25 Mart 2021 19:23

10 yıl geçti, kaybedenler değil ama Cumartesi Anneleri yargı önüne çıktı

Başbakan Erdoğan Berfo Ana'yla görüşmesini anlattı, vekiller ağlayarak dinledi. Kayıplar bulunacak, sorumlular yargılanacaktı. 10 yıl geçti, sözler tutulmadığı gibi anneler hakim karşısına çıkarıldı.

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Meltem AKYOL
İstanbul

2011'de dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan kayıp yakınları ile görüştü. O görüşmede kaybedilen oğlu Cemil Kırbayır’ı arayan Berfo Ana da vardı. Erdoğan söz verdi Berfo Ana’ya, o görüşmeden sonra araştırma komisyonu kuruldu. Kayıplar bulunacak, sorumlular yargı önüne çıkarılacaktı.

O görüşmenin üzerinden 10 yıl geçti. Hiçbir şey değişmediği gibi, o ‘söz’ verilen Cumartesi Anneleri bugün hakim karşısına çıktı. Suçları Galatasaray’da oturmak, adalet istemekti.

BİR DEVLET POLİTİKASI: KAYBETME

Türkiye gözaltında kaybedilmeyi 12 Eylül darbesinden sonra tanıdı. Darbenin hemen ardından gözaltına alınan 650 bini aşkın kişiden 300’ü gözaltında kaybedildi. Cemil Kırbayır, Hayrettin Eren, Hüseyin Morsümbül ve daha birçokları… Toplumsal muhalefeti bastırmak, geride kalanlara korku salmaktı amaç, dahası devletin var olmasını istemediği kişileri ‘yok etmek’ için kullanılıyordu.

Sadece Türkiye’ye özgü de değildi. 1970’lerde darbelere ev sahipliği yapan Güney Amerika’da kaybetme politikasının bilançosu 100 binin üzerindeydi. 1973’te darbeyi yaşayan Şili’de oluşturulan toplama kamplarında sorgulandı muhalifler, işkence gördü ve ardından uçaklara bindirilip okyanusa atıldı.

Arjantin’de 1976’daki darbede de devredeydi kaybetme politikası. Sıkıyönetimin hüküm sürdüğü 7 yıl içinde kaybedilenlerin sayısının 12 bin ile 30 bin arasındaydı. Net rakam dahi yoktu. Guatemala. Kolombiya, Brezilya, Sri Lanka, Hindistan, Kıbrıs ve adını sayamayacağım başka pek çok ülke. Yöntem hep aynıydı.

ONLAR OTURDU KAYIPLAR AZALDI

1990’lar Türkiye’de ‘kaybetme’nin bir devlet politikasına dönüştüğü yıllardı. JİTEM eliyle Türkiye’nin her yerinde insanlar birer birer seçiliyor, takip ediliyor ve kaybediliyordu. 90’ların ortalarına gelindiğinde kaybedilenlerin sayısı yüzlerceydi. Kaybedilenlerin yakınları her kapıyı çalıyordu, karakollar, savcılık ve hemen hemen hepsinden aynı yanıtları alıyordu: ‘Bizde yok’ ya da ‘Biz de arıyoruz, bulursanız bize de haber verin’.

Evlatlarını, eşlerini, kardeşlerini, yakınlarını kaybedenlerin sayısı artıyordu, yolları kapılarını aşındırdıkları yerlerde kesişiyordu. Bu kesişme ortak bir talebe, bu taleple mücadeleye döndü sonra. İlk kez Galatasaray Meydanında oturduklarında takvimler 27 Mayıs 1995’i gösteriyordu. Günlerden cumartesiydi. Devam eden haftalarda her cumartesi oturmaya karar verdiler, Cumartesi Anneleri oldu adları… Onlar oturdu, kayıplar azaldı, cansız bedenler bulundu. 1994’te 328 olan kayıp başvurusu, 1995’te 220’ye düştü. Sonra da yıllara göre 194, 66 ve 29’a…

Kayıplarını, kayıplarının kemiklerini istiyorlardı. Bir de adaleti. 26 yıl geride kaldı Sayısız baskı gördüler, saldırıya uğradılar… Ama hiç vazgeçmediler…

ARADAN 10 YIL GEÇTİ, SORUMLULAR DEĞİL AMA ANNELER YARGI ÖNÜNE ÇIKARTILDI

2011’de dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan ile görüştü kayıp yakınları. O görüşmede Cemil Kırbayır’ın annesi Berfo Ana’da vardı. Başbakan o görüşmeyi anlattı grup toplantısında, vekiller ağlayarak dinledi.  

O görüşmeden sonra araştırma komisyonu kuruldu. Kayıplar bulunacak, sorumlular yargı önüne çıkarılacaktı.

O görüşmenin üzerinden 10 yıl geçti. Hiç bir şey değişmediği gibi, o ‘söz’ verilen Cumartesi Anneleri hakim karşısına çıktı.

‘BEN BABAMI ARIYORUM…’

25 Ağustos 2018’de 700. hafta için bir aradaydı Cumartesi Anneleri. Kalabalık büyüktü, talep aynı: Adalet. Eylem yasakladı, yasak tebligatı ise insanlar gözaltına alınırken yapıldı. ‘Sertti’ polis, anneler yaka paça, destek olmayan gelenler darbedilerek gözaltına alındı. Gözaltı sırasında Besna Tosun’un “Ne yapıyorsunuz, ben babamı arıyorum” sesi, o sırada İstiklal Caddesinde yankılanan ‘Beni Bul Anne’ şarkısına karışıyordu. Gözaltına alınan 46 kişiye dava açıldı, 6 yıla kadar hapisleri isteniyordu.

İşte o davanın ilk duruşması görüldü bugün. Çağlayan’da olağanüstü bir polis ablukası vardı yine, meydan büyük oranda bariyerlerle kapatılmıştı.

Sanıklar fazlaydı, desteğe gelenler daha fazla. Duruşma uzun süre başlayamadı o nedenle. Koridor doluydu, savunmaların parça parça alınması konusunda uzlaşıldı, salona geçildi.

BU KEZ ÇAĞLAYAN’DA ADALET ARADILAR…

Yıllardır kayıplarının fotoğraflarını meydanlarda taşıyanlar bugün o fotoğraflarla yargı önüne çıktı. Maside Ocak’ın boynunda gözaltında öldürülen abisi Hasan Ocak’ın fotoğrafı. Ön tarafta Faruk Eren, abisi Hayrettin Eren’in fotoğrafı cebinde. Hemen Arkasında gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun’un kızı Besna Tosun, yanına koymuş babasının fotoğrafını. Hasan Karakoç’un elinde Rıdvan Karakoç… Ve diğerleri… Bugün adalet Galatasaray’da değil Çağlayan’da aranacak.

"ANNELER EVLATLARI VE YAKINLARI İÇİN ADALET ARIYOR"

Geçtiğimiz günlerde gözaltına alınan İHD Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan salonda. İlk söz onun, “Annelerin evlatları ve yakınları için adalet istemesi meşru bir hak’tır deyip ‘derhal beraat’ talep ediyor. Reddediliyor elbette bu talep. Sırada savunmalar var.

BOYNUNDA ELMAS ANNENİN ŞALI, ELİNDE HASAN’IN FOTOĞRAFI…

26 yıl önce gözaltında kaybedilen Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak çıkıyor ‘sanık kürsüsü’ne. Boynundaki şala takmış Hasan’ın fotoğrafını. Şalı 1980 yılında kaybedilen Hayrettin Eren’in annesi Elmas Eren örmüş. Galatasaray’da oturmaya başladıklarında 19’undaydı Maside, bugün 45’inde. Sesi titreyerek başladı anlatmaya. 26 yıl önce tam da bu zamanlarda abisini aradıklarını söyledi, her kapıyı çaldıklarını, her yere başvurduklarını... Ve 58 günden sonra Hasan’ın kimsesiz olarak gömüldüğünü, bir ceset fotoğrafı ile öğrendiklerini... Tam 26 önce ve o fotoğrafın hafızasından hiç silinmediğini… 699 hafta oturdukları meydandan adalet istediklerini anlattı. 82 yaşındaki annesinin bugün yasaklı olan Galatasaray için 'ben Galatasaray'a gitmeden ölmeyeceğim' dediğini de ekledi.

Soruları da netti: “Sadece bir mezar istemek nasıl suç olarak görülebilir. Dahası bizim yakınlarımızı kaybedenler neden yargılanmıyor?​”

KAYIP YAKINI OLMAK NE DEMEK BİLİYOR MUSUNUZ?

1980'de kaybedilen Hayrettin Eren'in kardeşi Faruk Eren'de söz… Cebindeki fotoğrafa ilişiyor gözüm, Hayrettin Eren’in gözleri salonu izliyor sanki. Faruk, ‘Kayıp yakını olmak ne demek biliyor musunuz?​’ diye sormakla başlıyor. Salona bakıyorum o an, herkes sorunun yanıtını düşünüyor gibi…

Sorusuna yanıtı veriyor Faruk: “Benim annem abimin elbiselerini, ölene kadar temiz tuttu. Sanki yarın gelecekmiş gibi. Abimi kaybettiler, bize işkence ettiler… Düşünebiliyor musunuz, her seçimde abim için seçim kağıdı geldi bize, Hayrettin asker kaçağı diye kağıtlar geldi elimize, 90 yaşındaki babamı karakola götürüp 'Hayrettin'i sordular. 40 yıllık bir öykü bu.” Oğlunu bekleyen annesinin, yıllar sonra 'kemiğini verin bari'ye razı olduğunu da anlattı.

SAVUNMA YAPAN AVUKAT: ANLATILAN BENİM DE HİKAYEMDİR

Avukat Ahmet Cihan savunma yapmak için söz alıyor. Sesi titrek, ‘mazur görün’ diyor mahkeme başkanına, “Ben de kayıp yakınıyım, 2 Eylül darbesinde kaybedilen Süleyman Cihan'ın kardeşim. O yüzden anlatacaklarım aynı zamanda kendi hikayemdir. Galatasaray Maydanı kayıplarını arayan anne ve babaların 'mezar yeri'dir.”

ÖNCEKİ HABER

AB Türkiye'ye Gümrük Birliği vadetti, yaptırım tehdidini masada bıraktı

SONRAKİ HABER

Ziraat Bankası Genel Müdürü Hüseyin Aydın görevini yarın devredecek

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa