29 Mart 2021 00:30

Yemen barışı ve Suud-İran mücadelesi

Savaşın yedinci yılına girdiği ve bir insanlık krizinin yaşandığı, bölgenin en yoksul ülkesi Yemen için Suudi Arabistan’ın önerdiği “barış önerisi” Arap basının önemli gündemlerinden biriydi.

Görsel: Pixabay / Kolaj: Evrensel

Paylaş

Kays ABBAS

Yemen’deki insanlık krizi ve siyasal gelişmeler Arap dünyasının ilgi odağı olmaya devam ediyor. Savaşın yedinci yılına girdiği ülkede, son olarak, Suudi Arabistan’ın önerdiği “barış önerisi” gündemi meşgul eden önemli konulardan biri oldu.

Önce kısaca 2011’de Arap halk hareketlerinin başladığında Yemen’de yaşananları hatırlayalım; Arapların en fakir ülkesi Yemen’de ocak 2011’de Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’e karşı ekmek ve özgürlük talepleri ile gösteriler başladı. Kısa zamanda ülkenin geneline yayıldı.

Yaklaşık 2 bin kilometre ortak sınırı olan Suudi Arabistan’ın Yemen’e yönelik ilk hamlesi, kurulu sistemi ayakta tutmak için çaba sarf etmek oldu. Fakat ortaya çıkan tepkiler karşısında Ali Abdullah Salih, iktidarı bırakmak zorunda kaldı. Suudi Arabistan, Bahreyn’de olduğu gibi içinde Husilerin de olduğu halk hareketini asker göndererek bastıramadı.

Yemen’de nüfusun yüzde 35-40’ına sahip Husiler, Şii mezhebine mensup ve 1979 devriminden sonra İran’la müttefiklik ilişkilerine sahip bir hareketti. Dolayısıyla daha sürecin başından itibaren Yemen’de çatışan güçler arasındaki bilek güreşi, bölgede Suudi Arabistan ile İran arasında yaşanan mücadelenin bir arenası haline geldi. İran sürecin başından itibaren her yönüyle Husi Ensarullah Hareketini desteklerken, Suudi Arabistan son seçimlerde seçilen ve meşru hükümet olarak adlandırılan güçlerin ve Sünni aşiretlerin arkasında durdu.

"KARARLILIK FIRTINASI"

Suudi Arabistan; Bahreyn, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi müttefikleriyle beraber Yemen’e “Kararlılık Fırtınası” adıyla hâlâ devam eden bir operasyon başlattı. Görünür sebep, İran’ın destek verdiği Husilerin Aden’i ele geçirmesi ve Bab’ül Mendep bölgesini kontrol altına almalarıydı. Bu bölge, petrol güzergahının bu yol üzerinde olması ve el Kaide’nin bu bölgede yaygın faaliyetlerde bulunması dolayısıyla stratejik önemdeydi. Böyle bir bölgenin İran etkisine girmesi sadece Suudi Arabistan’ı değil, Batı ülkelerini de endişelendirdi. Suudi Arabistan’ın önderliğinde gerçekleştirilen askeri müdahale aslında bir yandan yeni bir eksen inşa etme ve İran’ın bölgedeki ve Yemen’deki varlığına karşı konumlandırmanın bir vesilesi oldu.

Yakın tarih bakımından böylesi bir arka plana sahip Yemen’deki “barış müzakereleri” doğal olarak Arap dünyasında farklı kampları temsil eden basını ve yazarları da karşı karşıya getirdi. İran eksenine yakınlığı ile bilinen Rail al Youm Gazetesinin Başyazarı Abdulbari Atwan, Suudi Arabistan’ın Yemen’deki barış girişimini reddetmesini on sebebe bağladı. Atwan, İran’ın müttefiki Husi Ensarullah Hareketinin artık “direniş ekseninin” bir parçası haline geldiğini ve sahada kazandığı mevzileri bırakmayacağını yazdı.

GELECEK ARTIK YEMENLİLERİN ELİNDE

Aynı eksene yakınlığıyla bilinen Lübnan’da yayımlanan al Ahbar gazetesi, “Yemen ... Kanın petrole karşı zaferi!” başlıklı analizinde, yedinci yılına giren Yemen savaşında dramatik değişimlerin yaşandığını ve Suudi Arabistan’ın sahada olup bitene gözlerini kapamaya devam ettiğini yazdı. Suudi Arabistan’ın kibri yüzünden yenilgiyi kabul etmediğini ve bu kibrin Riyad ve onun arkasındaki Batılı müttefikleri için daha fazla kayba yol açacağını belirtti. Aynı gazeteden Fuat İbrahim, “Riyad’da Yemen siyasi kaderi kararlaştırıldıktan sonra, şimdi Sana’da, sadece Yemenlilerin elinde ve bu, genel olarak saldırgan güçler ve özel olarak Suudi Arabistan ile ilgili sorunun özünü özetliyor. Yemenlilerin toprağı ve gökyüzünü savunmadaki cesareti, bölgesel jeopolitik anlatının kırılgan kesinliklerini alaşağı etti” dedi.

HUSİLER İÇİN İRAN ÖNCELİKLİ

Suudi Arabistan’a yakınlığıyla bilinen al Arab gazetesinden Faruk Yusuf,  Suudi Arabistan’ın Yemen’deki ateşkes girişimini Husiler tarafından onaylanmama sebebinin “bölgeyi İran’ın gözüyle” görmelerine bağladı. Yusuf “İran’ın menfaatlerine giren konular, onların memnuniyetine bir giriş noktası oluşturabilir” dedi.

Aynı şekilde Şarkul Avsat gazetesinden Abdurrahman Raşit de Yemenli Ensarullah Hareketinin, tıpkı Lübnanlı Hizbullah gibi, Tahran’ın izni olmadan adım atamayacağını iddia etti. İranlıların Husiler üzerindeki hakimiyetini kabul etmeyip bunun yalnızca bir etkiden ibaret olduğunu iddia edenlerin gerçekçi olmadığı yorumunu yaptı. Raşit, “Yemen’de barışın sağlanması, öncelikle Yemenliler, ardından da Suudiler için önemlidir. Zira Yemen’de yaşanan, bölgenin geri kalanındaki anlaşmazlıkları besleyen bir krizdir. Barıştan herkes bir çıkar elde eder. Bir kez daha denemeliyiz” dedi.

HUSİLERİN GİRİŞİMİ REDDETMESİNDEKİ ON SEBEP

Abdulbari ATWAN
Rai al Youm

Suudi Arabistan, Dışişleri Bakanı aracılığıyla Yemen’deki savaşı tek taraflı olarak sona erdirmek için bir barış girişimi ilan ederek tüm dünyayı şaşırttı. Ancak Husi Ensarullah Hareketi ve müttefikleri tarafından şüpheyle karşılanan bu girişim, 24 saatini tamamlamadan iki taraf arasında hava ve füze saldırıları ile temas yeniden başladı.

Suudi girişiminin Hudeyde Limanındaki “şartlı” ablukayı kaldırmanın ve ücretlerden elde edilen gelirleri şehirdeki ortak bir banka hesabına yatırmanın yanı sıra, Sana Havaalanının kısmen yeniden açılması gibi büyük öneme sahip bazı tavizler içerdiği doğrudur. Ancak krizin insani yanına odaklanan, kayıpları azaltma girişimi ve savaşın başarısızlığının önemli bir kabulünü içeren ve siyasi ve egemenlik yönünden yıllarca uzayabilecek müzakerelere ayıran bu şartlı Suudi girişimi yanlış zamanda geldi.

Koalisyonun veya yeni Amerikan yönetiminin baskısıyla gerçekleşen bu girişimde on nokta önemli:  

  1. Husi Ensarullah hareketi, kendisine karşı duran koalisyonun büyüklüğüne ve Suudi hava saldırılarına rağmen yavaş da olsa Ma’rib’de güçleri ilerliyor. Petrol ve doğal gaz rezervleri açısından çok zengin olan bu tarihi kenti kontrol altına alana kadar müzakere ve ateşkese gitmek mümkün olmayacaktır.
  2. Hareket, üst düzey bir yetkilinin bize söylediği gibi Suudi tarafına güvenin neredeyse yok olduğunu görüyor. Sana Havaalanının şartlı ve sınırlı açılacağını ifade etti. Bu da Suudi tarafının sürekli kontrolü isteğini yansıtıyordu. Dolayısıyla müzakerelerin aksaması durumunda her an baskı kartı olarak kapatılabilir.
  3. Uluslararası garantilerin hiçbir değeri yok: Birleşmiş Milletlerin Cibuti’deki merkezi aracılığıyla gemilerin Hudeyde Limanına girmesi için verdiği izinlere hiç saygı gösterilmedi. Şu anda limanın karşısında akaryakıt, mal ve yiyecek yüklü ve giriş izni olan 14 gemi var ve hala Suudi “merhametini” bekliyor.
  4. Suudi inisiyatifi, havaalanları ve limanlardaki kuşatmaları kaldırmanın 20 milyon Yemenli sivilin hakkı olduğunu ve hareketle hiçbir ilgisi olmadığını gördükleri için Husi tarafınca kabul görmeyen en önemli maddelerinden biri, insani yardım dosyasını askeri dosyaya bağlamak istiyor. Benzer savaşların çoğunda olduğu gibi, hava alanları ve limanlar açık kaldığı için bunun savaşla hiçbir ilgisi olmamalı.
  5. Girişimde Yemen egemenliği, işgal altındaki Yemen adaları ve yabancı, Suudi ve BAE güçlerinin oralardan çekilmesi konusu hiç gündemde değil.
  6. Ensarullah Hareketinin savaşta krizi yönetmesi son derece verimliydi. Uzun vadeli stratejik sabır politikasını benimsemeleri. Birçok gözlemci arasında dikkate değer ve etkileyici bulundu. Bu makaleye hazırlanırken konuştuğumuz Batılı bir askeri uzmanın tanımına göre, angajman kurallarını belirleyenler onlardı.
  7. Husiler, Suudi koalisyonunun önderliğindeki savaşın kayıpları için maddi tazminat talep ediyorlar. Kapsamlı çözüm belgesi müzakereleri sırasında liderlik üyesi Sayın Muhammed el-Husi’nin o dönemde talep ettiği iki madde dikkatimizi çekti. Bunlardan ilki önümüzdeki on yıl boyunca Suudi Arabistan’ın Yemenlilerin maaşlarını ödemesi. Diğeri ise Yemen’in yeniden inşasının üstlenilmesi ve tüm yabancı kuvvetlerin tahliyesi. Bu iki maddeyi de Suudi tarafı reddetti.
  8. Suudi koalisyonunun, Yemen’in Ma’rib bölgesinin iç kesimlerindeki petrol ve doğal gaz rezervlerine, bunların nasıl sömürüldüğüne ve buna göre gelirlerinin kaderine dair herhangi bir emare yok.
  9. Savaşın son iki yılında sahadaki güç dengesinin Ensarullah Hareketi ve sahadaki müttefikleri lehine tersine dönmesi.
  10. Savaştan gelen Suudi kayıpları, Aramko rafinelerinin ve limanlarının ve Riyad, Cidde, Dammam ve Ras Tannura gibi ekonomi merkezlerinin balistik füzelerin ve insansız hava araçlarının bombalanmasından sonra en büyük hale geldi.

Uluslararası ittifaklar kurma ve bölgesel ve küresel eksenlere girme konusunda büyük deneyime sahip olan Suudi liderliğinin farkına varmadığı şey, bugün Yemen’in altı yıl önce “Kararlılık Fırtınası”nın başlatıldığı andan farklı bir noktada olduğudur. Gelişmeler; Husi hareketi ve müttefiklerinin, bölgenin en güçlüsü değilse bile ismi “Direniş Ekseni” olan güçlü bir ittifakın parçası haline geldiklerini, yani tek başına ayakta kalmadığını söylüyor. Bunun sebebi, ilk savaş uçağından ve ilk füzesinin Saada ve Sana’ya doğru fırlatılmadan önce durumun yanlış hesaplanmasıdır.

HUSİLERİN BARIŞ KONUSUNDAKİ TAVRI ÜZERİNE

Faruk YUSUF
al Arab

Suudi Arabistan’ın Yemen’deki ateşkes girişimi Husiler tarafından onaylanmayacak. Bu, Yemen’in kapılarını savaşa açan krizin genel bağlamından ayrılmayan şeydir. Burada herhangi bir sürpriz yok. Husiler, bulundukları bölgeyi ve yörelerini İran’ın gözünden görüyorlar. Bu nedenle, İran’ın menfaatlerine giren konular, onların memnuniyetine bir giriş noktası oluşturabilir. Çünkü bu menfaatlerle tutarsız olan şey, reddedilmenin amacı olacaktır.

Ve İran, Yemen’deki savaştan, Husi askeri hareketinin ABD çıkarlarına oluşturduğu tehlike nedeniyle ABD’ye baskı uygulayacak bir kart aldığından, Yemen dosyasının tüm Yemenli hareketlere hizmet edecek şekilde kapanması ne kabul edilebilir ne de izin verilebilir. Husi hareketi de dahil Yemen-Yemen müzakerelerinden kesinlikle kaybeden biri olarak ortaya çıkmayacak.

Husilerin sorunu, menfaatlerini İran menfaatleriyle eşleştirmeleridir. Aksine, kendilerini diğerleriyle birleştiren ulusal zorunluluk açısından değil, davalarıyla diğerlerinden ayıran mezhepçi çıkar açısından ideolojik takipçiler oldukları için İran’ın çıkarlarını kendi çıkarlarının önüne koyuyorlar.

Ancak Husilerin Suudi girişimini kategorik olarak reddettiklerini açıkladıklarında karşılaşacakları bir engel var. Bu düğüm, girişimin İran’ın yeni bir nükleer anlaşmaya giden yolda tavizler elde etmeye çalıştığı aktif ve etkili kısım olan uluslararası toplumun en büyük bölümünün kazanılmış olması gerçeğinde temsil edilmektedir. Meselenin bu yönü, Husilerin silah ambargosunu kaldırmayı düşünürken alenen konuştukları ikna edici insani nedenlerden dolayı değil; aksine Yemen’de uçurumun kenarında olan insanların kaderiyle ilgili nedenlerden dolayı bugün Yemen’deki savaşı sona erdirme gerekliliğine daha fazla ikna olmuş ülkeler tarafından temsil edilmektedir.

Bugün, ABD ve Avrupa Birliği savaşı sona erdirme ihtiyacına ikna olmuş durumda ki Suudi Arabistan’da bunun farkına vardı ve anladı. Yolu kısalttı ve İran’ın Husiler üzerindeki örtüsünü kaldıracak girişimini duyurdu. Aynı zamanda onları dünya ile doğrudan karşı karşıya getirdi. Dünyanın barış kararını Libya’da olduğu gibi Yemen’e dayatması pek olası değil. Husiler, dünya ile askeri olarak karşı karşıya gelebilecekler mi?

Savaş yıllarında kendilerine para ve silah sağlayan ideolojik çukura düşen Husiler, tüm Yemenli partileri bir araya getiren ulusal bir çerçeve içinde geleceklerini sağlamayı doğru bir şekilde düşünemiyorlar. Onlar sadece daha önce 6 savaşta mağlup olmuş mezhepçi bir çetedir. Birden fazla kez imzaladıkları anlaşmaları ihlal ettiler. Nihayetinde bu tutumu, devrik Cumhurbaşkanı Salih’in onlarla iş birliği yapmasına neden olan Arap Baharının kaosundan yararlanarak alabildiler. Daha sonra onu öldüren aynı hareketti. Bu çete geçtiğimiz yıllarda İran’ın çıkarlarını savunmak için savaştı.

İran için getirdiği kayıplar karşılığında artık Husilerin kazançlarından çekilmesi bir şey ifade etmiyor. Bu nedenle, reddetme onları kaçınılmaz bir kıyamete götürse bile Suudi girişimini reddedecekler.

SABİTLER VE ACİL DURUM ARASINDAKİ
İSRAİL SEÇİMLERİ ŞAŞIRTICI DEĞİL

Al Kuds
Başyazı

23 ay sonra dördüncü kez İsrailliler yeni Knesset (İsrail meclisi) seçimleri için önceki turlara damgasını vuran bazı sabitlerin ortasında sandığa gitti. Bu seçim sürecinde meydana gelen gelişmeler, işgal devletindeki siyasi ve partizan hayat bakımından şaşırtıcı veya garip olmadı.

Dış değişkenlere gelince ilki BAE, Bahreyn, Sudan ve Fas gibi Arap ülkelerini işgal devletiyle normalleştirme baskısının arkasında olan Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın yokluğudur. Trump, ABD Büyükelçiliğini işgal altındaki Kudüs’e taşımak ve işgal altındaki Golan’ı ve yerleşim yerlerinin egemenliğini tanımak gibi büyük ve kesin kararlar da aldı.

İsrail düzeyinde ilk sabit, siyonist varlığın tarihinde en uzun süre hizmet veren başbakan olan Netanyahu’nun varlığıdır. Bugün, çeşitli yolsuzluk suçlamalarıyla yargı önüne çıkmasına rağmen aynı kulvarda yarıştı. Knesset’in kendisini feshetmesi veya hatta onu kendi kendini çözmesi için zorlamak gerekli olsa bile ve önceki duruşmalardan kaçma girişimlerine rağmen yarışta yer aldı.

Netanyahu, İsraillilerin kovid-19 salgınından koruyucusu ve dünyadaki en gelişmiş aşılama deneyiminin sahibi olarak görünmeye çalıştı. Netanyahu dört Arap ülkesiyle “barış” sağladığını iddia ederek seçimlere girdi.

İkinci sabit, Netanyahu ve Likud partisine muhalefet ilan eden takımı etkileyen bölünme ve dağılma durumudur. Önceki seçimlerde, “Mavi Beyaz” koalisyonu ciddi bir muhalefetin başlığıydı. Ancak, kısa süre sonra ilk sınavda kaybetti ve birbirini izleyen tavizlere girmesi, yüzleşme ivmesinin çoğunu kaybetmesine neden oldu. Sağın yükselişinden önce defalarca hükümet eden tarihi “İşçi” Partisi sol gruplaşmalar ve çeşitli liberal akımlar gibi iktidarsızlığa ve yok oluşa daha yakın görünüyor. (…)

Her zaman şaşırtıcı olmayan en göze çarpan yenilik, Netanyahu’nun tüm Arapların sınır dışı edilmesini ve tüm Batı Şeria topraklarının ilhak edilmesini isteyen aşırı dinci “Yahudi Gücü” partisine açılması olacaktır. Bu Partinin ideolojik kökleri, Haham Martin David Kahane felsefesine ve işgal devletinin kendi içinde yasalarca yasaklanan “Kach” ırkçı ve terörist hareketine dayanmaktadır.

Netanyahu’nun 15. yönetim yılına devam etmenin bir yolunu bulması, Batı’daki aşıklarının dediği gibi Ortadoğu’daki tek “demokrasi vahasının” bu dördüncü seçimde de sorununu çözemeyecek.

ÖNCEKİ HABER

Yurt dışına seyahat edecek yolcuların koronavirüs kuralları güncellendi

SONRAKİ HABER

Sağlıkçı kadınlar: İstanbul Sözleşmesi tüm kadınlar için yaşam hakkı mücadelesidir

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa