere’nin İkinci Dünya Savaşında gördüğü sivil ölüm oranından daha yüksek bir oran. Yine de hükümet, kamuya açık bir soruşturma açıp açmama konusunu hâlâ erteliyor.
Başbakanın Avam Kamarası’na “bağımsız” bir soruşturma yapılacağına söz vermesinin üzerinden sekiz ay geçti. Temmuz ayında, “Bir soruşturmaya büyük miktarda resmi zaman ayırmanın doğru zamanı” olmadığını söylemişti. Bu hafta, Ticaret Sekreteri Kwasi Kwarteng, bir soruşturma başlatmanın “erken” olacağını ve ekonominin yeniden açılmasının hükümetin ana önceliği olduğunu söyledi.
Bakanlar, demokratik bir hükümetin sürekli incelemeye açık olması gerektiği veya hesap verebilirliğin gelişme fırsatı sunduğu fikrini kabul etmiyor gibi görünüyor. Sanki soruşturmanın rolü daha iyi bir hükümete katkıda bulunmaktan ziyade tarih yazmak.
Bu savunmacı iç gözlem tavrı, salgın boyunca politika başarısızlıklarının merkezinde yer aldı. “Bilime güvenme” konusundaki erken retoriğe rağmen, hükümet aslında hiç kimseye güvenmedi ve Westminster’ın kapalı kültüründe ulaştığı kendi son derece siyasallaştırılmış yargılarına güvenmeyi tercih etti.
Westminster’in (Hükümetin) kapalı kültürü kamuya açık bir soruşturmaya direnebilir, ancak bu aynı kültür, bir soruşturma yürütmek için en büyük argüman. Hiç kimse salgının üstesinden gelmenin kolay olduğunu iddia edemezdi. Bu krizin emsali yoktu ve kanıtlar ve bilimsel anlayış hızla değişiyordu. Ancak bu koşullar birkaç şeyi açıklığa kavuşturmalıydı.
Öncelikle, bakanlara ulaşan tavsiyelerin değişen bilimi yansıtması önemliydi. Tek bir grup insanın tüm olası gelişmeler hakkında otoriter bir şekilde konuşması son derece düşük bir ihtimaldi. Bu gerçeklik, tavsiye sağlama sürecinin açık olmasını ve tüm nitelikli görüşlerin kabul edilmesini sağlamak için bilinçli bir çabaya yol açmalıydı.
İkinci olarak, hükümetin halkı gelişen bilimi anlamaya dahil etmesi gerekiyordu. Bu, her vatandaşı nitelikli bir virolog yapmayı gerektirmezdi, ancak bilimin doğasında bulunan belirsizlikler hakkında dürüst bir kamuoyu tartışması sağlardı. Siyasi sloganlar ve bilimsel belirsizlik topluma yarar sağlamaz.
Üçüncüsü, bakanlar, kendi karar alma mekanizmalarının gelişen bilime hızlı ve doğru bir şekilde yanıt verdiğini göstermek zorundaydı. Vatandaşlardan bilime güvenmeleri ve davranışlarını buna göre değiştirmeleri bekleniyorsa, hükümetlerinin de aynısını yapmasını bekleme hakkına sahiptirler.
Salgın, bir nesildir inşa edilen sosyal eşitsizlikleri şiddetlendirdi. Brexit ve kovid-19’un birleşik etkilerinin bir sonucu olarak, kendini zaten geride kalmış hisseden toplulukların çoğunun, toplumumuzun onlar için çalıştığından şüphe etmek için daha fazla nedeni olacaktır.
Ve Birleşik Krallık enfeksiyon oranlarında hoş bir düşüş görse de, sorunun çözüldüğünü ve aşının işini yaptığını varsaymamalıyız. Virüs mutasyona uğramaya devam ediyor ve muhtemelen gelecekte farklı nedenleri olan başka salgınlar göreceğiz.
Bu nedenle, pandemiyle ilgili kamuya açık bir soruşturma, yalnızca kimin neyi ve ne zaman bildiğini bulma arzusu değil, İngiltere’nin yönetilme şekline ilişkin temel soruları ele alma arzusudur.
Kamuya açık bir soruşturmaya ihtiyacımız var çünkü kurumlarımızın sicilleri bunu gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceklerine dair ciddi sorular ortaya çıkarıyor.
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)