27 Mart 2021 01:02

Siyaset Bilimci Burak Cop: İktidarın açmazları çatlakları derinleştiriyor

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin beraberinde getirdiği iktidar/devlet mimarisindeki dağılmadan ötürü AKP’nin bir kurum olarak git gide anlamsızlaştığı ve önemsizleştiği bir süreçten geçiyoruz.

Fotoğraf, Burak Cop'un kişisel arşivinden alınmıştır.

Paylaş

Serpil İLGÜN

Hafta içi yine “lebalep” doldurulan salonda, “güven ve istikrar” başlığıyla gerçekleştirilen AKP 7. Olağan Kurultayı’nda, güven ve istikrar vaatlerinin altını doldurmak bir yana, tek istikrarın yarınımızın ne olacağı konusundaki endişelerimizin devam edeceği mesajı verildi. Muhafazakar ve milliyetçi tonu ağır basan konuşmasında AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, ne Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi, ne de HDP’ye kapatma davası açılması konularına girmedi. İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece yarısı çıkma kararnamesine de “aile” üzerinden değinen Erdoğan, “Maziden atiye köprüler kuran yeni nesiller yetiştirmek için aile yapısını sağlama alacağız.” sözleriyle, muhafazakar politikaların daha da güçlendirileceğinin işaretini verdi. Yapılan tüzük değişikliği ile sayısı 50’den 75’e çıkarılan MKYK ve Genel Başkan Vekilliği’nin sayısının 2’ye çıkarılması arzuları gerçekleştirildi. Sırada, üzerinde ne zamandır tahminler de bulunulan kabinenin ne oranda değişeceği merakı var.

Peki, beklentilerin onca yükseltildiği manifesto açıklaması, neden sıradan bir grup toplantısı konuşmasını aşamadı? Art arda gelen saldırı hamlelerinin arka planında ne var? İktidarın kan kaybetmesi karşısında Meclis içi muhalefet neden yükselemiyor? Kongrede parti grup başkanvekilliğine getirilen Mahir Ünal’ın, “Bugüne kadar yaptığımız her şey hazırlıktı, asıl şimdi başlıyoruz” sözleri ne anlama geliyor?

Siyaset Bilimci Doç. Dr. Burak Cop yanıtladı. Burak Cop, seçim sistemi üzerinde yapılmak istenen değişiklikler hakkındaki sorularımızı da yanıtladı.

AKP kongresiyle başlayalım. Öncesinde gerek parti yönetiminin değişimi, gerek partiyi “2023’e taşıyacak manifesto” konularında beklenti epey yükseltilmişti. Siz bu bakımlardan nasıl bir kongre/konuşma izlediniz? Bir manifesto söz konusu muydu?

Erdoğan’ın konuşmasını heyecan verici bulmadım. Dolayısıyla iktidar çevrelerinde yaratılan havanın, beklentinin karşılık bulmadığını söyleyebiliriz. Türkiye’nin önünde duran sorunlarına çözüm önermek bakımından değil ama AKP içindeki dengeler bakımından, AKP içi hizipler arasındaki yer yer çatışma, yer yer işbirliğine dayanan ilişkiler bakımından daha çok anlam ifade eden bir konuşma ve kongre oldu.

Bunu açar mısınız?

Bunlar göz önünde olan şeyler değil açıkçası. Siyasal gözlemciler olarak yorumlamamız gerçekten zor. Tek adam rejiminin beraberinde getirdiği doğal bir sonuç bu. Siyasal rekabetin perde arkasına geçmiş olması ve deyim yerindeyse “saray entrikaları” tarzı güç mücadelelerinin siyasette daha belirleyici olması, bizim gibi dışardan bakan gözlemcilerin işini zorlaştırıyor. “Hangi grup, hangi fraksiyon daha avantajlı duruma geçti, MKYK’dan çıkan isimler ya da yeni gelenlerin anlamı nedir”i tartışmaktansa, sistemik bir eleştiri yapmayı tercih ederim.

Nedir?

İktidarın kaybettiği desteğe bağlı olarak AKP’yi canlandırma çabası göze çarpıyor. Erdoğan’ın bir süredir il kongrelerinde söylediği, “Bakın salgına rağmen burada bu kalabalıklar toplanıyor” gibi cümleler aslında, “Siz buraya gelerek bir fedakarlıkta bulunuyorsunuz, risk alıyorsunuz ama davaya bağlılığınız o kadar güçlü ki, buradasınız” anlamına gelen sözlerdi. AKP’nin kendi kitlesine moral vermesi, onu konsolide etmesi bakımından bir anlam ifade ediyordu bu cümleler. Çarşamba günü de aynı manzarayı gördük Ankara’da. Hınca hınç dolu bir ortam ve amaçsız kalmış bir partiye yön tayin etme, ona heyecan katma amacıyla yapılmış bir gövde gösterisi. Parti örgütünü mobilize etme çabası var.

İşe yarıyor mu?

İşe yaradığını düşünmüyorum. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin beraberinde getirdiği iktidar/devlet mimarisindeki dağılmadan ötürü AKP’nin bir kurum olarak git gide anlamsızlaştığı ve önemsizleştiği bir süreçten geçiyoruz. AKP, bir seçimsel vasıta olmanın ötesinde değil artık. Eskiden iktidar nimetlerinden yararlanma konusunda önemli bir enstrümandı, ancak 2017’de yürürlüğe giren sistem dolayısıyla parti örgütünün varlığında da bir anlamsızlaşma söz konusu. Çünkü iktidar, Saray ve onun etrafındaki bir bürokraside kümelenmiş durumda. Meclisin önemsizleşmesine koşut olarak iktidar partisinin milletvekilleri de önemsizleşmiş durumda. Ve parti örgütünün, eskiden yerine getirdiği bazı işlevleri yerine getiremediğini görüyoruz.

Artık yalnızca süreklileşmiş kriz halinden medet umuluyor. Hukuksal ve siyasal krizlerden medet umuluyor. Otoriterliğin dozu artırılıyor, muhalefetin siyaset yapma koşulları git gide güçleştiriliyor. Belli ki böyle bir baskı ortamında seçimi kazanabileceklerini düşünüyorlar. Sonuçta kan kaybeden bir iktidar var. Kamuoyu araştırmaları kararsız seçmen kitlesinin büyüdüğünü ama bloklar arasında anlamlı geçişler olmadığını gösteriyor. Yine de sandıkta işi git gide zorlaşıyor Cumhur İttifakı’nın, bunun onlar da farkında.

SİYASETTE YOKUŞ AŞAĞI İNMEYE BAŞLADIĞINIZDA BUNLAR OLUR

Üst üste gelen saldırı hamlelerinin ideolojik arka planında ne var sorusu için, Mahir Ünal’ın kongreden birkaç gün önce sarf ettiği şu cümleler bir ipucu sunar mı? “Bize diyorlar ki 19-20 sene oldu, biz de onlara diyoruz ki biz daha yeni başlıyoruz, bugüne kadar yaptığımız her şey aslında hazırlıktı. Hazırlıkları tamamlamamız 19 yıl sürdü ve asıl şimdi başlıyoruz” Hazırlıkları tamamlanan ve asıl şimdi başlanacak olan ne?

Azalmakta olan toplumsal destekle, bütün kaynakların tüketildiği, ekonominin çıkmaza girdiği ve çıkış yolunun da görülmediği bir ortamda bir şeye başlamaları kolay değil. Mahir Ünal’ın açıklamaları, geçmişteki benzer açıklamalarla aynı düzlemde değerlendirilebilir. Daha önce de birtakım tarihler zikredilirdi, 2023, 2053, 2071… sanki ebediyen devam edecek, daha on yıllarca Türkiye’yi yönetecek sarsılmaz bir iktidar olduklarına dair izlenim verme amaçlı sözlerdi bunlar. Ünal’ın sözlerini de bu kapsamda değerlendirmek lazım. İktidarın karşı karşıya bulunduğu açmazlar, iç yapısındaki çatlakları da derinleştiriyor. AKP ve MHP’nin beraberliği örneğin. Aralarında ortak paydalar var ama bazı çelişkiler de var. İstanbul Sözleşmesi’nin “kalkması” sözgelimi, şu ana kadar MHP’den destekleyici bir yorum henüz gelmedi. Şunu da biliyoruz, AKP’nin içinde de İstanbul Sözleşmesi’nin kalkmasını doğru bulmayan kesimler var. Genel Başkan Danışmanı Yasin Aktay açık açık söylüyor, “iddia edildiği bu sözleşmede eşcinselliğin ‘normalleştirilmesine’ dair bir husus yok, ama böyle bir toplumsal algı yaratıldı” diyor.

Ancak toplumun geniş kesiminde böyle bir algı yok. Bazı çevrelerde oluşturulan bir algı var, ne dersiniz?

O toplumsal bir algı mı, tarikatsal bir algı mı ona bakmak lazım. 2018 yılına kadar siyasetin gündeminde İstanbul Sözleşmesi diye bir konu yoktu. Gündeme getirilmesinde de belli başlı tarikatlar öne çıktı. Daha sonra genişledi tabii, AKP çevrelerine de geldi. Yapılan hamle için AKP’nin kendi kitlesini tatmin edici bir hareket de diyemiyoruz. Çünkü AKP seçmen kitlesinin ortalamasını aldığımız zaman orada İstanbul Sözleşmesi kalksın diye bir beklentinin olmadığını biliyoruz. Demek ki etkili fakat dar bir çevreye, bazı gruplara taviz olarak verildi bu. Tabii bu grupların siyasal ve sermaye gücünü de yabana atmamak lazım ama AKP’nin özellikle de kadın seçmeninin çoğunun benimseyeceği bir değişiklik değil. Saadet Partisi’ne göz kırpma boyutu da var ama böyle bir adım atma ihtiyacını hissetmeleri, siyasi sıkışmışlığın ifadesi. Siyasette yokuş aşağı inmeye başladığınızda bunlar olur, bir şeyleri düzeltmek için bazı hamleler yaparsınız iyice bozarsınız. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi’nden “çıkılmasının” (çünkü hukuken yürürlüktedir) AKP’ye oy getirebileceğini düşünmüyorum ama bazı angajmanlarından dolayı buna başvurdular.

YAPACAĞI TEK ŞEY HAMASETİN, OTORİTERLEŞMENİN DOZUNU ARTTIRMAK

Dolayısıyla iktidar yokuş aşağı giderken, toplumsal muhalefeti ezmeye dönük pek çok hamleyi görmeye devam edeceğiz ve muhafazakar, milliyetçi ton artacak?

Evet bunu öngörebiliriz. Bu hamlelerin bekledikleri sonuçları üretmediğini gördükleri halde buna neden devam ediyorlar derseniz, elindeki yegane araç çekiç olan, her baktığı yerde çivi görür. Çivi çakılması gerekmeyen yere de çivi çakar. Örneğin muhalefetin terörle ilişkilendirilmesi. Bunları yoğun bir şekilde yerel seçimlerde yaşadık. İşe yaradı mı, yaramadı. Hatta ters tepti. Buna devam ediyorlar çünkü yapabilecekleri başka bir şey yok. Bu yıl, Türkiye’nin çevirmesi gereken borç miktarı, yaklaşık 190 milyar dolar, iki önceki MB Başkanı Murat Uysal döneminde sırf döviz kurundaki dalgalanmaları kontrol etmek için 128 milyar dolarlık rezerv eritilmiş ve de Türkiye’de istihdam 2019’dan 2020’ye 1 milyon 268 bin azalmış. Türkiye’deki bunalım “ekonomik” terimini aşmış durumda. Türkiye’nin sermaye birikim modeli tıkanmış halde, gerçekten bir çıkış umudu sunamıyor iktidar. Hal böyleyken yapılabilecek tek şey hamasetin, otoriterleşmenin dozunu arttırıp, muhalefetin Türkiye’nin meselelerini halka anlatması ve bunlardan nasıl çıkılacağına dair kendi yol haritasını halkla paylaşmasının önüne geçmeye çalışmaktır. Ve de tabandaki bazı radikal unsurları tatmin edecek, onları harekete geçirecek, İslamcı dozun arttığı bir söylemi tedavüle sokmaktır. Fakat bu radikal söylemden tatmin olacak kesim AKP seçmeninin bir kısmını oluşturuyor. Ayasofya Camii imamı din referanslı politik çıkışlarından dolayı AKP’nin grup başkan vekili tarafından “dostça” uyarıldı. Partinin seçmen kitlesinin bir kısmı Ayasofya imamına hak veriyor. Bu bir dağınıklık görüntüsüdür.

BARAJ İNDİRİMİ GÖZ BOYAMAKTAN İBARET

Seçimi kazanmaya odaklı hamle ve planların bir parçası olan Seçim Yasası ve Siyasi Partiler Kanunu’nda yapılması düşünülen değişikliklere gelirsek; yüzde 10 barajının düşürülmesi planıyla başlayalım. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, “Baraj yüzde 7 mi olur, 5 mi olur, üzerinde çalışıyoruz” dedi. Önce şöyle soralım, ne oldu da 40 yıldır uygulanan baraj bugün düşürülmeye çalışılıyor?

Reform yapıyoruz denmesini mümkün kılacak yegane değişiklik bu. Yani, “Bakın temsilde adalete hizmet eden ve 12 Eylül’ün getirdiği emsalsiz yükseklikteki barajı daha makul bir noktaya indiriyoruz. Bu da bizim demokratlığımızı gösteriyor” diyebilecekleri yegane unsur bu. Zikredilen yüzde 7 ya da yüzde 5 göz boyamaktan ibaret. Türkiye’de yeni oluşmakta olan partilerin, örneğin Deva ve Gelecek partilerinin oy oranlarına bakarsanız halen yüzde 5’in altındalar. MHP için de tercih edilebilecek bir oran çünkü MHP bugün tek başına seçime girse barajı geçemeyecek durumda. Zaten ittifak içinde düşünüyoruz MHP’yi, ancak “İttifaksız da seçime girsek baraj sorunu yaşamayız” dedirtecek, bu özgüveni hissettirecek bir değişiklik MHP’ye de iyi gelir açıkçası. Ama tabii turpun büyüğü heybenin dibinde, barajdaki göstermelik indirim, sistemi adil hale getirmiyor.

Neden?

Baraj indirimiyle birlikte düşünülen daraltılmış bölge sistemi, seçim sisteminin orantısızlığını, adaletsizliğini arttıracak bir unsur. Değişikliklerle asıl murat edilen o ama orada da hâlâ MHP ile ortak bir noktaya varamadılar belli ki. Çünkü daraltılmış bölge MHP’ye de zarar verecek bir sistem. Türkiye’nin hiçbir yerinde konsantre oyu olmayan bir parti MHP. HDP’nin Doğu ve Güneydoğu’da konsantre oyu var sözgelimi, kıyılarda CHP’nin konsantre oyu var ama MHP Türkiye’nin pek çok yerinden dağınık oylar alıyor ve geniş seçim çevresi sayesinde İstanbul, İzmir, Ankara gibi illerden milletvekili çıkarıyor. İstanbul, İzmir, Ankara’yı her biri beş sandalyeden oluşan daraltılmış çevrelere bölerseniz, MHP’nin işi çok zorlaşır. HDP’nin de işi çok zorlaşır. İşin böyle bir boyutu var. Papatya falına bakmak gibi olacak ama sanırım seçim sistemini değiştiremeyecekler çünkü MHP ile ortak bir noktada uzlaşmaları zor görünüyor.

Baraj dahil mi?

Daraltılmış bölge sistemini getirmedikten veya ittifak içindeki partilere teker teker baraj uygulamadıktan sonra ulusal barajı yüzde 7’ye ya da 5’e indirmenin AKP açısından çekici bir tarafı olmaz. Dolayısıyla bu işten tamamen vazgeçecekler diye tahmin ediyorum. Şu da var. Anayasa’nın 67. Maddesi’nin son fıkrası çok açık, sistemi değiştirirseniz bunu ancak bir yıl sonra uygulayabiliyorsunuz. Ben Cumhur İttifakı’nın gerçekten de bir erken seçim arzu etmediği kanaatindeyim. Yarın bu değişikliği yapsalar, en erken bir yıl sonra uygulanacak. Dolayısıyla böyle bir değişiklik yaparlarsa bir yıl içinde erken seçim olamayacağını anlayabiliriz.

Şunu da eklemek isterim, seçim sistemini değiştirmeye yönelik hamleler, iktidarın mevcut sistemle kazanamayacağını kabul etmesi demektir. Bu muhalefet için çok iyi bir siyasi malzeme. Değişiklik TBMM’nin önüne gelirse, muhalefetin bunu vurgulamasında fayda görüyorum.

MUHALEFET, SEÇİM VE SANDIK GÜVENLİĞİNİN SAĞLANMASINI GÜNDEMİNE ALMALI

Oyunun kuralı sadece seçim barajı, dar bölge, daraltılmış bölge seçenekleriyle değiştirilmiyor. Örneğin il ilçe seçim kurulu başkanlarının en kıdemli hakim olması şartının kaldırılması da artık yürürlükte.

Çok doğru, 2019’da AKP belli başlı metropolleri kaybetti. Sandık güvenliği, sandıklara sahip çıkma konusunda, İstanbul’un köylerine de, Ankara’nın merkeze 150 kilometre uzaklıktaki Şereflikoçhisar ilçesindeki bir köyün sandığına da müşahit gönderirsiniz, ama 81 ilde bütün sandıklara müşahit göndermek ve sandık güvenliğini sağlamak çok daha zordur. Bu meseleye dair muhalefet partileri koordine bir çalışma yürütüyorlar mı bilmiyorum, belki de yürütüyorlardır.

Seçimin serbest ve adil koşullarda gerçekleşmesi Türkiye’de git gide erozyona uğramış bir konu. 10 sene önce kimse şunu tasavvur edemezdi; bir şehirde belediye başkanlığı seçimi yapılacak ama sandıktan çıkan sonuç beğenilmediği için seçim iptal edilecek. Kanunlarda açık hüküm olmasına rağmen mühürsüz oy pusulaları YSK marifetiyle geçerli kılınacak. Bunları tasavvur edemezdik. Bu tür şeyler tabii oyunun serbest ve adil bir şekilde oynanmasını zedeleyen faktörler. Ancak bunlar başa çıkılamayacak şeyler değil. Üstesinden gelinir. Yeter ki muhalefet şimdiden koordine biçimde hazırlığını yapsın.

ELİ İKTİDARA ULAŞAMAYANLAR MUHALEFETE VURUYORLAR

İktidarın güç kaybı sürerken muhalefet de yükseliş gösteremiyor. Aslında saldırı hamlelerine karşı da örneğin gerek HDP’nin kapatılma ve Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesi, gerek İstanbul Sözleşmesi kararlarına karşı kınama dışında etkili bir muhalefet geliştiremiyor. Bu sürdürülebilir bir pozisyon mu ve muhalefetin ne yapması gerekiyor?

Muhalefetin tepkilerini yetersiz bulanlar var, bunlar anlaşılabilir eleştiriler ama “Bir şeyi yapsa iktidara daha çok zarar verecek ama o şeyi yapmadığı için iktidara yeteri kadar güç kaybettiremiyor”; böyle bir şey yok. Ben Türkiye’de bu şekilde teşhisini koyacağımız bir muhalefet sorunu olduğunu düşünmüyorum.

Muhalefet pratiği konusunda “Sandık gelecek bu iktidar gidecek”, “İktidar kendi yaptıkları nedeniyle kaybedecek” kolaycılığına giriliyor olması yaygın bir eleştiri. Dolayısıyla bu bir sorun değil mi?

Haklısınız ama şöyle bir zorluk var, örneğin Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesine CHP çok tepki gösterdi. (Daha çok CHP’yi izlediğim için CHP üzerinden örneklendiriyorum) İnsanlar diyorlar ki, “Tepki gösteriyorsunuz ama yanında durmadınız!” Yanında durmaktan kastedilen fiziksel olarak yanında durmaksa, dursalar sonuç değişecek miydi? Muhalefete eleştirilerde bazen şunu gözlemliyorum; iktidara eli ulaşmayanlar, eli muhalefete uzandığı için muhalefete vuruyorlar. Elbette ki her zaman daha etkin bir siyasal söylem kullanabilirler, memleket meselelerini daha çarpıcı biçimde halkın gündemi haline getirebilirler. Bu konudaki yapıcı eleştiriler anlamlıdır. Türkiye’nin hangi koşullarda bulunduğunu da hesaba katmamız lazım.

Muhalefetin benimseyeceği hangi oyun planı, iktidarın oyununu bozar ve muhalefetin iktidara gelmesini kolaylaştırır? Daha protest bir tavır mı fayda eder, yoksa serinkanlılığını koruyup, muhalefet blokunda çözülmeye engel olup, memleketin sorunlarını gündeme getirmek mi? Bugün toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının son derece sınırlandığı bir noktaya geldik, böyle bir ortamda yığınları sokağa davet edip büyük mitingler, yürüyüşler tertiplemek mümkün mü, o bir soru, hadi yapabilirse amaca mı hizmet eder yoksa çözülmekte olan karşı tarafın derlenip toparlanmasını mı sağlar?

Ama örneğin kadın hareketi birçok hakkı sokakta mücadeleyle elde etti ve bunu sürdürüyor. Yine, Türkiye benzer süreçlerden geçerken, CHP’li Enis Berberlioğlu’un milletvekilliğinin düşürülmesi kararı sonrasında “adalet” yürüyüşü başlatıldığını anımsarsak, örneğin güçlendirilmiş parlamenter sistem talep eden muhalefetin Meclis’in bir vekilinin hakkı elinden alınırken ve partisi hakkında da kapatma istemiyle dava açılırken etkin bir tavır geliştirmemesi, iktidarın oyun planını bozar mı, yoksa güçlendirir mi?

Doğru, şu var tabii, Türkiye AKP iktidarı altında onca seçim geçirdi. Onca seçim, onca seçim bildirgesi demektir. CHP’nin seçim bildirgelerine baktığınız zaman özellikle 2011 seçimlerinden beri Türkiye’nin toplumsal ve ekonomik sorunlarına dair çözüm önerileri bakımından ciddi bir külliyat oluşmuş durumda. Günümüzde de iktidarın beslediği sermaye çevreleri hedef alınıyor, sosyal politikaların önemi, yoksullukla mücadelede atılması gereken adımlar dile getiriliyor ama şuna itiraz etmem, bunların daha derli toplu, daha sistematik bir siyasi değişim programı olarak ortaya konması elbette faydalı olur. Diğer yandan TBMM çatısı altında yapılabilecek her şey yapılıyor mu? Bu da tartışmaya açık bir konu. Sözgelimi İstanbul Sözleşmesi’nden “çıkılması”. Çıkılma şekli de Meclis’in yasama yetkisinin gasp edilmesi niteliğinde. Mesela buna karşı ne yapılabilir? Bir süreliğine oturumları boykot etmek bir seçenek olabilir. Meclis komisyonlarından çekilme önerisini dile getiren de var.

CHP’nin muhalefet blokunu bir arada tutma ve genişletme gayreti, örneğin sokakta siyaset veya Kürt sorunu konusundaki bagajlarını arttırıyor mu?

Türkiye’de sadece yüzde 50+1’in cumhurbaşkanı seçilmesi ile değil, 2018’de çıkan ittifak yasası da siyasette bir ölçüde depolitizasyonu beraberinde getirdi. Çünkü bloklaşmayı teşvik ediyor, oy hesaplarında ince dengeler çok ön plana çıktı. Yüzde bir oyu olan partilerin oy oranlarının çok ötesinde özgül ağırlıkları olabiliyor ve depolitizasyon sonucu blokların kendi içlerindeki siyasal görüş, siyasal program farklılıkları da arka planda kalıyor. Dolayısıyla genel olarak memleket siyasetini sıkıcılaştıran bir tarafı var. Çünkü iki blok var, birisi sistemin devamından yana, birisi parlamenter sisteme dönüşten yana. Bir de Türkiye’nin üçüncü büyük partisi HDP var, o da parlamenter sisteme dönüşten yana ama Millet İttifakı’nın içinde değil. Muhalefetin bir aradalığı havada mı kalıyor? Ben ondan çok emin değilim, seçim sath-ı mailine girildiğinde bir araya gelişler çok hızlı olacaktır. 2018 yılına göre daha olgun bir şekilde gerçekleşecektir bu bir araya gelişler. Aradan geçen zamanda biriktirilen tecrübeler, alınan dersler var çünkü. Bütün bunların ışığında muhalefetin bir erken seçime hazır olduğunu düşünüyorum. Ama şunu derseniz itiraz etmem, güçlendirilmiş parlamenter sistem talebini daha fazla detaylandırmak, daha fazla anlatmak mümkün olmaz mıydı? Evet bu mümkündü, ancak hâlâ yapılabilir. 

ÖNCEKİ HABER

AB-ABD ilişkilerinde Afganistan güzergahı

SONRAKİ HABER

ABD Başkanı Biden, Erdoğan dahil 40 lidere İklim Zirvesi'ne davet mektubu gönderdi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa