Bir dönem romanı: Sempatizan
Özlem Ertan, Mehmet Mez’in romanı "Sempatizan"ı yazdı.
Görsel: Kitap kapağı
Özlem ERTAN
Esas amacı insanı anlamak ve anlatmak olan edebiyatın siyasi iklimden, koşullardan etkilenmemesi mümkün değil. Özellikle Türkiye gibi tarihi karanlık dönemlerle, darbelerle, ekonomik darboğazlarla, adalet arayışlarıyla dolu bir ülkenin edebiyatçıları, içinde yaşadıkları siyasi iklimi, yazdıkları romanlara, öykülere, şiirlere ister istemez yansıttılar ve yansıtıyorlar. Toplumsal yanı olan her romanda siyasi ortamın izleri bulunmakla birlikte, konusu ve kurgusu itibariyle politik atmosferin bir nebze daha ön plana çıktığı kurgusal metinler de vardır edebiyatımızda.
Mehmet Mez’in Dark İstanbul Yayınları’ndan çıkan romanı Sempatizan da bu kapsamda değerlendirilebilecek bir eser. Yazar Mehmet Mez, bu 495 sayfalık hacimli romanında Türkiye’nin 1960’lı ve ’70’li yıllarının siyasi ve sosyal yapısını bol karakterli ve tıkır tıkır işleyen bir kurgu içinde o kadar ustalıkla yansıtıyor ki kitabı okurken o dönemi gözlerinizin önünde canlandırıyorsunuz. Sempatizan’ın başkahramanıyla birlikte Türkiye’yi sıkıştığı darboğazdan kurtarmanın mümkün olup olmadığını düşünüyor, haksızlıklara karşı çıkıyor ve alanın da satanın da memnun olduğu, sadece yoksullar ile idealistlerin bedel ödediği sisteme isyan ediyorsunuz.
ÜNİVERSİTE YILLARI VE MÜCADELE
Devrimci ve sağcı öğrenciler arasındaki çatışmaların üniversite ortamını biçimlendirdiği günlerde İstanbul Üniversitesinde başlar Sempatizan romanı. İktisat Fakültesinde okuyan sol görüşlü başkarakter, aynı zamanda üniversite kütüphanesinde de çalışmaktadır. Henüz ilk sayfalardan anlıyoruz ki ilkelerine bağlı, halktan ve haklıdan yana, ülkesinin girdiği çıkmazlardan nasıl çıkarılabileceği konusunda kafa yoran biridir “sempatizan”. İlerleyen sayfalarda onun o “naif” solculuğundan pek de bir şey kaybetmeyeceğini, her ne kadar etrafında dönen dolapların farkında olsa da doğru bildiği yoldan sapmayacağını göreceğiz.
İstanbul Üniversitesindeki çatışmalardan paçasını kurtaran kahramanımız, İktisat Fakültesini bitirir ve İzmir’e döner. Roman bu noktada okurlarını bambaşka bir karakter olan Metin Boğacı’nın öyküsüne buyur eder. İlk bölümde birinci tekil şahıstan anlatılan roman, bu bölümde üçüncü tekil şahıs anlatımına bırakır kendini. Yazarın üçüncü tekil şahıstan kaleme aldığı iki bölümden biri de bu aslında. Mehmet Mez, romanının neredeyse tamamını başkarakterin ağzından, birinci tekil şahısla kaleme almış ve sadece iki bölümde üçüncü tekil şahsın anlatımına başvurmuş.
Metin Boğacı, romanın ana karakteriyle taban tabana zıt biri. Hukuk Fakültesi mezunu Boğacı’nın tek hedefi kısa yoldan zengin olup lüks bir hayat sürmek. Bu hedefine kavuşmak için her yolu mübah gören Boğacı, ilk kuşak cumhuriyet öğretmenlerinden biri olan babasının emekli ikramiyesiyle dil öğrenmek bahanesiyle İngiltere’ye gidip gününü gün eder. Her nasılsa şans yüzüne güler ve Britannica ansiklopedilerinin Türkiye temsilcisi ve yetkili satıcısı oluverir. İzmir’de bürosunu açtığında ise romanın ilk bölümünden tanıdığımız ilkeli “sempatizan”ın askerden önce geçici olarak Metin Boğacı’nın yanında işe başladığını görürüz. Burada Metin Boğacı’nın babası ve “sempatizan” aynı ilkeli duruşu sergilerken Metin Boğacı türlü dalavereler çevirerek cebini doldurmaya devam eder.
İLKELER VE HAYAT GAİLESİ
Akabinde yine başkarakterin öyküsü ön plana çıkar. “Sempatizan” ilk iş yerinden ayrılıp askere gider dönüşte de İzmir’de bir kamu kuruluşunda satın almadan sorumlu piyasa araştırmacısı olarak işe başlar. Gözünün önünde dönen dalavereler, alınan rüşvetler, yapılan haksızlıklar derinden yaralar sol gelenekten gelen bu idealist adamı, ama evlenip çoluk çocuğa karıştığı için istifa etmeye de cesareti yoktur. Hayat gailesi elini kolunu bağlar. Darbe olur, akabinde iktidar değişir. Her yeni iktidar kendi adamlarını yerleştirir kadrolara.
Ardından başkarakter istifa edip kendi işini kurar. Peki, sol gelenekten gelen bu idealist ve naif adam, 1974 Kıbrıs Harekatı’ndan sonra ambargolarla sarsılan, en temel gıda malzemelerinin bile karaborsaya düştüğü, rüşvet verenin her türlü yasa dışı işi yaptığı halde adaletin terazisinde tartılmaktan kurtulduğu bir ortamda ayakta kalabilecek mi? Tüm bunların cevabını elbette romanın satırları arasında bulacaksınız.
Sempatizan, her ne kadar roman boyunca adı zikredilmeyen başkarakter etrafında gelişse de bol karakterli bir roman. Tüm o karakterlerin toplamı ise Türkiye’nin ’60’lı ve ’70’li yıllarının çok kapsamlı bir siyasi ve sosyal analizini içeriyor. Para kazanmak ve lüks hayatını sürdürmekten gayrı bir derdi olmayan etik yoksunu Metin Boğacı ile oğluyla taban tabana zıt bir karakter yapısına sahip olan cumhuriyetin ilk kuşak öğretmenlerinden biri olan babası, son derece zeki ve kibar bir genç olmakla birlikte lüks yaşam hevesiyle yasa dışı işlere bulaşıp cezaevine düşen İzmirli Moiz, başkahramanın şizofreniden mustarip müdürü Peker Bey ve diğerleri… Hepsi de o kadar canlı ve ayakları yere basan karakterler ki…
2019’DA YAŞAMINI YİTİRDİ
Mehmet Mez de tıpkı romanının isimsiz başkahramanı gibi İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinden mezun olmuş, İzmir’de bir kamu kuruluşunda yıllarca görev yapmış, akabinde kendi işini kurmuş, sol terbiyeden gelen, duyarlı ve okumayı çok seven biri. Buradan anlıyoruz ki Sempatizan’ın otobiyografik bir yanı da var.
18 Aralık 2019’da, Sempatizan’ın yayımlandığını göremeden aramızdan ayrılan Mehmet Mez, gerçekten çok iyi bir yazar. Romanının aksamadan ilerleyen kurgusu ve kaya gibi sağlam siyasi, toplumsal arka planı bir yana, kullandığı dil ve kalemi de usta işi. Kurduğu cümleler, kullandığı ifadeler edebi bir tat bırakıyor insanda. Sempatizan’ı okurken “Keşke aramızdan ayrılmamış olsaydı da başka romanlar da yazsaydı,” demekten ve hüzünlenmekten kendinizi alamıyorsunuz.
Daha önceden yayımlanan Soprano adlı bir öykü kitabı ile Umutların Yeşil Kaldığı adlı bir şiir kitabı da bulunan Mehmet Mez’in romanı Sempatizan gerek dilin kullanılış biçimiyle gerekse siyasi ve toplumsal olaylardan beslenmesiyle Yazı Ustası Çetin Altan’ın romanlarının ve yazılarının lezzetini taşıyor.