31 Mart 2021 06:28

“Denize tutkun bir ütopyacı olarak Halikarnas Balıkçısı”

Deniz ise evcilleştirilemez, ne verip ne alacağı bilinmez, eşitlikçidir, özgürlüğü ve bağımsızlığı insana kendi iradesinin sınırsızlığını anımsatır.

Kaynak: Wikimedia Commons

Paylaş

Aydanur

İzmir

 

Halikarnas; Bodrum ilçesinde bulunan, Karia döneminden kalma adıyla anılan sıcak, kumul ve kimsesiz bir balıkçı bölgesi. Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı), bir dergide yazdığı yazının siyasi bulunması sebebi ile metnin toplumda yanlış algı oluşturduğu gerekçe gösterilerek, buraya sürüldü. Ancak bu onun için bir ceza olmadı. Bodrum’un keşfedilmemiş doğası, mevsimi, denizi, denizcisi, sahil boyunca sıralanmış tek katlı taştan evleri, insanının mücadelesi Cevat Şakir’in romanlarına muntazam bir aşkla yerleşip efsaneleşti. İstanbul’daki lüks ve sosyete yaşamı geçmişte kalmış, burada balıkçılık ve yazarlıkla ilgilenirken bölgede denizcilik ve turizme de katkısı büyük olmuştur. Oxford’da Yakın Çağlar Tarihi okurken edindiği mitoloji bilgisi ışığında karakterlerini hikayelerine dahil ettiği Bodrum’un mitik geçmişi de yazdığı hikayelerin kurgularına dinamizm katar. O tanıdığı birçok insanı ve hikayeyi kurgulayıp Bodrumlu sayısız karakter geliştirmiş ve heyecanla okunacak muhteşem mücadeleler anlatmış bir edebiyatçıdır. Ve tabii bugün Bodrum Bodrum’sa balıkçısı sayesindedir.

Başlı başına bir “deniz edebiyatı” yapan balıkçı, altı romanı ve geri kalan sayısız öykü ve denemesinde coşkun bir tutku olarak açık denizde denizci olmayı anlatmıştır. Ancak şüphesiz ve fikrimce de en özel eseri ve ilk romanı “Aganta Burina Burinata!” enginin seslenişidir, daha ilk satırda. Hikayenin başında henüz küçük bir çocuk olarak tanıdığımız büyük tutkuları ve hayalleri olan Mahmut’un sayfalar boyu aldığı yaşları ve yolda karşılaştığı insanları okuyoruz. İlk paragraf bir trajedinin bahsiyle başlar, Mahmut’un ağzından. Ekmeğini denizden kazanan aile büyüklerinden erkekleri denizde kaybetmenin, her birinin “denizde kalmasının” acısını anlatır. “…Mezarlık selvilerinin altlarında ninelerim, teyzelerim yatarlardı. Fakat orada erkek hısım akrabamın mezar taşlarına rastlanmazdı. Neredeydiler? İnsan her yerde ölür -ne bileyim, dağda, taşta, harp meydanında- ne var ki denizden başka her yerde bir izi, bir kemiği, dikili bir mezar taşı kalır. Denizde boğulan denizcinin ise, tıpkı bir hülya, bir rüya gibi tam bir kayboluşu, bir silinişi vardır. Annem, ‘Ne olacak, toprak insanı topraktan, deniz insanı da sudan yaratılır. Topraktan olanlar toprağa dönerler, sudan olanlar akıp denize karışırlar’ derdi.’’

"HER DENİZ SEFERİ BİR VEDADIR"

Anlatımın en temel duygusu, iki insan tipi geliştirmesidir. Deniz insanları ve toprak insanları... Dönemin ekonomik geçim profili, verimli Akdeniz topraklarında portakal yetiştirmenin yanı sıra denizin veriminden, süngerinden, balığından geçer. Ve bu, insanların yaşam biçimlerine yansır. Toprakla ilgilenenler zenginleşir, denizciler ve aileleri ise denizin ne getireceğinden habersiz hep diken üstündelerdir. Giden babalar, eşler, kardeşler aylarca dönmezler, bazen hiç dönmezler. Her deniz seferi bir vedadır bu yüzden. Denizciler, yolculuk günlerinde kıyı boyunca evlerin pencerelerinden beyaz çarşaflar uzatılarak yolcu edilir.

Çocuk karakter Mahmut’un tüm özlemi denizci olacağı günedir ve anlatıyı ütopyalaştıran da budur. Ütopyalar, mevcut sistemlere veya duygulara alternatif olarak sunulurlar. Ütopik mekanlar, kişisel veya toplumsal mutluluk ve huzurla yaşanan yerler olarak kurgulanır. Aganta Burina Burinata’da huzursuzluğun bittiği, arzunun karşılandığı yer denizdir, ütopik hal ise denizde olmaktır.

Toprak, tahmin edilebilir ve tek düzedir. İnsan ihtiyaçlarına yönelik bir sunum ve döngüsel bir sıradanlıktır, maddi bir güvendir. Deniz ise evcilleştirilemez, ne verip ne alacağı bilinmez, eşitlikçidir, özgürlüğü ve bağımsızlığı insana kendi iradesinin sınırsızlığını anımsatır. Toprakta hak ve mülk talep edilir, toprak aittir. Deniz ise herkesindir ve hiç kimsenin değildir.

Deniz, belirsiz, sonsuz ve müthiş güzellikte bir oluştur. Bu sahil kasabasında hemen herkesin yaşamı denizin arzusu ve haşinliğine uğrar. Tutku ortaktır ve özlem denizedir. Öfke ise toprak kavgasınadır.

Karakterimiz büyüdükçe toprak sahiplerinin açgözlü sömürüsünden, özel mülkiyetten kaynaklı hakimce haller ve sınıfsal ayrımlardan tiksinir, sonsuz güzelliğiyle imgeleşen deniz ve denizcilik çağırır onu.

 ‘’İşte hep, ‘Malımız, malımız, malımız!’ diye uğrunda yaşadıkları uyuz topraklar bunlardı. Bunların sahipleri, artık oralardan hiç kımıldamayacaktı. Köpeklerin boğazlarından tasma ile bir yere bağlı kaldıkları gibi bunlar da, bağırsaklarıyla boğazlarından topraklarına bağlı kalacak, hep yanlarındaki komşuların mallarına göz dikerek hırlayacak, hep malıma göz diktin diye komşularına havlayacak, malım var diye ölünceye kadar mallarının kulu kölesi olarak, evim var diye dört kuru duvarın içine mezara gömülmüş gibi gömülerek yaşayacaklardı. Buna yaşamak mı denir, uzun ölüm mü? Hey gidi deniz hey!’’

ÖNCEKİ HABER

ABD öncülüğündeki 14 ülkeden Kovid-19 virüsünün kökenine ilişkin DSÖ raporuna tepki

SONRAKİ HABER

Liselilerin online eğitim sorunları derinleşiyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa