2 Nisan 2021 08:08

Azgelişmiş Adam

Yaralı coğrafyaların tümünde olup biten çoğu şey bana, Yazar Edmundo Desnoes’in “Azgelişmiş Bir Adam”ını anımsatıyor.

Azgelişmiş Adam

Edmundo Desnoes'in Azgelişmiş bir adam kitabının kapağı

Tacim ÇİÇEK

Yaralı coğrafyaların tümünde olup biten çoğu şey bana, Yazar Edmundo Desnoes’in “Azgelişmiş Bir Adam”ını anımsatıyor. Keşke adam değil de insan olsaydı çünkü özetleyeceğim gerçekliği yalnızca erkeklerde değil kadınlarda da görüyoruz, en azından ben b/öyle düşünüyorum. Bu değerli yazar, içtenlikle yazdığı bu dürüst romanda ülkesinin geleceği konusunda endişe duymanın ‘vatana ihanet’ olmadığına inandığından romanda geçmişini unutmuş, tümüyle bugüne tapınan ve de geleceği karanlık yani bir bakıma olmayan kendi halkını (yani Kübalıları) anlatıyor. Ama her insanın bir biçimde çıkaracağı dersler var bu romandan... 

Küba’ya konuşlandırılmış füzeler ABD’yi cehenneme çevirecekti; olamadı. SSCB’yle Küba’nın yakınlaştığı uzun süredir biliniyordu. ABD’nin istihbarat kanalları füzelerden haberdar olur olmaz JFK (John Fitzgerald Kennedy, ocak 1961’den suikasta uğradığı kasım 1963’e değin Amerika Birleşik Devletleri’nin 35. başkanı. ) devreye girdi. Kruşçev’le anlaştı ve nükleer savaşın kıyısından dönüldü böylelikle. Tabii ABD’nin Türkiye’ye yerleştirdiği Jüpiter adlı füzeler olmasaydı yaşananların çoğu muhtemelen yaşanmayacaktı belki de. Kıyametin eşiğinden döndük anlayacağınız bütün bunların yaşandığı o yıllarda. Öncesinde de ABD ambargosu vardı zaten Küba için. 

Batista’yı deviren Fidel Castro başa geçmişti. Dış kaynaklı bütün yatırımları kamulaştırmıştı. ABD Castro’yu milyon kez öldürmeye çalıştıysa da başarılı olamadı. /Başkalarının ne dediğinin kendileri için önemi olmayan Kübalıların efsanevi lideri (25. 11. 2016) öldü. Babalarımızın bizim için yapmadıklarını, biz çocuklarımız için yaptık. Asıl olan hep yeniye açık olmak diyen ve vahşi kapitalizmin suikastlarla hayatına kastetmeye çalıştığı Fidel Castro, dünyanın en çok suikasta uğramış, hepsinden de kıl payı kurtulabilmiş ender liderlerdendir. Işık içinde olsun./ 

Ve yıllar sürecek ambargo başladı. Sonrasında füze krizi derken Küba yalıtılmış ve kuşatılmış bir ülke oldu. İşte bu süreçte iç kaynakların kamulaştırılması burjuvaziye balyoz darbesi yaptı. Bir bakıma herkes aynı sınıfta toplanmış oldu. Yurt dışına çıkmak isteyene hak verildiğini Felaketzedeler Evi’nden biliyoruz. (Küba’nın 47 yaşında intihar eden dahi yazarı Guillermo Rosales’in, ağır bir şizofreniden muzdarip olduğu günlerde kaldığı zamanlardakine benzeyen bir bakımevini anlattığı Felaketzedeler Evi’nin Başkarakteri William Figuares, -yine tam da yazar gibi- Küba’dan Miami’ye gelmiş sürgün bir yazardır. Halası, onu göçmenlerin çoğunlukta olduğu “bakımevi”ne yerleştirince burada bambaşka bir dünya bulur. Tersine işleyen bir Amerikan rüyası. “Dışarıda bakımevi diyorlardı oraya, ama mezarım olacağını biliyordum” der William burası için. “Hayattan umudunu kesmiş insanların sığındığı, kıyıda köşede kalmış barınaklardan biriydi. Kaçıklar çoğunluktaydı. Yapayalnız ölsünler, kazananların başına bela olmasınlar diye aileleri tarafından bırakılan yaşlılar da vardı.” 

Felaketzedeler Evi’nin sakinleri, yeryüzündeki kişisel felaketlerin cisimleşmiş özetini sunar adeta. Bir süre sonra William, kendisi gibi felaketzede olan Francis’le tanışır. O güne dek içinde bir boşluk duygusu ve elinde İngiliz şairlerin kitabıyla yaşayıp giderken ruhunda bir umut filizlenir: Yeniden hayal kurup plan yapmaya ve Beatles şarkıları mırıldanmaya başlar. Anlatıcı eşi Laura’dan ayrılır. Laura dümdüz bir kadındır. Anlatıcının mobilya dükkanı varken mutlulardı. Her yıl Avrupa’ya ve ABD’ye giderler. İstediklerini alırlar. Yaşamları müthiştir. Kamulaştırma başlayınca ‘cennet’ gibi yaşam cehennem olur onlara da. Anlatıcının elinde bir şey kalmaz. Bağlanan sabit gelir de yaşam standardını korumasına yetmez. Yazmaktan başka yapacağı bir şey yoktur. İkilemde kalır. Yazmak da kısıldığı kapandan kurtarmaz onu. Özgür yalnızlığında kendisini acınacak gibi görüp yazmak istemezken bir süre sonra konu tamamen yazmaya döner. Yapabileceğimiz tek şey, yaşadığımız yaşamı ya da aslında sürdürdüğümüz yalanı kağıda dökmek. (s. 12) biçiminde özetlenecek bir duruma denk düşer yaptığı iş. Toplum değişme çabasında, anlatıcı birlikte olduğu bir kadına hediye ederek Laura’nın elbiselerini, eşyalarını böylece bir şeyler hissedebildiğini düşünür yeni yaşama ayak uydurmak, adapte olabilmek için. Kendisi ne kadar incelikli olsa da etrafındakiler öyle değildir hiç. Örneğin, Duygularımız bile az gelişmiş: Burada sevinç de, acı da ilkel ve kabadır. (s. 20) der bu konuda. Toplumla kurulan en yakın ilişki, aslında devrimin yıkıcı olduğu kadar yapıcı yönlerinin olması gerçeğidir. Sermayeyi elinde tutanların da defterlerinin dürülmesi gibi… 

Kişisel ve toplumsal sorgulamanın yanında tarih boyunca ulusların yapıp ettikleri de bir noktada işe dahil oluyor. Böylece roman Küba özelinde katmanlı bir geçmiş, şimdi ve gelecek anlatısı biçiminde ilerliyor. Adalet, besin kaynakları, sosyal ilişkiler, cinsel ilişkiler, yaşamaya dair hemen her şeyin ‘Bir torbanın tersyüz edilmesi’ gibi biçim değiştirdiği bir zamanda geçen ve kimliğini kollamaya çalışan bir adamın anlatısıdır bu kısa ve bir o kadar da yoğun, katmanlı roman.

Evrensel'i Takip Et