31 Mart 2021 01:00

Ataerkil toplumun panzehri direnen kadınlar

"Bu direniş yalnızca sokaklarda değil, çoğunlukla okul sıralarında, kimi zaman aile masalarında, toplu taşıma araçlarında ve her şeyden de önce zihinde başlar."

Fotoğraf: Burcu Yıldırım

Paylaş

Zeynep ÖZÜNAL

İstanbul Üniversitesi

İstanbul Sözleşmesi’nin hukuksuzca feshedilmesine uyandığımız sabahtan beri 10’dan fazla kadın katledildi! Türkiye siyasetinde İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmaları başladığından bu yana, yaklaşık iki yıldır, kadın cinayetlerinin oranı katlanarak arttı. Sözleşme; kadına şiddetle savaşmanın yanı sıra, cinsiyet ve cinsel yönelim ayırmaksızın herkesin temel insan hak ve özgürlüklerinin gözetilmesi gerektiğini de savunuyor. Bu sebeple sözleşmeyi savunmak Türkiye’de temel insan hak ve özgürlüklerini savunmaktır.

KADIN CİNAYETLERİ POLİTİKTİR!

İktidar da dahil olmak üzere, sözleşmenin feshedilmesini savunan herkes, tüm kadın ve LGBTİ+ bireylerin gündelik hayatına entegre edilmiş psikolojik ve fiziksel şiddette rol oynuyor. Kadın cinayetlerinin politik olduğunu savunmamın ana sebeplerinden biri bu durum olsa da, sayılabilecek onlarca sebep daha olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bugün içinde bulunduğumuz trajik durumda siyasiler tarafından toplumun bilinçaltına kazınan, “Kadın herkesin içinde kahkaha atmayacak” gibi çağdışı söylemlerin oynadığı büyük rol sebebiyle kadın cinayetleri politiktir! Boğaziçili arkadaşlarımızın kayyum rektör atanmasına karşı başlattıkları direnişte tutuklanmalar yaşanırken Musa Orhan serbest bırakıldığı için kadın cinayetleri politiktir! Tüm bunları göz önüne aldığımızda İstanbul Sözleşmesi’nin feshine karşı başlayan kadın direnişi ise baharın gelişinin müjdecisidir. Pankartlarla süslenmiş, ele ele düzenlenmiş eylemde de haykırıldığı gibi; “Sen, Ben, Biz. Birbirimizin çaresiyiz!”

Gerçeklerin “vahşi ve tehlikeli” olduğu bir coğrafyada, bu gerçekleri haykıranları “vahşi ve tehlikeli” olarak adlandırmak artık bizim toplumumuzda alışagelmiş bir durum olsa da, İstanbul Sözleşmesi’nin bulundurduğu ve temsil ettiği her değeri savunmak için sokaklara dökülen binlerce kadını görmek içimdeki la loba’nın* uyanmasına inanılmaz bir katkıda bulundu. Her kadın kendi bedenine sahip olabilsin, her kadın kendi düşüncelerini konuşabilsin ve tüm bunların ötesinde her kadın özgürce yaşayabilsin düşünceleriyle gittiğim eylemde, gördüğüm yüzler ve tuttuğum ellerden aldığım enerji o kadar saf ve coşkuluydu ki kapılara dayattığımız kadın mücadelesi ruhunu iliklerime kadar hissettim.

“KADINLAR YENİDEN DOĞURACAKLAR KENDİLERİNİ”

Kadının “zayıflığına” dayandırılan kültürel şartlanmaları kabul etmeyeceğiz. Bu şartlanmaların kabulü yalnızca Türkiye sınırları içinde yaşayan kadınların hak ve özgürlüklerinin değil, bu sınırlar içinde yaşayan her canlının ve kurulan tüm sistemlerin asırlarca geri gideceğini kabul etmek demektir. Ne kadar ironik duyulsa da toplumsal arketipimiz günler ileri aktıkça geriye adım atmaya çok müsait. Bu ironiyi doğuran ve besleyen ataerkil toplumun dayatmalarından başka hiçbir şey değil. Ataerkil toplumun tek panzehiri ise direnen kadındır. Bu direniş yalnızca sokaklarda değil, çoğunlukla okul sıralarında, kimi zaman aile masalarında, toplu taşıma araçlarında ve her şeyden de önce zihinde başlar. “Kadınlar yeniden doğuracaklar kendilerini” ve bu doğumun imgesel gücü, bir dilsize bile şarkı söyletebilecek kadar büyük olacaktır.

*la loba: Efsaneye göre kurtların kemiklerini toplayan kadın. Hikayesi, Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabında da anlatılmaktadır.

ÖNCEKİ HABER

Şimdi baskıları örgütlediğimiz dirençle kovuşturma vakti!

SONRAKİ HABER

Açık cezaevlerindeki hükümlülerin Kovid-19 izni iki ay daha uzatıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa