AKP'nin ne adaletle ne kalkınmayla ne de parti olmakla bir alakası kaldı
Siyaset Bilimci Dr. Berk Esen, AKP'nin 7. Olağan Kongresini değerlendirdi: "Adalet ve Kalkınma Partisi'nin artık ne adaletle ne kalkınma ile ne de bir siyasi parti olmakla bir alakası kaldı."
Fotoğraf: Muhammed Ali Toruntay/AA
Dr. Berk ESEN
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 19 yıldır iktidarda olmanın getirdiği bir yorgunluk, özellikle pandemi döneminde artan ekonomik sıkıntıların gölgesinde 7. Olağan Kurultayını topladı.
Kurultay öncesinde, özellikle de geçtiğimiz hafta Türk siyasetinde çok hızlı ve moral bozucu gelişmeler olmuştu. Parti, kurultaya bu krizlerin arifesinde gitmiş oldu.
Çok kısa bir kararla hem de hukuksal olarak tartışılabilecek şekilde Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi, HDP’ye karşı açılan kapatma davası, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi, Merkez Bankası Başkanı’nın yine bir gece yarısı kararıyla görevden alınması… Bunlar hükümetin son dönemde ne kadar hızlı, yanlış ve giderek otoriterleşen şekilde karar aldığını gösteriyordu. Kurultayı bu siyasi tablo üstünden yorumlamak gerekiyor.
Kurultaydaki havaya bakarak AKP’nin 7. Olağan Kongresi’nin tipik bir devlet partisi kongresi özelliklerini taşıdığını söyleyebiliriz. Ciddi iç siyasi rekabet içeren, diğer partilerle mücadele eden bir parti havası yok kongrede. Onun yerine, bir şekilde devlet mekanizmasını kontrol eden, bu sayede de iktidarda kalacağını düşünen bir partinin yaptığı kurultay havası vardı.
Kongrenin sloganı olan “Güven ve istikrar”da da çok ciddi bir statüko vurgusu var. AKP, artık bundan sonra ne yapacağını açıklayamıyor. Onun yerine şu ana kadar yaptıklarının üstünden geçip iktidarın değişmemesi gerektiğini, istikrarı vurgulamaya çalışıyor.
Devlet partisi olmasının sonucu olarak, parti içinde de son derece statikleşmiş bir yapı ortaya çıkmış durumda. Recep Tayyip Erdoğan'ın genel başkanlığı etrafında herhangi bir tartışma yok. Fakat bunun da ötesinde ilçe seviyesinden MKYK’ya kadar, yani partinin en üst seviyesine kadar herhangi bir siyasi rekabete izin verilmeyen bir parti tablosu AKP içinde. Bunu şu ana kadar yapılan ilçe ve il kongrelerinde de bu kongrelere tek adayla gidilmesinden anlamıştık. Cumhuriyet Halk Partisi kongrelerinde görmeye alıştığımız, hatta son dönemde İYİ Partinin kongresinde bile gördüğümüz tarzda bir rekabet yok. Dolayısıyla kongrede ciddi bir heyecan da yok. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kişi kültü etrafında örülen bir siyasi yapı var ve ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan kongrede varsa bir heyecan görülüyor. Onun konuşması takip ediliyor, onun dışında gündeme gelen konu olmuyor…
Bunun paralelinde kurultay açılışında “lider” temalı, Recep Tayyip Erdoğan’ı ön plana çıkaran bir video gösterimi yapıldı. Ardından da sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın direktifleri doğrultusunda belirlenmiş bir kongre izledik.
Hem kongrenin yapılma tarzı hem de Erdoğan'ın konuşmasının içeriği, günümüzdeki iktidarın Türk-İslam sentezini tam anlamıyla yansıtıyor, çok daha milliyetçi muhafazakâr bir çizgiye oturduğunu gösteriyor. Çok yakın zamanda iktidarın küçük ortağı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) de kongre düzenledi. MHP'nin kongresinde daha çok milliyetçi temalara vurgu yapılırken AKP’nin kongresinde de daha çok muhafazakâr temalara vurdu yapıldı. İki partinin kongresini bir arada düşünürsek iktidarın milliyetçi muhafazakâr yapısının ne kadar ön planda olduğunu da görmüş oluyoruz.
Erdoğan'ın konuşmasında halkın gündemi yoktu. Pandemi nedeniyle artan iktisadi sıkıntılar, Merkez Bankası Başkanı’nın görevden alınması sonrasında hızlı artan döviz, onun borsada yarattığı ağır kayıplar, zaman içinde bunun hem uzun vadeli faiz oranlarına ve dolayısıyla enflasyona yapacağı kötü etki ve artan fakirlik, yüksek işsizlik… Bunlara dair neredeyse hiçbir vurgu yoktu.
Benzer şekilde koronavirüs pandemisine dair de Cumhurbaşkanı Erdoğan elle tutulur herhangi bir şey söylemedi. Sadece Türkiye değil dünyanın gündeminin en üst sırasında yer alan pandemi, AKP kongresinde hiçbir şekilde tartışılmadı, ön plana çıkmadı.
Kürt sorununa dair son yaşanan olaylar, HDP’nin kapatılması, Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesi… Buna dair de hiçbir şey söylenmemesi çok çarpıcıydı.
Ve tabii son olarak İstanbul Sözleşmesi. Bu kadar gündemde olan ve tartışılan bir konuya sadece tek bir satırla değinildi.
Toplumun önemli bir kesiminin hayatını etkileyen en can alıcı konuların, soruların AKP kongresinde gündeme gelmemesi de bunun bir devlet partisi kongresi olduğu izlenimini veriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasında birkaç tema ön plana çıktı. Sayılar paylaşarak şu ana kadar hükümetinin yaptığı şeylerin üstünden geçmekle yetindi. 2002 yılındaki bazı verilerle 2020 veya 2021 yılındaki bazı verileri karşılaştı. Aradan 20 sene geçmiş olması, Türkiye ekonomisinin bu esnada belli oranda büyümesi, teknolojinin değişmesi ve tabii enflasyon nedeniyle rakamların haliyle artıyor olmasını hiç gündeme getirmedi. Onun yerine daha çok yapılan adalet saraylarından, yollardan, çeşitli kamu yatırımlarından bahsetti. Adaletin olmadığı bir ülkede adalet saraylarının yapılması insanları ne kadar tatmin eder ayrı bir tartışma konusu. Ya da enflasyonun bu kadar yüksek olduğu bir ülkede bu basit rakam artışlarının ne derece halkın cebine yansıdığı ve onların ekonomik seviyesini ne kadar artırabileceği de ayrı bir tartışma konusu. Konuşmanın bu kısmı yeterince tatmin edici değildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın vurguladığı bir diğer nokta “terör” konusuydu. Konuşmasının bu noktaları hayli alkış aldı. Bu, AKP'nin giderek MHP çizgisinde siyaset yaptığının bir diğer göstergesi oldu. Partisinin tabanı da belli ki bu çizgiyi destekliyor. Zira Erdoğan, konuşmasının başında MHP lideri Devlet Bahçeli’ye teşekkür etti. Cumhur İttifakı'nın içindeki sıkıntıları göz ardı ederek devam etmeye ve birlik görüntüsü vermeye çalıştı.
Erdoğan’ın konuşmasında öne çıkan diğer bir konu dış politikaydı. Dış politikada şu ana kadar Suriye'de, Libya’da, Azerbaycan'da takip edilen politikaların devam edeceğini söyledi. Burada bir sürpriz yok. Fakat Türkiye'nin daha dengeli bir dış politika takip edeceğini, bu noktadan sonra dostlarının sayısını artıracağını söyledi. Bunun pratikte ne anlama geleceğini göreceğiz. Fakat Erdoğan’ın kafasında her ne kadar bir taraftan Katar, Rusya, Çin gibi otoriter ülkelerle iş birliğini devam ettirmek olsa da tamamen Batı karşıtı, Batı ülkeleriyle sürekli karşı karşıya gelen, özellikle de ABD’yi karşısına alan bir çizgi takip etmek istemediğini düşünüyorum. Bu nedenle Trump’ın seçimi kaybetmesi sonrası iktidara gelen Biden ile uzun süredir görüşmeye çalışıyor.
Yakın zamanda AB Komisyonu Başkanı bir açıklama yaptı ve sanırım Türkiye, Doğu Akdeniz'de belli oranda geri adım atarak ve Türkiye'de ciddi sayıda Suriyeli göçmenleri misafir etmeye devam ederek Avrupa Birliği ile bir anlaşma yolu arayacak.
Benzer şekilde Joe Biden ile Cumhurbaşkanı Erdoğan görüşemese de en azından bugün iki ülkenin Dışişleri Bakanları görüştü.
Belli ki Türkiye, Rusya'yı karşısına almadan, mümkün olduğunca ABD'yi ikna ederek ve ABD ile yine Rusya'yı karşısına almadan beraber çalışabileceği bazı alanlar belirleyerek hareket etmek istiyor. Bu İran'a karşı bir politika olabilir, Suriye'deki durum olabilir, Afganistan olabilir…
Türkiye, AB ve ABD’yi karşısına almayan bir hareket tarzı arayacak ve sanırım bunu yapabildiği oranda da dengeli bir dış politika yürütebilecek. Bu sayede iç siyasette elini güçlendirebileceğini ve daha rahat hareket edebileceğini düşünüyor. Geçtiğimiz hafta HDP’ye açılan kapatma davası ve Sayın Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi de AB ile sağlanan bu diyaloğun getirisi oldu.
Erdoğan en azından dış siyasette elini bir miktar güçlendirdiğini düşünüyor ve bu konuşmasına yansımış durumda.
Ekonomik anlamda yine tatmin edici bir şeyler söyleyemedi. Özellikle geçtiğimiz haftaki ağır ekonomik krizden ve piyasaların Türkiye'ye olan güveninin iyice azalmasına hiç değinmedi. Onun yerine bu tarz aksaklıkların arada bir olabileceğini, Türk ekonomisine hâlâ çok güçlü olduğunu söyleyip vatandaşların Türk ekonomisine güvenmeye devam etmesini tavsiye etti. Hatta vatandaşlardan evde yastık altında tuttukları altın ve döviz birikimlerini finansal sistemin içine sokmalarını tavsiye etti. Belli ki uzun süredir duyduğumuz, yine vatandaştan fedakârlık bekleyen bir iktisat politikası öneriliyor.
İstanbul Sözleşmesi’ne çok kısa, ad vermeden değindi ve kadınların toplum vicdanında, kâğıt üstünde olduğundan, herhangi bir imzanın sağlayabileceğinden daha çok korunacağını söyledi. Bu şu anki gerçeklerle hiç uyuşmayan bir ifade. Kadınlara yönelik şiddetin son dönem iyice ayyuka çıkmışken ve İstanbul Sözleşmesi’nin içinde yer alan bir Türkiye bile bu konuda çok adım atamazken, sözleşmeden çıktıktan sonra tablonun çok daha kötü geçeceğini görmek zor değil.
Özetle AKP hızla değişen bir Türkiye'de, giderek gündemin gerisinde kalan ve gerisinde kaldığı için de ülkeyi yönetmekte zorlanan bir parti imajı veriyor. Türk toplumu hızla daha şehirli, daha eğitimli ve daha genç bir çizgiye geliyor. Toplumun bu değişen sosyolojisini okuyabilen, yansıtabilen bir parti olmaktan çok uzak AKP. Bu nedenle hızla değişen kültürel yapı ve toplumun değerlerini eskiye döndürmek için hayli muhafazakâr bir çizgi tutturmuş durumda. Benzer şekilde Türk ekonomisinin son dönemde içine girdiği değişimleri de iyi okuyabildiğini düşünmüyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bugünkü konuşması açıkça bu izlenimi verdi.
AKP, Gezi protestolarından beri ülkeyi krizler üstünden yöneten ve kriz siyaseti bittikten sonra iktidarda kalmak da çok zorlanabilecek bir parti. Erdoğan, bu kriz vurgusu, sürekli büyük problemlerle mücadele eden ve onun için daha fazla güce ulaşmaya çalışan parti olma havasını devam ettirmek istiyor. Konuşmasının belli yerlerinde özellikle yeni bir anayasa ihtiyacından bahsetti. Bir taraftan kontrol ettiği devlete dayanarak şu anki statükoyu devam ettirmek isteyen, fakat bunu kendi seçmeni nezdinde meşrulaştırmak için değişim arayan bir parti imajı çizmeye çalışıyor AKP. Birkaç aydır gündemde olan bu yeni anayasa tartışması da bunu sağlamak için kurultayda tekrar gündeme geldi. Türkiye'nin 12 Eylül sonrasında çıkarılan bir anayasa ile yönetilmesinin çok yanlış olduğunu onun yerine yeni bir anayasa getirilmesi gerektiğini iddia etti. AKP ve MHP’nin Meclisteki oyları anayasayı değiştirme yeterli değil. Bu tartışmayı hem gündemi belli oranda kontrol etmek hem de yaklaşan olası erken seçimlerde kendi ittifak bloğunu değişim yanlısı olarak göstermek için bahane olarak kullanacağını düşünüyorum.
Çok ciddi bir yeni anayasa vurgusu vardı. Fakat dış politikadan ekonomiye olduğu gibi yeni anayasa konusunda da herhangi bir somut söz ortaya konulmadı. 19 senedir iktidarda olan bir partinin neden hâlâ ülkeyi demokratik, insan haklarına saygılı ve ideal bir hukuk sistemine sahip bir ülke haline getiremediğini de söylemedi.
Dış politikadaki “dengeli çizgi” vurgusu dışında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasında yeni bir tema göremedim. Bu sebeple heyecan veren bir konuşma değildi.
Son olarak MKYK’nin değişen yapısından bahsetmek istiyorum. AKP'nin uzun süredir bir lider partisi olduğunu belirttim. Bunun yansıması olacak şekilde bir tüzük değişikliğine giderek hem MKYK üye sayısı 50’den 75’e çıkarıldı hem de genel başkan vekili artık 1 yerine 2 tane olacak.
MKYK listesinde ilginç bazı isimler var. Cevdet Yılmaz, Mahir Ünal, Lütfi Elvan, Ahmet Aslan gibi bazı bakanların artık liste dışında kaldığını görüyoruz. Bu isimler içinde Lütfi Elvan’ın dışarıda kalması önemli gösterge. Son 4 aydır Türkiye'nin takip ettiği ekonomik politikaların çok da benimsenmediğini gösteren bir sinyal.
Bunun yanında eski MKYK’den 20’den fazla kişi tasfiye edilmiş görünüyor. Onun yerine çok ciddi sayıda yeni isim AKP'nin bu yönetim organında kendisine yer bulmuş olacak.
Belediye başkanlığını kaybeden isimlerin, özellikleri Binali Yıldırım’ın tekrar listeye alındığını görüyoruz. Yine eski dönemden devam eden ve Berat Albayrak istifa ettikten sonra parti içinde bir pozisyona getirilen Efkan Ala da listede. Bülent Arınç'ın oğlu Mücahit Arınç aynı şekilde listede. Birkaç hafta önce İstanbul İl Başkanlığı koltuğundan alınan Bayram Şenocak'ın MKYK’ya sokulduğunu görüyoruz. Yine son dönemin sert bir çizgi takip eden isimlerinden Metin Külünk listede. Tabii Bekir Bozdağ gibi eski dönemden kalan tecrübeli bir isim de listede var.
Buradaki en ilginç nokta Berat Albayrak'ın MKYK içinde olmaması. Bunun ne kadar önemli olduğunu önümüzdeki günlerde göreceğiz. Çünkü Berat Albayrak’ın ismi kabineye girebilecek yeni bakanlar arasında da geçiyor. Ayrıca Cumhurbaşkanı Yardımcısı yapılabileceği veya çok güçlü bir Cumhurbaşkanı Danışmanı yapılabileceği de söylentiler dahilinde. Bir kez daha Berat Albayrak'ın pozisyonunu takip etmemiz gerekiyor.
Yakın günlerde kabinede bir revizyon yapılacağı söyleniyor. Bu revizyon sonrası kabineye var olan politikalardan daha farklı bir politika takip edecek bir bakanın girip girmeyeceğine bakacağız ancak kim girerse girsin Erdoğan’ın direktifleri dışında hareket edemeyeceği açık.
AKP yönetimini, önceki dönemlere göre çok zayıf görüyorum. Listede ağır toplar yok. Artık parti içinde de eski dönemden ağır topların çoğunun kalmadığını görüyoruz. Kimisi kızağa çekildi kimisi partiden istifa etti, hatta birçokları yeni partilere geçti. Dolayısıyla AKP kişiselleştirilmiş bir parti havası veriyor.
Bu kongre ışığında şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim: Adalet ve Kalkınma Partisi zaten uzun süredir ülkeye ne adalet getiriyor ne bir kalkınma sağlayabiliyor. Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın parti içinde bütün kurumları aşarak yetkilerini artırması nedeniyle bir süredir AKP'nin parti olma vasfının da ciddi şekilde zedelendiğini düşünüyorum. Adalet ve Kalkınma Partisinin artık ne adaletle ne kalkınma ile ne de bir siyasi parti olmakla bir alakası kaldı.