31 Mart 2021 23:29

Yazar ve Şair Hatice Tarkan Doğanay: Yazdıklarım çoğunluğun sesidir

Hatice Tarkan Doğanay “Kalbim Kafesin” adlı öykü ve “Dut Ağacı” adlı şiir kitabını anlattı.

Fotoğraf: Kişisel arşiv

Paylaş

Kadir İNCESU

“Kalbim Kafesin” adlı öykü ile “Dut Ağacı” adlı şiir kitapları bulunan Hatice Tarkan Doğanay bu kez de Payda Yayıncılık tarafından yayımlanan “Siyah Ceketli Kadınlar” adlı şiir kitabıyla çıktı okurlarının karşısına. Doğanay, “Bir solucan gibi kendimi / koptuğum yerden tamamladığım anlar” dizeleriyle şiirin yaşamına etkisini vurgular gibi. Her şeyin normal olduğu, yolunda gittiği anlar pek fark edilmez. Ne zamanki düzen bozulur, sistem arıza verir, o zaman fark edilir oluşan sıra dışı durum. Acılar, pişmanlıklar, yokluklar çevreler dört yanımızı. Bu arada belki daha iyi anlaşılır her şeyin yolunda gittiği ‘an’lar. Kişi, sözcüklerle yapar hesaplaşmasını. Savunmasını da… Düşüncelerini, duygularını etkileyen ne varsa yaşadığı, gördüğü, duyumsadığı…Kişi kapandığını sanır hesabın. Öyle bir an gelir ki, kapanmadığını anlatır doğa. Hep orada, yanı başında olduğunu hissettirir. Bazen bir pişmanlığı anlatır dizeler, bazen çaresizliği, bazen anlamsızlığı… Gücü de anlatır, umudu da. Tıpkı Hatice Tarkan Doğanay gibi…

“Cesaret / Yaşamakla değil saklamakla ölçülürmüş” diyen Doğanay için yazmak cesaretin hangi aşamasıdır? Yazmak kendini tamamlamak mıdır?

Yazmak cesaret isteyen bir durum bu doğru. Kendinle ve dünyayla bir derdin varsa, bulunduğun durumla yetinemiyorsan bu seni bir şey yaratmaya yönlendiriyor. Kendini avutmak ve içindekileri topluma taşımak içgüdüsü olan şair, her defasında şiirin kapısında bulur kendini. Gerekçesi olan insan, kolaylıkla yazmaya cesaret gösterecektir. Kimseye benzemeden, olmayan şekilde yazmak gerektiğini bilen şair her eserinde cesaretin hep daha fazlasını göstermeli. Sonu var mıdır bilmiyorum, ama yazdıkça bu cesaret büyür. Çünkü, yazmak yenilenmeyi göze almak demektir. Şairin şiirleri aynı kalmayıp yeni bir ses ve tavırla dönüşmeli. Yeniliğe ayak uydurmak kolay olmayabilir her zaman. Bahsettiğimiz cesaretin anlamı da burada önem kazanıyor sanıyorum.

Yazmak kendini tamamlamak mıdır konusuna gelince; yazmak bitki sular gibi kendini sulamak, besleyip büyütmek demek bana göre. İnsanın yalnızlığı göze alıp kendini yetiştirme düşüncesi bile büyüleyici geliyor. Ve bu süreçte kendini tanıma fırsatı bulursun, sınırlarını görürsün. Yazmanın akışına kapılıp dünyayla, insanlarla, toplumla örtüşen ve ayrışan yanlarını keşfedersin. Bu serüvende dünyadaki konumunu belirleyebilirsin. Fakat bütün anlamları yadsıyan o hissi ortadan kaldırabilir misin bunu bilmiyorum. Her şeyi anlamlandırdığını düşündüğünde bile anlamsızlığın boşluğuna düşüyorsun. Bu manada şiirden çok şey beklememek gerek. Hep bir sonsuzluk var. Yazmak bizi sadece sıradanlığın çizgisinden çıkarır. Ne kadar okursak okuyalım, ne kadar yazarsak yazalım “İşte hayatın anlamını buldum, kendimi tamamladım” diyemeyeceğiz.

“Gökkuşağı” adlı şiiriniz kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, lacivert, mavi ve mor isimli 7 bölümden oluşuyor. Hemen sonra Sylvia Platt için yazdığınız “Otuzuncu Yara” adlı şiir geliyor. Gökkuşağının sekizinci rengi olsa, siyahı mı seçerdiniz?

Bu soruyu böyle sormakta haklısınız. Çünkü, “Gökkuşağı” şiirimde yorumladığım bütün renkler siyaha akıyor. Zaten “Siyah Ceketli Kadınlar”ın rengi de aynı. Bu kitapta yalnızlaştırılan, değersizleştirilen, intihar eden, öldürülen kadınların çığlığı var. Öldürülen çocukların sızısı var. Rengarenk görünen dünyanın karanlık yanını bütün renkleri kullanarak siyahta topladım. O yüzden sekizinci renk olarak beyazı da yazacak olsam yine siyaha kayardı.

“Otuzuncu Yara” şiirinizdeki, “Belli ki güçlendi düştükçe yüküm köküme” dizeniz, toplumun, çoğunluğun sesi olma mücadelesinin bir işareti olarak değerlendirilebilir mi? 

Hiçbir şey olduğu gibi kalmıyor ki bu hayatta. Ne zaman düşsek er ya da geç kalkarız. Sonra bir daha düşeriz bir daha kalkarız. İlk düştüğümüz zamanlarda ne yapacağımızı bilemezken zamanla daha hızlı kalkmayı öğreniriz. Öldürmeyen acı güçlendirir denir ya,  bu dize tam da bunu anlatır. Yaşadığımız bu sıkıntılar ki hepsi birer kazanımdır; bizi daha yenilmez kılar. Güçlendikçe kök salarız hayata. Bu mısra insanın yaşadığı zorlukların acıların yıpratan durumların hayata tutundukları köklerini daha da güçlendirdiğini söylüyor. Toplumda herkes kendi yaşam dinamiği içinde deneyimler bu durumu. Genel olarak, yazdıklarım çoğunluğun sesidir. Zira içimde sadece ben yokum. Oldukça kalabalığım!

Kim bu “Siyah Ceketli Kadınlar”? “Yarı mutlu yarı hüzünlü işte / yarı düzgün yarı bozuk hayatlar”ın kahramanları mı yoksa?

Son yazdığım şiirlerden birinde “kimin ağrısı kimden fazla” demiştim. Pek çoğumuzun hayatı “yarı mutlu yarı hüzünlü işte / yarı düzgün yarı bozuk hayatlarımız gibi” dizeleriyle örtüşüyor. İnsan olmak yeterince sancılı iken, bir de kadın olmak durumu daha bir zorlaştırıyor tabii. Ülkemizde kadının, ailesi, eşi, toplum ve devlet tarafından yalnızlaştırıldığına şahit oluyoruz. Özellikle son yıllarda artan kadın cinayetleri konusunda yüzleşmemiz gereken gerçekler var. Peki, yüzleşiyor muyuz? Hayır, tam tersi olabildiğince kaçıyoruz. Bense, bu durum karşısında sadece çığlık atmak istiyorum. Bunu ses çıkararak yapamayacağıma göre bunu sözcüklerle yapıyorum. “Siyah Ceketli Kadınlar”daki kahramanlarım yalnızlaştıran, değersizleştirilen, öldürülen, intihar eden kadınlar. Ama bu kadınlar aciz değiller. Son ana kadar direnen güçlü yapıdalar. Topluma devlete düzene ve tanrıya isyan eden, hesap soran kadınlar.

Son olarak şiir, şairini de değiştirir mi?

Bütün şairler şiir poetikalarını oluştururken kendi sanat anlayışlarına ve dünya görüşlerine göre yeni boyutlar eklemişlerdir. Bunu yapmak da öyle kolay değildir. Sürekli bir araştırma ve deneme içinde olmak gerekir. Şiir, kaynağından fışkıran su gibi akıp içimizi dolduran bir şey değil. Aklımıza her geleni mısralara dökmek de şiir yazmak değil. Demem o ki, işin mutfağında sıkı bir çalışma ve disiplin var. Şair duygu, düşünce, hayal ve dil gibi unsurları ustaca kullanarak onlardan estetik bir güzellik yaratmak, yazdıklarına coşkun bir lirizm katmak için sürekli şiiri üzerine çalışır kafa yorar. Şiirlerini yenilemenin nasıl daha etkili anlatabileceğinin endişesini taşır. Şiirini yenileyebilmek için de önce kendini geliştirmelidir ki, o beklenen değişim gerçekleşsin. Bu hiç bitmeyecek olan bir öğrenciliğe benziyor. Önce şair gelişir, değişir sonra bu şiirine yansır. Birbirini tamamlayan ve sürdüren bir durum. Charles Baudelaire; “Şiirin ilkesi, insanın üstün bir güzelliği aramasıdır,” diyor. Bu üstün güzelliğin bir sınırı yok ki. Hep daha fazlası vardır. Şiir de hep daha fazlasını arar.

ÖNCEKİ HABER

Erciyes Üniversitesi öğrencileri: Sınavlar kamerasız yapılsın

SONRAKİ HABER

Türkiye'de Kovid-19 sonucu yaşamını yitiren ilk hekim Cemil Taşçıoğlu yarın anılacak

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa