Şair Anıl Cihan: Gözlerimiz uzağı da görmek zorunda
Şair Anıl Cihan; “Daha Önce Ölmüş müydük” isimli kitabını anlattı.
Fotoğraf: Anıl Cihan kişisel arşivi
Merve YURDATAPAN
Şair Anıl Cihan’ın “Daha Önce Ölmüş müydük” isimli ikinci şiir kitabı okurla buluştu. Yeni kitabını anlatan Cihan “Duyarlı olmak, yalnızca bizim için gerekli bir eylem değildir demek istiyorum. Hepimiz için mevcut sorunların çözümünde hareket noktası konumunda. Gözlerimiz uzağı da görmek zorunda.” diyor.
Son dönemde dünya ile derdi olan şiirler okumak epey zorlaştı. Sizin şiirleriniz var olan düzenle çatışan şiirler… Neler söylemek istersiniz?
İlk kitabın getirdiği heyecan ve biraz da korkuyu taşıdıkları anlamlarından hiçbir şey kaybetmeden, ikinci kitabımda da hissediyor olmak sanırım beni motive eden unsurlardan. Düzen ya da düzen adı altında tek tip insan yaratma girişimi ve bunun sonucu olarak denetim mekanizmalarının her zamankinden daha sert halleriyle insanın hayatına dahil edilmiş olması, sanırım sözünü ettiğin dünya ve düzen ile sıkıntımın başat ögesi. Daha çok güvenlik vaadi ile özel hayatımıza alenen giren, kurum ve kuruluşların diğer yandan korkuyu ve tehdidi pompalıyor oluşu acınası bir durum. Bu görünen resmin küçük bir detayı elbette. Liste uzar gider. Tüm bu toplamın içinde, sanırım dert/ sıkıntı kendi yolunu bulup şiirime bir şekilde sızıyor.
Sadece yaşadığınız çevre değil dünyadaki gelişmeler, toplumlar şiirinize yansıyor. Dünyaya bütüncül bakma girişiminizin temelinde ne yatıyor?
İçinde bulunduğumuz yapı içerisinde, yalnız ya da tek başına olmadığımızı anlamam sanırım fazla uzun sürmedi. Eylemlerimizin sonucunun temelde yalnızca bizi ilgilendirmediği, toplumsal boyutta faklı noktalara da evrilebildiği sanırım artık herkes tarafından anlaşılmalı. İç içe geçmiş geçmiş yapılarda bu daha da belirgin kanımca. Ayrıca fiziki olarak bir noktada yaşıyor oluşumuz, diğer yandan gezegenin içinde yer alan insanların bizim etrafımızda şekillendiği anlamı da taşımamalı. Dünya bir bütün ise acının ve sıkıntının her coğrafya için çeşitli olması, sözü edilen rahatsızlığı görmezden gelmemizi gerektirmemeli. Duyarlı olmak, yalnızca bizim için gerekli bir eylem değildir demek istiyorum. Hepimiz için mevcut sorunların çözümünde hareket noktası konumunda. Gözlerimiz uzağı da görmek zorunda.
“Afrika, Kamboçya, Haiti, Somali, Ruanda, Kızılderililer, Aztekler, İnkalar” Varlığını koruyan ya da tarih sahnesine itilmiş bu ülkeler ve toplumlar sizin için ne ifade ediyor?
Bu soru, aslında bizi hem tarihe hem de güncele götüren, meseleye hem geçmiş hem de bugünün gözüyle bakma olanağı tanıyor. Öncelikle sözü edilen ülkeler ve toplumlar geçmişten günümüze değin, işgalin ve sömürünün birinci merkezi. Kaynak bulma ümidiyle işgal edilen, “demokrasi” adı altında “ehlileştirme” işlemi uygulanan bu ülke ve toplumlar, aslında pek de uzağımızda durmayan kılavuz niteliğini de beraberinde getiriyorlar. Kapital ve sömürü zihniyetinin “cazibe merkezi” haline gelen bu ülke ve toplumlara uygun görülen bütün sıkıntılar, biz kabul etsek de etmesek de, son bulana kadar hepimizin sıkıntısı olarak kalmaya devam edecek.
“inanmazsın orta asya medeniyetin beşiği değil karın boşluğudur”… Bu dizenizden yola çıkarak coğrafyanın, şairin hayatındaki yeri sizce nedir?
Sanırım İbn-i Haldun’a ait olan ve son dönemde çok revaçta, “popüler” olan “Coğrafya kaderdir.” sözünü anımsadım. Coğrafya ve onun getirilerini kader olarak nitelemek, niteleyen açısından birçok şeye karşılık gelebilir tabii. Fakat ben savaşılacak ve karşı durulacak şeylerin kader potasında eritilmesini doğru bulmadığımı belirmek isterim. Kader, kabullenişi bir bakıma eylemsizliği beraberinde getiriyor. Eylemden koptuğumuz anda, eylemsizliğin kapısını çalan kadere sığınmak sanırım sıkıntının kaynağı. Kaldı ki şiirin kendisini başlı başına bir eylem olarak kabul edersek, kaderin şairin hayatında yeri daha da önemsiz bir hale geliyor.
"METROPOL, ŞİİR VE ŞAİR ÜÇGENİNİN TEMELİNDE HIZ VAR"
Şiirsel kaynaklarınızdan biri metropol yaşamı… Metropol, şiir ve şair arasındaki bağ sizce nelere gebe?
Sanırım, büyük şehirlerde yaşama, onun labirenti andıran sokaklarında dolaşma, kimi zaman kaybolma/ düşme/ tökezleme deneyimi beni yaşama bağlayan sınırsız kaynaktan yalnızca biri. Her ne kadar taşıdığı olumsuzluklarla her gün yüzleşip dem vursak da şiirimin, senin söyleminle metropolde şekillendiğini, beslendiğini rahatlıkla ifade edebilirim. Metropol, şiir ve şair üçgeninin temelinde hıza dayalı bir ilişki var. Bence büyük şehirler, yani etkileşimin hiç durmadan devam ettiği sosyal yaşam, şiiri her zamankinden daha fazla besliyor. Durmayan, hemen her saat faal bir yapı içerisinde kendini çarkını döndüren şehir elbette şairini sayısız iletişim kanallarına sokarak kendine dahil ediyor. İtiraf etmem gerekir ki, bu hız bazen üzerimize karabasan gibi çökse de, henüz ondan kopabileceğimi sanmıyorum.
"BAŞA ÇIKMA YÖNTEMİ DE DİYEBİLİRİM İRONİ İÇİN"
Şiirlerinizde ironinin farklı şekilleriyle karşılaşıyoruz. İroni işaret etmek, söylenmek isteneni daha cazip hale getiriyor sanki…
İroni, yaşam içerisinde hepimize bir miktar gerekli bence. Anlatılmak istenen, üzerinde durulması elzem konuyu “Sulandırmadan” farklı bir boyuta taşıma becerisine sahip. Bugüne kadar toplumsal boyutta meydana gelmiş birçok hareket, ifade biçimi ile içinde bir miktar ironiyi de barındırıyor. Bu nokta da, evet, “Daha Önce Ölmüş müydük” kitabımı oluşturan şiirlerin ironi taşıması, eleştirinin başka bir boyutu. Başa çıkma yöntemi de diyebilirim ironi için. Yoksa dünya üzerinde bunca acıyla nasıl başa çıkılırdı bilemiyorum. Söylemlerin hızla yıpranıp yok olduğu bir dönemde, şiirinin kendi değerlerinden ödün vermeden, sanat çatısı altında ironiyi kullanmasını doğru buluyorum. Başarabildiysem ne mutlu bana.