31 Mart 2021 05:12

Artan saldırılara karşı çözüm gençliğin kendi mücadelesinde!

Eğer bu koşullardan çıkılmak isteniyorsa şundan ya da bundan beklenti içerisinde, olan biteni izleyerek değil gençliğin harekete geçmesine ihtiyaç vardır.

Kaynak: Matt Ridley/Unsplash

Paylaş

Ekin Yoldaş KALI

 

“Uzaktan eğitim ile üniversiteyi kazanabilecek miyim? İstediğim bölümde okuyabilecek miyim? Aldığım uzaktan eğitim ile mesleki/akademik olarak yeterlilik sağlayabilecek miyim? İş bulabilecek miyim? KYK kredi borçlarını nasıl ödeyeceğim? Kiramı, faturamı nasıl ödeyeceğim? Sokaklarda, okulda, işte genç bir kadın olarak güvenle yaşayabilecek miyim? Bu ülke nereye gidiyor? Bu kadar hukuksuzluk, sömürü ile yaşamak mümkün mü?​” Soruların sayısı artırılabilir. İşçi, işsiz, öğrenci her genç bu soruların cevaplarını arıyor. Gençliğin en verimli vakitleri, en temel yaşam ihtiyaçlarına ulaşmak ile geçiyor. Bir taraftan ise ülkede yaşananlar, iktidarın politikaları bırakalım bu sorulara cevap vermeyi, bu soruların daha sık sorulmasına, daha yakıcı olmasına neden oluyor. Çıkış yolu nerede? Buna cevap verebilmek için yaşananlara yakından bakalım.

YAPILANLAR BEKLENMEDİK DEĞİL

Erdoğan-AKP iktidarı, ittifakı MHP’nin destekleriyle yakın vakitte “İnsan Hakları Eylem Planı”, “Ekonomik Reform”, “Yargı Reformu”, “Sivil Anayasa” başlıklarıyla “yeni” politik hamleler ilan etti/ediyor. İddiaları ülkeyi demokraside, hukukta, ekonomide ileriye götürmek! Hoş zaten anlattıkları öyküde hep ileriye gidiliyor. Ara sıra dış güçler, içerdeki dış güçler uzantılı vatan hainleri ülkenin gelişmesini istemiyor. Onlar da “bir şekilde” hallediliyor. Gerçeklere bakalım. Bu süreçte İstanbul Sözleşmesi tek taraflı feshedildi, harekete geçen kadınlar kolluk güçlerinin zorbalığıyla karşılaştı, alanlarda gösteriler yasaklandı. 12 saatte 6 kadın öldürüldü. TL değer kaybetti, temel tüketim maddeleri pahalanmaya devam ediyor. Boğaziçi öğrencilerinin protestoları yine kolluk güçlerinin zoruyla karşılaştı. Onlarca öğrenci müthiş bir şiddet ile gözaltına alındı. Düşük zamma karşı mücadele eden Hyundai işçilerine kolluk güçleri ve TOMA ile müdahale edildi. HDP’li Milletvekili Gergerlioğlu’nun vekilliği, daraltılmış hukuk normları dahi çiğnenerek düşürüldü. Hemen arkasından HDP için kapatma davası açıldı. Aşının bahsi dahi edilmiyor. Pandemiyle mücadele iktidarın ve sermayenin ihtiyaçlarına göre sürüyor, halk sağlığı umurlarında değil. Uzaktan eğitim ve sınavlar yapboza dönmüş durumda. Bir yandan AKP, üyelerini halkın ulaşamadığı testten geçirerek lebalep kongreler yapıyor. Örnekler artırılabilir. Memlekette hayat çok hızlı değişiyor. Erdoğan iktidarı ve cumhur ittifakının söyledikleri karşısında yaptıkları bunlar. İktidarın uygulamaları, bugüne kadarki yaptıklarına bakınca beklenmedik şeyler değil. Tam aksini propaganda etmelerinin ise nedenleri var.

AKP-Erdoğan iktidarı kitleyi etkileme kabiliyetinde ve kitle desteğinde ciddi bir zayıflama yaşıyor. Bunu kendileri de ifade ediyor. Ancak ne pahasına olursa olsun iktidarlarını korumak istiyorlar. Yaptıkları hamleler ile devletin neredeyse tüm yetkilerini kullanabilecek duruma geldiler; fakat muhalefet edebilen, iktidarın politikalarını hayata geçirmesini yavaşlatabilen, kitle hareketiyle hamleleri geri çektirebilen en ufak bir alan bırakmamak istiyorlar. Bu nedenle tüm adımları tek adam tep parti rejimine dayalı, ırkçılık-milliyetçilik-dincilik propagandasıyla donatılmış, gerici-faşist bir devlet biçimi inşa etmek istiyorlar. Böylece yönetmenin önündeki tüm engelleri kaldırmış olacaklar. İktidar bunu “kötü, karanlık, çıldırmış” olduğu için yapmıyor. Evet, uygulamaları bu yakışmaları hak edebiliyor. Esas mesele ise iktidarın parçası olduğu sınıfın, emperyalistlerle iş tutan tekelci burjuvazinin çıkarlarını korumak ve kapitalist düzenin geleceğini garantilemek.

Yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz bir ders daha var: Ekonomi politikaları, piyasaların işleyişi, sermaye akışlarının yönü elbette rasyonel yaklaşımlara, iyi yönetime, konusuna hâkim teknokrat ve bürokratlara gereksinim duyuyor. Ancak bunlara ilaveten hukukun üstünlüğü, hızlı ve adil şekilde çalışan güvenilir bir yargı sistemi olmadan, bu özellikler kalıcı ve sürdürülebilir büyümenin önünü açmaya, yatırım sermayesinin ülkeye akmasını tek başlarına sağlamaya yetmiyor.” Bu sözler TÜSİAD başkanı Kaslowski’nin 3 Aralık 2020’deki konuşmasına ait. Pandemiyle birleşen ekonomik kriz döneminde bankalar, şirketler, yatırım grupları vb. müthiş karlar elde ettiler. Toplum ise açlık, sefalet ve ölüme terk edildi. Özetle, iktidar başta kendi yandaşları olmak üzere kapitalistlere hizmet ediyor. İçerisinde bulunduğumuz üretim tarzında egemen sınıfa, burjuvazinin yönetim aracı olan devlet, kararları en “hızlı” ve sınır tanımadan alabilecek biçimde dönüştürülmek isteniyor. Kapitalistlerin gerçek yüzü yaşananlar ışığında daha çok görünüyor. Kirli propagandalarıyla ne kadar irin saçarlarsa saçsınlar ya da halktaki iyi yönlü beklentileri kullanmaya çalışsınlar bu gerçeği örtemiyorlar. Bu nedenlerle, birikmekte olan ve yer yer patlayan tepki ve öfkeden can pahasına korkarak bu adımları atıyorlar. İktidarın çok ileriye gittiği, bu nedenle sosyal ve ekonomik iyileşmeler sağlayacağı beklentisi ise iyi niyetli bir temenni olmanın ötesinde boş ve aldatıcı bir inanç. İktidarın her bir saldırısı bir sonrakine zemin hazırlıyor. Güçlü bir karşı koyma olmadıkça asla durmayacaklar.

HALKIN SESİNE KULAK ASMAYAN BİR MUHALEFET

Çözüme gelelim. CHP ve İYİ Parti odaklı millet ittifakının propagandası: “Sakin olun, sokağa çıkıp bunların eline koz vermeyin. Bizim bir şey yapmamıza gerek yok. Az daha sabredin, biz gelince her şey güzel olacak. Parlamenter sisteme döneceğiz. Seçimlerde bu iş bitecek” vb. söylemlerle, yaşananların boyutu karşısında agresif bile olmayan bir pasiflikte ilerliyor. AKP’de iktidara gelmeden önce “Biz gelince her şey güzel olacak” diyordu, toplumun sorun yaşayan her kesimine sözler veriyordu. “Gençlik ülkenin sadece zenginliği değil, aynı zamanda dinamizminin ve değişim potansiyelinin de kaynağıdır. Dolayısıyla genç nüfusa sahip olmak Türkiye için çok büyük bir imkandır. Ancak ülkemizde gençler iyi eğitilmemiş, işsiz bırakılmış, enerjileri bastırılmak istenmiş, söz hakkı verilmemiş, güvenilmemiş ve hatta zaman zaman bir tehlike unsuru olarak görülmüştür. Bu nedenle partimiz toplumun gençlere, gençlerin de Türkiye’ye güvenini sağlamayı temel hedefleri arasında görmektedir. Partimiz özgür düşünceli, kendi başına karar verebilen, sorgulayan, kendi toplumunun ve evrensel anlayışın doğrularından haberdar olan ve hayatın güçlükleri ile baş edebilecek donanımlı ve yetenekli gençler yetiştirmeyi hedeflemektedir.” Kulağa hoş gelen nu sözler AKP programından. Bilime, sanata, özgür düşünceye, gençliğin her hak mücadelesine baskı ve şiddetle saldıran kim? Hedefimiz, gençlerimizin üretken, kendisine, ailesine ve ülkesine karşı sorumluluklarının bilincinde; sağlıklı, bilgili, eğitimli, çağdaş̧ bireyler olarak yetiştirilmesini sağlayacak ortamı kurmaktır.”  Bu sözler de CHP programından. İki program arasında ciddi benzerlikler olsa da önemli bir nokta var. İkisinin de “gençleri yetiştirmeye” odaklanması. Nihayetinde millet ittifakının partileri de birer sistem partisidir. Gençlerin siyasete katılımını yalnızca “dinamik işgücü” olarak görüp, gençlerin yeteneklerinden faydalanmak tüm burjuva partilerin temel hedeflerinden olmuştur. Gençlerin bağımsız örgütlenmesi ve toplumsal gelişmeye bu yolla dahil olması ise hiçbir burjuva partisinin istemeyeceği bir iştir. Bu günlük pratik uygulamalarında da karşımıza çıkmaktadır. Gençlerin siyasete dahil olmasını sandık bekçiliğine indirgeyerek, etkinliğini edilgen bir hale getiren de aynı partiler değil midir? Bu partiler doğru bulunmasa da sırf mevcut iktidarın karşısında diye desteklenmesi fikri hatalıdır. İddiaları mevcut sistemin kendileri tarafından daha iyi yönetilmesi, gençlerin de bu noktada “yetiştirilmesi”dir. Parlamenter sistem de burjuvazinin egemenlik aracıdır.  Kısmi iyileşmeler, mücadeleye bağlı olarak gerçekleşebilsede, gençliğin sorunlarını bütünüyle çözmek için yararlı olmayacaktır. Bir de popüler figürler haline gelen Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi isimler var. İki isim de hem ait oldukları politik örgüt hem de hizmet ettikleri sınıf bakımından gençliğin ihtiyaçlarını karşılamasına cevap olacak değişimi sağlamayacaktır. Nitekim öyle görünse de belirleyici olan kişiler değil mevcut sistem içerisindeki sınıf-güç ilişkileri, yani burjuvazinin karşısında ezilen tüm sınıf ve katmanların mücadelesidir. Bu figürler etkileyici görünselerde, ezilenlerin saflarında değillerdir. ‘Büyük’ etki uyandıran Muharrem İnce’nin söylemleri karşısında yaptıkları hala hafızalarda tazedir. Söylevlere aldanmamak gerekir, keza dediğinin tersini yapmak burjuva siyasetçilerinin ortak özelliğidir.

SAVUNMADA DEĞİL MÜCADELE HATTINDA KALALIM

Eğer bu koşullardan çıkılmak isteniyorsa şundan ya da bundan beklenti içerisinde, olan biteni izleyerek değil gençliğin harekete geçmesine ihtiyaç vardır. Görüldüğü üzere kazanılmış hakları savunmak yetmiyor. Gençliğin yalnızca savunma hattında durması değil, istek ve özlemleri doğrultusunda örgütlü mücadeleyi ileri taşıması gerekiyor. Evet, bu kolay değil. Ancak gençliğin bunu başaracak, yeniyi yaratacak yeteneği var. Bu yeteneği kendi yararına kullanmamak, öyle ya da böyle, egemen sınıfın yararına oluyor. Gerçek bir demokrasi ve hak eşitliğine ulaşmanın yolu bu kapitalist-emperyalist sistemin kökünden bertaraf edilmesinden geçiyor. Bir başına değil örgütlü olunduğunda güç kazanıldığı ise tarihe sayısızca kez yazılmıştır. Bazı durumlarda mücadele sonuç vermiyor gibi görünebilir ancak her mücadele deneyi azami önemdedir. Neden mi? Cevabı Dante’den alalım: “Her karanlık kendisini sonlandıracak şafağın tohumlarını içinde taşır.”

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
ÖNCEKİ HABER

Kadınların yaşadığı sorunlar toplum vicdanına bırakılamaz

SONRAKİ HABER

Daha güçlüyüz, daha kararlıyız!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa