03 Nisan 2021 00:54

DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu: 1 Mayıs’ı en yaygın biçimde kutlayacağız

1 Mayıs’ı bir emek haftası olarak örgütlemek ve bütün mücadele araçlarını da kullanarak işyerleri başta olmak üzere, en yaygın biçimde 1 Mayıs kutlamalarımızı yapmak istiyoruz.

Fotoğraf: MA

Paylaş

Serpil İLGÜN

DİSK-AR’ın 22 Mart’ta açıklanan raporuna göre, Kovid-19 etkisiyle yaşanan toplam iş kaybı ve işsizlik (revize) 12 milyon 115 bin oldu. İş ve istihdam kaybı oranı (revize) yüzde 34,4’e; geniş tanımlı işsiz sayısı ise 9 milyon 638 bine yükseldi. Kadınlarda geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 34,8 iken; gençlerde geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 41,1 olarak gerçekleşti. Rakamlar ve oranların yansımaları, uzunca süredir gündelik hayatta tüm somutluğuyla yaşanıyor ve 2021 yılında İşçi Sınıfının Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs, işte bu tabloda karşılanıyor.

Cumartesi söyleşisinde bu hafta Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ile 1 Mayıs hazırlıklarını ve talepleri konuştuk.

DİSK, 1 Mayıs’la ilgili nasıl bir yol haritası hazırlıyor? Yerel kutlamalar nasıl örgütlenecek? Kısa çalışma ödeneği neden sonlandırıldı? İşçilerin sendikalaşma talepleri ne oranda karşılanabiliyor? İktidarın yaşanan onca sorunu reddeden ve tersiymiş gibi kuran söylemleri işçi ve emekçiler arasında nasıl yankı buluyor?

Arzu Çerkezoğlu yanıtladı.

DİSK olarak işçi ve emekçiler açısından çok daha zorlayıcı koşullar altında karşılanacak olan 2021 1 Mayıs’ı hazırlıklarına başladınız mı? 1 Mayıs yol haritanız nasıl olacak?

1 Mayıs’la ilgili hazırlıklara tabii ki başladık. Afişlerimiz, bildirilerimiz hazırlandı, işyerlerine, sendikalarımıza ulaşmaya başladı. Sendikalarımızla birlikte DİSK olarak bir çalışma programı oluşturmak üzere toplantılarımız da başladı. 1 Mayıs her dönem çok önemlidir kuşkusuz. İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’dür bir yanıyla. Bir yanıyla Türkiye’de çok önemli bir tarihsel gerçekliği de ifade eder, tarihsel bir sürecin de simgesidir, kayıplarımız vardır, aynı zamanda anma günümüzdür 1 Mayıs. Mücadele günümüzdür. İşçi sınıfının bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de taleplerini, hedeflerini, gelecek dünya düşlerini ifade ettiği bir gündür. 1 Mayıs eşitlik içinde, adaletin olduğu, demokrasinin tüm kurallarıyla işlediği, barış içinde bir ülkede yaşama isteğimizdir. Pandemi sürecinde, yani insanı, emeği, doğayı yok sayan, bütünüyle piyasanın kuralları üzerinden şekillenen bu sistemin artık iflas ettiğini çok açık biçimde görüldüğü bir dönemde, bir başka toplumsal düzen talebinin de ifadesidir 1 Mayıs.

Geçtiğimiz yıl korona nedeniyle kitlesel kutlamalar yapılamamış, buna karşılık yerel kutlamalar ağırlık kazanmıştı. Yerel kutlamaların her dönem önemli olduğu tespitinden hareketle, DİSK olarak fabrikalara, işyerlerine nasıl bir planlamayla gideceksiniz?

Geçen sene evet, pandeminin ilk aylarındaydık ve kitlesel buluşmalar olmadı, bu yıl da yine vaka sayılarının artmaya başladığı bir dönemde 1 Mayıs’a gidiyoruz. Dolayısıyla bir taraftan pandeminin zorlayıcı, baskılayıcı bir süreci var ama aynı zamanda 1 Mayıs’ta işyerlerinden başlayarak, alanlara, meydanlara kadar bütün işçi sınıfının kendi taleplerini ifade etme talebi ve coşkusu da var. O nedenle biz 1 Mayıs’ı işyerlerinden başlayarak alanlara, meydanlara taşıyacak bir biçimde ve 1 Mayıs’ı bir hafta olarak, bir emek haftası olarak örgütlemek ve bütün mücadele araçlarını da kullanarak işyerleri başta olmak üzere, en yaygın biçimde 1 Mayıs kutlamalarımızı yapmak istiyoruz. 1 Mayıs cumartesi gününe geliyor. Dolayısıyla son yapılan hafta sonu kısıtlamalarıyla birlikte aslında fiilen 1 Mayıs’ı yasaklayan bir yaklaşım söz konusu. 1 Mayıs o kadar önemli, o kadar anlamlı o kadar güçlü bir gündür ki, 1 Mayıs yasaklara sığmaz. Ne alan yasaklamasına, ne gün, saat yasaklamasına sığabilecek bir gündür. Çünkü 1 Mayıs, işçiler açısından çok temel bir ihtiyaçtır. Pandemide bu çok daha net bir şekilde görülmüştür. Bu koşullar altında 1 Mayıs’ı en kitlesel, en coşkulu biçimde nasıl kutlayacağımıza ilişkin görüşmelerimiz, toplantılarımız sürüyor. Diğer tüm emek örgütleri, demokrasi güçleriyle beraber 2021 1 Mayıs’ını pandemi koşullarda en kitlesel, en coşkulu biçimde ve amacına uygun bir biçimde kutlamak için bir yol haritası ve programı önümüzdeki günlerde paylaşırız.

SAĞLIKLI, GÜVENCELİ VE İNSANCA BİR YAŞAM

Bu yılın 1 Mayıs teması ve öne çıkan talepleri ne olacak?

Pandemi nedeniyle sağlık talebi önemli, en genel başlık olarak söylersem, “sağlıklı, güvenceli ve insanca bir yaşam” talebi bu yılki 1 Mayıs’lara damgasını vuracak. Pandeminin bir yılını geride bıraktığımız süreçte görülüyor ki, yeni bir toplumsal düzen şarttır. Bunun için de taleplerimizi bu çerçevede oluşturacağız ve ücretsiz izin dayatmasından Kod 29’un kaldırılmasına, insanca yaşayabileceğimiz bir ülke talebine kadar güncel taleplerle bu süreci örgütleyeceğiz.

Diğer emek örgütleriyle de görüşeceğinizi söylediniz. Ortak temalar, talepler belki daha kolay aşılacak kısım ancak alan ayrışması nedeniyle ayrı kutlama kararları da alınabiliyor, bu da 1 Mayıs’ın gücünü zayıflatıyor. Bu yıl, benzer bir durum yaşanabilir mi ve DİSK olarak özellikle İstanbul için bir adres gösterecek misiniz?

1 Mayıs’ı işçi sınıfının kendi belirlediği tarihsel, politik, güncel olarak en kuvvetli alanlarda kutlama talebi son derece doğrudur ve hem tarihsel, hem güncel olarak da çok temel bir talebimizdir. Türkiye’de 1 Mayıs’ın simgesi açısından baktığımızda, yani sadece İstanbul için değil, Türkiye hatta dünya ölçeğinde de baktığımızda Taksim Meydanı son derece önemli bir değere sahiptir. Bu açıdan DİSK olarak başta Taksim Meydanı olmak üzere ülkenin dört bir tarafında, bütün kentlerde, kentlerin merkezi meydanlarında 1 Mayıslarımızı kutlamak istiyoruz. Bununla ilgili çalışmalarımızı devam ettiriyoruz. Tabii ki 1 Mayıs’a hangi taleplerle gittiğimiz ve işyerlerinden başlayarak bu talepleri nasıl örgütlediğimiz de son derece önemli. Bu çalışmaları sürdüreceğiz.

Diğer konfederasyonlar Taksim konusunda farklı pozisyon alırlarsa bunda bir ısrarınız olacak mı?

DİSK olarak kendi karar mekanizmalarımız içerisinde bunları konuşacağız. Diğer konfederasyonlarla ortak bir tutum almayı önemsiyoruz ama DİSK’in ilkeleri, DİSK’in tarihsel duruşu açısından bakıldığında, ya da güncel politikalar açısından bakıldığında gerektiğinde farklı duruşumuz, tutumumuz olmuştur bugüne kadar. Önümüzdeki dönem açısından da mümkün olduğu kadar tabii birlikte, ortak, konfederasyonlar, meslek örgütleri, emek örgütleri, demokrasi güçleriyle dayanışmanın en üst düzeye taşınabildiği biçimde 1 Mayıs’ı kutlamak bizim için de esastır.

Netleştirmek için soralım; bu yıl da işyerlerinde, fabrikalarda yerel kutlamalar ağırlık kazanacak ve bu yönde platformlar kurulması hızlanacak mı?

Doğru. Pandemi birçok şeyi engelledi ama bu süreçte işyeri eylemleri, işyeri etkinlikleri açısından bölgelerdeki, yerellerdeki eylemler etkinlikler, buluşmalar çok daha yaygın biçimde gerçekleşti. Bunu geçtiğimiz 1 Mayıs’ta gördük, bunu kıdem tazminatı eylemlerinde gördük, bunu 8 Martlarda gördük. Büyük kitlesel buluşmalar yapılamadığı için pandeminin böyle bir yanı da oldu. Bu 1 Mayıs’ta da her yıl olduğu gibi işyerlerinde çok yaygın etkinlikler, kutlamalar gerçekleştirmek istiyoruz. Özellikle işyerlerinde, fabrikalarda yerellerde yapılacak eylem ve etkinliklerin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Örneğin geçen yıl 1 Mayıs akşamı evlerin balkonlarından 1 Mayıs marşları okundu, hanelere kadar taşınan 1 Mayıs süreci son derece anlamlı oldu. Dolayısıyla bu yıl bu süreçleri bir haftalık bir döneme yayarak, çok yaygın bir biçimde 1 Mayıs’ı ve 1 Mayıs mücadelesini planlamak ve bunu gerçekleştirmek için çalışmalara başladık diyebilirim.

KISA ÇALIŞMA, İŞÇİLERİN PARASINDAN ÖDENDİ

Korona nedeniyle 26 Mart 2020’de başlatılan kısa çalışma ödeneği 31 Nisan itibariyle sona erdirildi. Korona, geçtiğimiz yıla göre bugün daha fazla arttığına göre kısa çalışma ödeneği neden sonlandırıldı? Kanal İstanbul’a kaynak bulunurken kısa çalışma ödeneğinden neden feragat ediliyor?

Kısa çalışma ödeneği pandemi sürecinde kayıtlı işçiler açısından çok önemli bir sosyal destek olarak gündeme geldi. Kısa çalışma uygulaması İş Kanunumuzda zaten var olan ve genel bir ekonomik kriz, sektörel kriz, bölgesel kriz dönemlerinde veya zorlayıcı sebep denilen salgın gibi durumlarda çalışma süreleri, üretim düştüğünde işçilere verilen önemli bir sosyal destek. Özellikle küçük işletmeler açısından son derece kritik oldu kısa çalışma uygulaması. Ve Pandeminin başından itibaren 3 milyon 800 bin işçi arkadaşımız kısa çalışma uygulamasından yararlandı. Bunun karşılığında İşsizlik Fonu’ndan 28 milyar TL, kısa çalışma ödeneği olarak ödendi. Pandemi bütün hızıyla devam ederken ve pandeminin toplumsal ve ekonomik tahribatını çok derin biçimde yaşıyorken, kısa çalışma ödeneğinin kaldırılmasının akılla, mantıkla açıklanacak hiçbir tarafı yok. Çünkü zaten ödemeler, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan yapılıyor. Yani Hazineden aktarılan bir kuruş yok. DİSK-AR olarak bunu bir raporla da açıkladık, İşsizlik Sigortası Fonu’nda şu an hali hazırda 98 milyar TL var, dolayısıyla bu kaynak kısa çalışma uygulamasının en azından bir yıl daha devam etmesi bakımından yeterli bir kaynak.                                  

Buna rağmen neden kullanılmıyor? Ve sonuçları ne olacak?

31 Mart itibariyle 1 milyon 300 bin işçi arkadaşımız yararlanıyordu kısa çalışmadan, şimdi bu 1 milyon 300 bin arkadaşımız işten çıkarmalarla, işyeri kapatmalarıyla ya işsiz kalacak ya da ücretsiz izin dayatmasına maruz kalacak. Biliyorsunuz işten çıkarma yasağıyla birlikte işverenlere işçileri tek taraflı olarak ücretsiz izne çıkarma hakkı verildi ve ücretsiz izne çıkartılan işçilere de yine İşsizlik Sigortası Fonu’ndan (geçen yıl günde 39 TL’ydi, bu yıl 47 TL’ye çıkartıldı) karşılanan, asgari ücretin bile yarısı bir nakit ücretle yaşamaya mahkum edildi milyonlarca işçi ve ailesi.

Oysa yapılması gereken var olan bu uygulamanın kaldırılması değil, salgın koşulları devam ederken, yeni sosyal destek programları, yeni sosyal politikalar ve sadece İşsizlik Fonu’ndan da değil, Hazineden, bütçeden işçiyi, emekçiyi, işsizi, halkı destekleyici birtakım politikaların hayata geçirilmesi. İfade ettiğiniz gibi Kanal İstanbul gibi hiçbir faydası olmayan projelere ciddi kaynaklar ayrılırken, hâlâ ödeme garantili havalimanlarına, hastanelere, otoyollara paralar aktarılırken, böylesi bir dönemde işçiye ait olan bir fondan verilen bu desteğin sonlandırılmasının açıklanabilir hiçbir tarafı yok. İktidarın bütün siyasal ve sınıfsal tercihleri işçileri böylesi bir süreçle yüz yüze bıraktı. Bu milyonlarca aile ve işçiyi yok saymaktır.

ÖRGÜTLENME SEFERBERLİĞİ İÇİNDEYİZ

İşçi ve emekçilerin sendikalaşma talepleri de artıyor. Bunları karşılayabiliyor musunuz ve nasıl bir yol izliyorsunuz?

En başta şunu söyleyeyim; DİSK hakları için mücadele eden, direnen, sendikalaştıkları için işten çıkartılan, her türlü haksızlığa uğrayan bütün işçi ve emekçilerin yanındadır ve dayanışma içindedir. DİSK ve DİSK’e bağlı sendikalarımız açısından da grevde olan işyerlerimiz var, sendikalı olduğu için işten çıkartılan işyerlerimiz var, dolayısıyla örgütlenme zorlukları yaşayan işyerlerimiz, sendikalarımız var. Tüm bu mücadeleleri bütünleştirmek, büyütmek ve başarıya ulaştırmak için DİSK bütün gücüyle bu mücadelelerin içinde tabii. Bugün Türkiye işçi sınıfının yaşadığı en büyük mesele, sendikasızlığa mahkum olmaktır. Sendikalaşmanın önündeki engellerdir. O nedenle biz şu an bir örgütlenme seferberliği içindeyiz. 1 Mayıs’la birlikte pandeminin bütün zorluklarına rağmen, bu süreci daha yaygın, etkin, bütün işkollarını kapsayan, Türkiye çapında bir seferberlik, örgütlenme kampanyası biçiminde büyütmeye kararlıyız.

Gerçekten işçiler pandemiyle birlikte şunu çok daha net gördü, sadece evimize götürdüğümüz ekmeği büyütmek için değil, hayatta kalmak için de sendikalı olmak gerekli. Güvencesiz çalıştırılan işçiler, kadın işçiler başta olmak üzere, bu süreçte tüm işçi sınıfının dinamikleriyle buluşmayı hedefleyen ve örgütlenmesini büyüten bir süreci önümüze koymuş durumdayız.

Önümüzdeki dönem, özellikle pandemi sonrası dönem, sermayenin emek üzerindeki baskısının, denetim mekanizmalarının daha fazla arttığı bir dönem olarak yaşanacak. O yüzden de bu süreci örgütlü karşılamak son derece önemli. Biz bütün işçileri sendikalı olmaya ve DİSK’li olmaya çağırıyoruz!

PROPAGANDALAR GERÇEĞİN ÜZERİNİ ÖRTEMİYOR

İktidar aynı zamanda “Açlık yoksulluk yok, kepenk kapatan esnaf yok” propagandasını yapıyor ve milliyetçi, dinci referansları daha fazla öne çıkararak bir söylem kuruyor. Bu söylemden etkilenen işçi ve emekçiler de var. “İktidar ne yapsın, salgının yanında iç-dış saldırılar var” diye düşünen işçi ve emekçilere ne söylersiniz?

Öncelikle şunu söylemek isterim, artık Türkiye’de bu tür propagandaların, böylesi bir ideolojik kuşatmanın etkisinin çok azaldığı bir dönemdeyiz. Çünkü yaşadığımız somut gerçeklik o kadar açık ki, yani var olan açlığı, işsizliği, yoksulluğu yaşadığımız bu gerçek tablonun üzerini hiçbir propagandanın örtmesi artık çok mümkün değil. İktidarın bu propagandalarının işçiler, emekçiler üzerinde, halk üzerindeki etkilerinin giderek azaldığını işyerlerinde, alanlarda çok net bir biçimde görüyoruz. Örneğin işsizlik artık o kadar somut bir şey ki, Türkiye’de her evde bir işsiz var, her evde bir üniversite mezunu işsiz var, genç işsizliği, kadın işsizliği ürkütücü boyutlarda. Ve Türkiye’de işsizlik artık bir ümitsizlik halini aldı ve mevcut iktidarı destekleyenler açısından da bu çok somut bir tablo.

DEĞERLENDİRME SENDİKALARIMIZIN İÇİNDE YAPILACAKTIR

Belediyelerde imzalanan sözleşmelere işçiler kendilerine sorulmadığı için tepki gösterdiler. Bu durum neden yaşandı?

Türkiye’nin dört bir tarafındaki belediyeler de dahil olmak üzere toplu iş sözleşmeleri imzalıyoruz ama bir anlaşma olmadığı zaman da grev süreçleri gündeme geliyor. Dolayısıyla belediyelerde de bazı grev süreçleri yaşandı. Bunlar grev süreçleri içerisinde sendikamız tarafından yapılan görüşmeler sonrasında bağıtlandı. Bu açıdan bakıldığında bunun değerlendirmesi sendikalarımızın içinde yapılacak bir süreçtir hiç kuşkusuz. İşçilerin hakkını, hukukunu koruyan ve bu anlamda da (bütün iş kolları açısından söylüyorum) pandemiyle birlikte yaşanan olumsuzlukları da gören bir bakış açısıyla bu süreçleri tamamlamak son derece önemli. Belediyelerde de, diğer işkollarında da var olan bütün grevlerde DİSK olarak bu sürecin içinde, dayanışma içinde olduk. En son Birleşik Metal-İş Sendikamızın yürüttüğü bir grev anlaşmayla sonuçlandı, bütün bunlar işçi sınıfının hanesine kazanımlar olarak yazıldı. Pandemi koşullarında dayanışmanın, birlikte mücadele etmenin ne kadar önemli olduğu bir kere daha görüldü.

KOVİD-19 BİR İŞÇİ HASTALIĞI HALİNE GELDİ

Korona ülkemizde yaşanmaya başladığında işçi ve emekçiler getirilen kısıtlamalardan muaf tutularak, çarkların başına gönderildiler ve ya hastalıktan ölmek ya da işsiz kalmak ikilemine sıkıştırıldılar. Bu sıkıştırma koronanın artış rekorları kırdığı şu günlerde de devam ediyor Buna karşılık, fabrika ve işyerlerinde özellikle işçi sağlığı açısından koşullarda bir değişiklik söz konusu mu?

Pandemi yönetimi, başından itibaren iktidar tarafından bireylere bırakıldı. İnsanlara kişisel alarak alması gereken önlemler sürekli telkin edildi, sürekli “evde kal” çağrıları yapıldı ve sokağa çıkma kısıtlamaları getirildi ama bütün bu önlemlerden işçiler hariç tutuldu. Örneğin 20 yaş altına sokağa çıkma yasağı getirildi, sonra hemen bir genelgeyle “18-20 yaş çalışanlar hariç” denildi. Biz ilk günden itibaren zorunlu, acil temel hizmetler dışında bütün işçilerin belli bir dönem durdurulması ve bütün işçilerin ücretli izinli sayılarak gelirlerinin güvence altına alınması gerektiğini söyledik. Ama iktidar politikaları, “çarklar ne olursa olsun dönecek” anlayışıyla şekillendiği için, kovid-19 hastalığı bir işçi hastalığı haline geldi. Zaten Türkiye tablosuna da baktığımızda sanayinin, çalışanların, işçilerin daha yoğun olduğu kentlerde ve bölgelerde daha yüksek vaka sayılarını gördük. Bugün açısından bir yıllık sürece baktığımızda da tabloda çok fazla değişen bir şey yok. Yine işyerlerinde işçiler gerekli önlemler tam olarak alınmadan, mesafe kuralına yeterince uyulmadan çalışmaya devam ediyor. Aklın ve bilimin rehberliğinde değil, piyasanın, sermayenin ihtiyaçları üzerinden hareket eden bir yaklaşım söz konusu.

SERMAYE AÇISINDAN İŞLER GAYET YOLUNDA

TÜSİAD’ın geçtiğimiz günlerde yaptığı genel kurulunda gerek Başkan Kaslowski, gerek Yüksek İstişare Başkanı Tuncay Özilhan’ın konuşmalarında pandeminin eşitsizlikleri derinleştirmesinden ve işsizliğin devasa boyutlara ulaşmasından yakınmalarına yorumunuz ne olur? Şunu da hatırlatalım, Özilhan bu konuşmayı yaptığı saatlerde, sendikalaşma mücadelesi verdikleri için Kod 29’dan atılan Migros depo işçileri, haklarını aramak için gittikleri Özilhan’ın evinin önünden ikinci kez gözaltına alınıyorlardı.

İşveren örgütlerinin bunu dile getirmesini manidar buluyorum. Yaşadığımız birçok gerçekliğin pandemiyle birlikte çok daha görünür olduğu bir süreci yaşıyoruz. Mesela pandemi, işçi sınıfının üzerindeki görünmezlik örtüsünü kaldırdı. Yani herkesin evde kaldığı, kendini sınırlamaya çalıştığı bir dönemde insan emeği olmadan hiçbir şeyin üretilemeyeceğini çok açık bir şekilde gösterdi. Türkiye pandemiye olağan koşullarda yakalanmadı. Zaten ekonomik olarak ciddi bir kriz içindeydik ve bu ekonomik krizin bütün yıkıcı etkilerini yaşarken, pandemiye yakalandık. Bir yılı geride bıraktığımız bu süreçte geriye baktığımızda iktidarın sınıfsal ve siyasal tercihleri nedeniyle Türkiye, OECD ülkeleri içinde milli gelirine oranla, pandemide işçisine, emekçisine, halkına en az kaynak ayıran iki ülkeden bir tanesi. Diğeri de Meksika. Türkiye milli gelirinin sadece yüzde 1,1’ni (sağlık harcamaları dahil olmak üzere) pandemi süresince destek ayırdı. Bir başka şey, pandemi sürecinde biz işçi ve emekçilerin yaşadığı bu olumsuz tabloya karşılık, sermaye kesimi açısından işler daha fazla yolunda gitti. İktidar sözcülerinin sık sık söylediği “pandemiyi fırsata çevirme” anlayışı nedeniyle, sermayenin kârlarına baktığımızda, onların kârlarında bir düşüş yok, tersine artış söz konusu. Yani sömürü daha fazla arttı, sermayenin kârları arttı. Yani sermaye açısından işler aslında gayet yolunda gidiyor. Bütün veriler de bunu gösteriyor.

EMEK MÜCADELESİYLE DEMOKRASİ ARASINDAKİ BAĞ GÜÇLENİYOR

Pandemiyle birlikte yaşanan gerçekliklerin daha görünür olmasından, ekonomik haklar mücadelesiyle, demokrasi mücadelesi arasındaki makasın daha daraldığını söyleyebilir miyiz?

Öncelikle şunu söyleyeyim, DİSK açısından, her tarihsel dönemde temel ilkelerden bir tanesi, emek mücadelesiyle demokrasi mücadelesi arasındaki kopmaz bağlara işaret etmektir. Her zaman emek mücadelesi ile demokrasi mücadelesini bir ve aynı süreç olarak görmüştür ve tabii ki sendikal perspektifle bu süreci örgütleyen, bunun mücadelesini veren bir örgüt olmuştur. Söylediğiniz gibi, içinden geçtiğimiz süreçte, emek mücadelesiyle demokrasi mücadelesi arasındaki bağlar daha fazla kuvvetlendi. Çünkü çok açık bir biçimde artık işçiler herhangi bir hak talebi için sokağa çıktığında, bunun aynı zamanda ülkedeki demokrasi mücadelesiyle ilgili bağını görüyor.

BİZE DÜŞEN EMEĞİN TÜRKİYE’Sİ İÇİN OMUZ OMUZA DAYANIŞMA İÇİNDE OLMAKTIR

Cumhur ve Millet İttifakı olarak iki cepheye sıkıştırılmış siyasal alanın, Millet İttifakı cephesi, “sandık gelecek bu iş bitecek” kolaycılığına düşmesi bakımlarından eleştiriliyor. Bu tutum aynı zamanda işçi ve emekçilerin hak arama, mücadele etme yönelimini de zayıflatan, geriye çeken bir tutum olarak değerlendiriliyor. Siz ne düşünürsünüz ve ne yapmalı?

Mevcut sistemin yarattığı bütün bu olumsuzluklar karşısında çok daha bütünlüklü bir yaklaşımla yeni bir süreç örgütlemek zorundayız. Yeni bir toplumsal düzen gereklidir derken DİSK olarak, bunun altını çiziyoruz. Bize göre bütün emek örgütlerinin, sendikaların, bütün demokrasi güçlerinin tabii ki siyasal partilerin önündeki temel görev budur. Tümüyle piyasanın kuralları üzerinden şekillenen, emeği görmeyen, bütün insani değerlerin bile piyasanın çarkları içinde ortadan kaldırıldığı ve bütün eşitsizliklerin, adaletsizliklerin giderek daha fazla derinleştiği, özgürlük alanlarının tümüyle kısıtlandığı bir ülke değil; eşitliğin, özgürlüğün, adaletin, barışın ve kardeşliğin egemen olduğu, ürettiğimiz toplam değerin hakça paylaşıldığı bir toplumsal düzen istiyoruz. Emeğin Türkiye’si, emeğin dünyası diyoruz. Bunun için sendikasından siyasi partisine kadar herkese düşen görev Emeğin Türkiye’si diye tarif edebileceğimiz bir yeni toplumsal düzen için, Türkiye’nin aydınlık geleceği için mücadele etmek, omuz omuza olmak, dayanışma içinde olmaktır.

ÖNCEKİ HABER

Prof. Dr. Mesut Yeğen: AKP’nin hedefi, siyasette balans ayarı yapmak

SONRAKİ HABER

Eğitim Sen'den Denizli'de eylem: "Öğretmenler burada aşılar nerede?"

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa