İspanya'da kriz derinleşirken faşist eğilimler güçleniyor
İspanya'da, pandeminin yarattığı sorunların yanı sıra faşist eğilimli Vox partisinin siyasette artan etkisi, yaklaşan Madrid Özerk Bölgesi seçimleri ve sokaktaki durumu Jesus de la Roza yazdı.
Fotoğraf: Pixabay
Jesus de la ROZA*
İspanya, demokrasinin yeniden kazanılmasından (1978) bu yana, ilk defa ve 1 yıldan fazla bir süredir bir koalisyon hükümeti (PSOE ve Unidas Podemos) ile yönetiliyor.
Sosyalist Partili (PSOE) Pedro Sánchez’in başkanlık ettiği bu hükümet, daha önce başında Mariano Rajoy’un bulunduğu muhafazakar sağcı Halk Partisinin (Partido Popular) hükümet ettiği dönemlerdeki yolsuzluk ile Bask ve Katalan karşıtı politikalardan bıkmış olan Bask ve Katalan milliyetçi partileri olmak üzere pek çok partinin desteği sayesinde, genel devlet bütçesini üç yıl sonra ilk kez onaylatabilen bir azınlık hükümetidir.
Unidas Podemos’un hükümetteki varlığı ve lideri Pablo Iglesias’ın hükümetin 4 başkan yardımcılığından birini işgal etmesi, neredeyse tüm medya ve bu partiyi kriminalize etmeye çalışan yargı kurumunun bir kısmının desteklediği sağ kanadın hükümete karşı sert bir kampanya başlatmasına neden oldu. Bu durum ayrıca, son seçimlerde üçüncü güç konumuna yükselen Frankocu neofaşist Vox partisinin parlamentodaki varlığıyla, yeterince oy kaybeden ve daha fazla oy kaybetmek istemeyen Halk Partisinin söylem dilini daha bir radikalleştirdi.
PSOE ile UP arasında imzalanan koalisyon maddeleri nitelik olarak oldukça ılımlı. Unidas Podemos’un da kullandığı dil de, önergeleri de sosyal demokrat nitelikten öteye geçmiyor. Buna rağmen muhafazakar partiler ve medyanın büyük bir kısmı, hükümeti, “İspanya’nın birliğini bozmak isteyen” (Bağımsızlık yanlısı Katalan partisi Esquerra Republicana de Cataluña’dan aldığı destek nedeniyle) ve “teröristlerin dostu” (İspanyol sağının ETA’nın devamı olarak nitelendirdiği bağımsızlıkçı Bask koalisyonu Bildu’nun verdiği destek nedeniyle) olmakla suçluyor.
İspanya’da 70 binden fazla kişinin kovid-19’dan yaşamını kaybetmesinden hükümeti sorumlu tutan muhafazakar muhalefet, pandemi döneminde ortaya çıkan sağlık ve ekonomik kriz karşısında hükümeti desteklemedi, saldırılarını daha da artırdı.
SALGININ İŞÇİ SINIFI AÇISINDAN TRAJİK SONUÇLARI
Bu politik ortamda, salgının işçi sınıfı açısından trajik sonuçları oldu. Pandeminin başlangıcından bu yana işsizlik 700 bin kişi artarak 4 milyona ulaştı (resmi rakamlara göre yüzde 16). İşsizlik genç nüfus arasında yüzde 40, ki bu oldukça ciddi bir oran. Halihazırda Geçici İstihdam Düzenlemesi (ERTE) kapsamında, yani çalıştığı şirketler geçici olarak kapatılan ve 6 ay boyunca maaşlarının yüzde 70’ini, sonrasında ise yüzde 50’sini devletin ödediği 900 bin işçi var. Bu rakamlar gelecekte daha da kötüleşebilir. Buna ayrıca işleri duran ve devlet yardımı alan 400 bin serbest meslek sahibi çalışanını da eklemek gerekir. Bu şirketlerin ve serbest çalışanların birçoğunun kapanması olasıdır, bu da işsizlik rakamlarını daha da artıracaktır.
Sonuç olarak, ülkede yoksulluk arttı. Avrupa istatistik ofisi Eurostat’a göre, 47 milyon nüfuslu İspanya Avrupa Birliği’nin en yoksul beşinci (yaklaşık 10 milyon, nüfusun yüzde 21’i) ve 16 yaş altı nüfusun en fakir olduğu (yüzde 27) üçüncü ülkesi. Ulusal gelir ortalamasının yüzde 60’ından daha azıyla yaşadığınızda bu yoksul olduğunuz anlamına geliyor. Büyük ölçüde görünmez olan bu yoksulluk, hayır kurumlarında yiyecek toplamak için sıraya giren ve sayıları bazen on katına çıkan insanların oluşturduğu “açlık kuyrukları”nda görünür hale geliyor. Saygın bir dini yardım örgütü olan Caritas’a göre, yardım isteyen her üç kişiden biri bunu ilk kez veya bir yıldan fazla bir süre sonra yapıyor.
En kötüsü de pandemi başlamadan önce de var olan bu kriz, işsizlik ve yoksulluk durumundan, hükümetlerin oluşumunda siyasal olarak belirleyici hiçbir öneme sahip olmayan aşırı sağın fayda sağlaması. Madrid, Mursiya, Endülüs ve Kastiya-Leon özerk bölgelerinde, Halk Partisi ve Yurttaşlar Partisi (Ciudadanos), faşist Vox sayesinde hükümet oldular. Vox’un desteği olmadan buralarda hükümet kuramıyorlardı. Şu anda herhangi bir hükümetin parçası değiller, ancak bu durum yakında Madrid özerk bölgesinde değişebilir.
MADRİD ÖZERK BÖLGESİ SEÇİMLERİ YAKLAŞIYOR
Anketlerin, partisini (muhafazakar Halk Partisi-PP) ciddi bir farkla önde göstermesi üzerine Madrid Özerk Bölge Başkanı Isabel Díaz Ayuso, özerk bölge hükümeti ortağı Ciudadanos ve PSOE’nin kendisini görevden almak için bir güven oylaması önergesi hazırladıkları bahanesiyle erken seçim çağrısı yaptı. Madrid hükümetinin ortağı olan Ciudadanos, Madrid parlamentosuna girmek için gereken yüzde 5 oyu alma olasılığı olmayan, mutlak çoğunluğu elde etmesi zor görünen ve giderek yok olmakta olan bir partiydi. Ayuso yani Halk Partisi, Vox ile birlik olursa milletvekilliklerinin yüzde 50’sini elde edebilir. Bu ciddi bir durum; çünkü Madrid gibi ekonomik ve politik olarak oldukça önemli bir konuma sahip olan bir bölgede aşırı sağcı, faşist bir parti ilk defa sandık aracılığıyla hükümette yer almış ve Madrid’e başkanlık ederken; faşist Vox’a çok benzeyen söylemler kullanan ve Halk Partisinin en radikal kanadından olan Ayuso’nun da zaferi ilan edilmiş olacak.
Öte yandan erken seçim çağrısı sürprizine, bir başka sürpriz eklendi. Hükümetin Başkan Yardımcısı Pablo Iglesias (Unidas Podemos), Madrid’deki seçimlere katılmak için hükümetteki görevinden ve İspanyol parlamentosundan ayrılmaya karar verdi. Iglesias bu karara “Faşizmin yükselişiyle mücadele etmek için” vardığını bildirdi. Bekleyip göreceğiz. Şimdiden görünen bir şey var ki o da Iglesias’ın adaylığının, Podemos’un Madrid Parlamentosunda yer almaya devam etmesine izin verme olasılığıdır. Anketlere göre, önceki seçimlerde partinin bölünmesi sonucu yüzde 5’e ulaşamama riskini de taşıyordu.
HÜKÜMET ÖNEMLİ VAATLERİNİ YERİNE GETİRMEDİ
İspanya’ya, neredeyse tüm politikayı etkileyen kovid-19 salgını gelmemiş olsaydı hükümet nasıl bir mecrada yürürdü bunun ayrıntılarını bilemeyiz; ancak şunu biliyoruz ki o da en önemli vaatlerinden bazılarını yerine getirmediler. Önceki yıllarda patronların lehine olan ve işçi sınıfı için hakların kaybedilmesi anlamına gelen İş Yasası değiştirilmedi. Protesto hakkını suç sayan Güvenlik Yasası da değiştirilmedi. İfade özgürlüğünü koruma konusunda da adım atmadı.
Örneğin, hâlâ monarşiye hakareti suç sayan yasalar var. Monarşiye veya dini duygulara saldırma veya terörü yüceltme (ETA yıllardır ortada olmamasına rağmen) suçlamasıyla yargılanan ve hatta mahkum edilen (Rap Şarkıcısı Pablo Hasel örneğinde olduğu gibi) insanlar var. Öte yandan, bir grup emekli asker internet sohbetlerinde “26 milyon Kızıl”ın kurşuna dizilmesini istediklerinde onlara bir şey olmuyor. Yargıçlar buna ifade özgürlüğü diyor. Aynı durum polisin gösterilerdeki eylemlerinde de yaşanıyor. Polis, işçilerin veya antifaşistlerin gösterilerine karşı oldukça sert müdahalede bulunuyor. Oysa sayıları giderek artan faşist gösterilere gayet hoşgörülü davranıyor. Toplumun barışçıl, hak arayan kesimine ceza reva görülürken gerici ve şiddet yanlısı kesimine cezasızlık uygulanıyor.
Sonuç olarak yoksulun daha bir yoksullaştığı zenginin daha bir zenginleştiği ülkede, faşizmin kendisini egemen düşünce olarak kabul ettirme riskiyle karşı karşıyayız. Bu riski bertaraf etmek, bize dayatılan bu adil olmayan toplum modelini değiştirmek ancak halk güçlerinin birleşmesiyle olanaklıdır. Bunu hepimiz biliyor ve sürekli yineliyoruz. Acilen bu birliği sağlamanın yollarını bulmamız gerekiyor.
*Emekli Eğitimci, Sendikacı
İspanyolca’dan çeviren: Hilal Ünlü