Şiirci Geldi Haaanıım…
Arif Dino şairliğinin yanı sıra; boksör, aşçı, sinema oyuncusu, portre ressamı, grafiker, heykeltıraş, sanat eleştirmeni olması gibi.
Fotoğraf: Wikipedia
“Döner kebap dönmez olsun”
Arif Dino
“Yurtsama”dan “Gündedün”e “Nostalji”nin Çağrıştırdıkları başlıklı yazımda Yaşar Kemal’in yaşamında Arif Dino’nun düşünsel katkısından bahsetmeye çalışmıştım. Bu katkısının dışında Arif Dino’nun altı çizilecek çarpıcı başka özellikleri de vardır. Örneğin Dino’nun yaklaşık iki metre boyunda ve yüz kilonun üzerinde iri kıyım bir adam olması. Şairliğinin yanı sıra; boksör, aşçı, sinema oyuncusu, portre ressamı, grafiker, heykeltıraş, sanat eleştirmeni olması gibi. Arif Dino anadili gibi Fransızca ve Yunanca bilir, hatta Fransızca şiirler yazarmış. Eğitimini de İsviçre’nin Cenevre kentinde yapmıştır.
Arif Dino’nun bu özellikleri neredeyse birebir çağdaşı başka bir şairle örtüşmektedir. Zaten dünyada yolu İsviçre’den geçmiş, anadili gibi Fransızca konuşan hem şair hem boksör hem de ressam kaç kişi olabilir ki.
Bu benzerliği yıllar önce Sunay Akın’ın bir konuşmasından öğrenmiştim. Yıllarca beynimin kıvrımlarında kalan bu bilgi bugün bu satırlara konuk oluyor.
Arif Dino’dan sadece 6 yaş büyük olan bu şair 22 Mayıs 1887 tarihinde İsviçre’nin Lozan şehrinde doğmuştur. Anne-babası İngiliz’dir, kendisi Fransızca konuşur, İsviçre pasaportu taşır. Bilinen son ehliyetini Berlin’den almıştır, bilinen son adresi Mexico City’dir. Bu şairin adı Fabien Avenarius Lloyd, namı-ı diğer Arthur Cravan’dır.
En gurur duyduğu özelliği Oscar Wilde’ın yeğeni olmasıdır. Halası Constance Mary Lloyd gerçekten de Oscar Wilde ile evlenmiştir. Fabien Lloyd’un aylaklığı bir öğretmenini tekmeleme sonrası yatılı okuldan atılması ile başlar. Kahramanı Rimbaud’dan esinlenerek dünyayı dolaşmaya başlar. 1903-1907 yılları arasında kâh otostop çekerek kâh bir buharlı geminin makine dairesinde çalışarak, sahte isimler ve sahte pasaportlarla Avrupa’yı, Amerika’yı ve hatta Avustralya’yı gezer. Aylak aylak dünyayı dolaştığı bu yıllara dair; “Belleğimde yirmi ülke var ve yüzlerce kasabanın rengini ruhumda taşıyorum” der.
İsviçre’ye dönen Lloyd’u askere gitme kaygısı yeniden yollara düşürür. Böylece 1909 yılında Fabien Lloyd Paris’i, Paris’te Arthur Cravan’ı tanımaya başlar. Çünkü Lloyd olarak geldiği Paris’te ismini değiştirir ve 1910 yılından sonra Arthur Cravan olarak yaşamına devam eder. Arthur ismini ilk kahramanı Rimbaud’un isminden; Cravan soy ismini de o dönemki sevgilisi Renée Bouchet’in doğum yeri olan Fransa’nın batısındaki küçük bir kasabadan, Cravans’tan esinle alır.
Arthur Cravan Paris’te bir yandan boksa, şiire, çizime, sahne şovlarına adım atar diğer yandan da şarlatanlıkta ve kabalıkta ustalaşır. 1911 yılında Türkçe anlamı “Şimdi” olan “Maintenant” adlı bir dergi çıkarmaya başlar. “Maintenant” 1915 yılına kadar düzensiz aralıklarla ve toplam 5 sayı çıkar. Derginin sloganını “Zafer skandaldır” olarak belirler. Derginin yayıncısı Arthur Cravandır. Her ne kadar dergiye katkıda bulunanlar arasında Robert Miradique, W. Cooper, E. Lajeunesse, Marie Lowitska gibi yazarlar ve çizerler bulunsa da bunlar sadece Cravan’ın mahlaslarıdır.
Yani dergi tepeden tırnağa Arthur Cravan’a aittir. Hatta dağıtımını da bizzat kendisi yapar. Cravan bir el arabasına doldurduğu dergileri Paris sokaklarında “Şiirci geldi haaanıım…” diye satarmış. Paris’ten ayrılacağı zaman da elinde el arabası ile yeniden sokaklara düşmüş ve sattığı dergilerin parasını ödeyerek geri satın almış. Paris’i dergileri ile terk ettiği rivayet edilir.
Cravan’ın yazılarının çoğunun, kasıtlı kışkırtıcılıklarıyla, kabadayılığın edebiyattaki karşılığı olduğu söylenir. Eleştirilerine nakavt etme içgüdüsü hâkimdir denir. Cravan “İftihar, yüz karasıdır” diye ilan eder, “Şunu kati olarak söyleyeyim: Terbiyeli olmak gibi bir arzum yok” der. Oscar Wilde adıyla sahte şiirler yazar, hatta satar.
“Maintenant” dergisinde “Oscar Wilde Yaşıyor” başlığı ile bir röportaj yayınlar. Bu röportajı 23 Mart 1913 tarihinde, ölümünden 13 yıl sonra kendisini ziyarete gelen amcası Oscar Wilde ile gerçekleştirdiğini yazar. Bu röportaj üzerine New York Times gazetesi de Cravan ile bir röportaj yapar. Cravan röportajda yayınladıklarının arkasında durur ve amcasının yaşadığını, Père Lachaise mezarlığında amcasının yerine yatan kişinin bir sahtekâr olduğunu ısrarla savunur.
Cravan sadece yazdıkları ile değil yaptıkları ile de ses getirir. Cüssesine ve boksörlüğüne güvenerek gerçekleştirdiği “konuşmaları”, performans sanatının doğuşundan çok önce, zorlu, hatta tehlikeli birer performanstır.
Bir keresinde, para verip bilet almaya hazır seyirciler karşısında hayatına son vereceğini duyurarak Paris’teki Les Noctambules kabaresini tıka basa doldurur. Bir başka seferinde de konuşmacı olarak gittiği bir etkinlikte kürsüye taytla ve elinde bir tabancayla çıkar. Havaya ateş açar. Sonra atletleri, eşcinselleri, fahişeleri, hırsızları ve delileri öven bir konuşma yapar. Ardından şiirlerini tek ayak üzerinde okur; etrafındaki nesneleri dinleyicilere fırlatır.
Paris yıllarında Arthur Cravan yazdıkları, çizdikleri ve yaptıkları ile Dada hakkında hiçbir şey bilmeden Dadacılığın atası olmuştur. Ancak Paris’te de suyu ısınmıştır. Yine askere alınma tehlikesi ile karşı karşıya kalmış ve yeniden yollara düşmüştür. Yanında dergileri ile istikamet Amerika Birleşik Devletleridir.
Cravan’ın cebindeki para İspanya’da tükenir. Amerika’ya gidebilmek için bir gemi bileti alabilecek paraya ihtiyacı vardır. Bu kez diğer mesleğine yani boksörlüğüne başvurur. Kendisini Avrupa ağırsıklet boks şampiyonu olarak tanıtarak, dünyanın ilk siyahi ağırsıklet boks şampiyonu Jack Johnson’la bir unvan maçı ayarlar. Toplam 5 bin biletin satıldığı maç Barselona’da 23 Nisan 1916 tarihinde gerçekleşir.
Ringe çıkmadan önce boksörlerin davudi sesli bir sunucu tarafından tanıtıldığı bölümde Cravan kendisini şöyle tanıttırır: “Dünyanın en kısa saçlı şairi, otel sıçanı, katırcı, şoför, yılan oynatıcısı, iflah olmaz bir kedi sever, altın arayıcısı, kraliçenin şansölyesinin torunu (-ki gerçekten de dedesi Horace Lloyd İngiltere kraliyet danışma meclisinde seçkin bir hukukçuymuş) ve Oscar Wilde’ın yeğeni” …
Cravan Johnson’a karşı tam 6 raunt dayanır ve 6. rauntta knock out olur. Knock out olduğunda Cravan’ın “Ah, bırakın beni! Bırakın da Jack Johnson gibi güleyim” dediği rivayet edilir. Johnson yıllar sonra yazdığı otobiyografisinde bu maç için Avrupa ağırsıklet boks şampiyonu Arthur Cravan’ın idmansız olarak maça çıkmış olabileceğini yazar. Her ne kadar maçı kaybetse de payına düşen 50.000 peseta ile Amerika’ya gideceği gemi biletini kazanır.
25 Aralık 1916 tarihinde Montserrat adlı gemi Cadiz’den Amerika’ya doğru hareket ederken Arthur Cravan güvertedeki yerini almıştır. Geminin güvertesinde bir başka tanıdık sima daha vardır. İspanyol hükümetinin Amerika’ya sınır dışı ettiği Leon Troçki. Yolculuk sırasında Cravan ve Troçki ahbap olur. Cravan, Troçki’nin kendisine “Bir düşün: Uluslararası bir hareket! Savaş yasaklanacak! İnsanlar ekonomik haklarını kazanacak!” dediğini anımsar. Ayrıca Troçki’yi yoldaşlarının ihanetine karşı uyardığını belirtir. Cravan ile ilişkili olarak da Troçki günlüğüne şunları yazmış: “Bir boksör, aynı zamanda bir yazar ve Oscar Wilde’ın yeğeni. Bir Almanın onu karnından bıçaklamasındansa, asil boks sanatıyla bir Yanki’nin çenesini dağıtmayı isteyeceğini açık yüreklilikle itiraf etti”.
Gemi 13 Ocak 1917 tarihinde New York’a ulaşır ve ikili bir daha yaşamları boyunca karşılaşmazlar.
Cravan New York’un debdebeli cemiyet hayatına hızlı girer. Gittiği bir kıyafet balosunda sürrealist şair ve ressam Mina Loy’la tanışır. Zarif bir bibloyu andıran güzeller güzeli Loy ile iri cüsseli kaba ve küstah Cravan zıt kutupların birbirini çekimi ilkesi gereği birbirlerine âşık olurlar. Loy’un aşkı Cravan’ı nazik, anlayışlı hatta, “sevilebilir” bir adama dönüştürür.
Arthur Cravan’ın en bilinen “konuşması” bu döneme denk gelir. 1917 yılında New York’ta açılan Bağımsızlar Sergisi’nde yaptığı konuşmada, dinleyicilerin üzerine kirli iç çamaşırını fırlatır ve soyunmaya başlar. Tabii hemen kelepçelenip yaka paça hapse atılır. Bu “konuşma”, New York’taki Dada öncesi faaliyetlerin en parlaklarından biri olarak kabul edilir.
Günümüzde “performans” olarak adlandırılabilecek ama o dönemlerde ancak tırnak içinde konuşma denilebilen Cravan’ın bu çıkışlarını Mina Loy “Pandomimik gaddarlık” olarak adlandırmıştır.
Cravan’ın New York’ta başı polisle derde girer. Bir taraftan yaptığı “konuşmalardaki” aşırılıkları, bir taraftan dolandırıcılık suçlaması bir taraftan da Troçki ile gemideki ahbaplığı nedeniyle 20 Aralık 1917 tarihinde New York’u terk ederek Meksika’ya geçmek zorunda kalır.
Meksika’da bir taraftan boks eğitmenliği yaparak yoksullukla, bir taraftan da Mina’nın özlemiyle boğuşur. Mina’ya yazdığı mektuplarda, “Ben sadece seyahat ederken iyiyim. Aynı yerde çok uzun süre kalmam gerektiğindeyse gerçek bir budalaya dönüşüyorum. Gene de söz veriyorum, gelirsen seni hiç üzmeyeceğim. Senin hayatın, diğer kadınlarınkinden çok daha tatlı olacak çünkü sana iyi bakacağım, üzerine titreyeceğim.” der.
Mina Loy İki çocuğunu boşandığı kocasına bırakarak Cravan’nın yanına Meksika’ya gider. Meksika’daki günlerini; “Birlikteliğimiz gündüzleri el ele dolaşmaktan, geceleri sevişmekten ibaretti. Yaptığımız sadece buydu, markette gözümüzü bir çeşit saygıyla paramızın yetmediği konservelere dikiyor, sokaklarda satılan ucuz yiyeceklerle besleniyor ve tüm gün aylaklık ediyorduk. Mutluyduk. Sanki bir şekilde sihrin kaynağına ulaşmıştık ve o sihir bizim aracılığımızla tüm dünyayı kaplamıştı.” diye yazacaktır.
25 Ocak 1918’de evlenmeye karar verirler ve kilise düğününe paraları yetmediğinden, yoldan geçen iki tanığın şahitliğinde evlenirler. Beş parasızdırlar, tekinsiz bir apartman dairesinde yaşarlar. Berbat hayat şartları ve kötü beslenmenin etkisiyle ikisi de çok zayıflar. Loy bu dönemde gebe kalır. Loy’un ve bebeğin yaşam şartlarının Arjantin’de daha iyi olacağını düşünerek geçici olarak Buenos Aires’e yerleşmeye karar verirler. Ancak Cravan’nın belgelerindeki sahtekarlık ortaya çıkınca pasaportsuz kalır ve Loy mecburen yalnız başına Arjantin’e gider.
Cravan’ın karısının peşinden gidebilmek için bir tekneye, tekne için de paraya ihtiyacı vardır. Bildiği ama bir türlü beceremediği işinde şansını yeniden denemeye karar verir. Bu kez “Kara Elmas” lakaplı Jim Smith ile 15 Eylül 1918 tarihine bir ağırsıklet boks maçı ayarlar. Smith Cravan’ı küçük düşürücü bir şekilde döver ve Cravan 2. rauntta knock out olur. Spor dergileri arkasından güler ama çok da umurunda değildir. Çünkü bu maçtan payına düşen 2000 pezoyu cebine koyar. Cravan’ın bundan sonraki bir ayı muğlak.
Muhtemelen sonraki günlerini bir yandan yediği dayağın izlerini sağaltarak, bir yandan da satın aldığı gövdesi delik tekneyi onararak geçirmiştir. Büyük olasılıkla 1918 yılının Ekim ayının ortalarında teknesi ile Salina Cruz’dan açılarak Mina Loy’a doğru yelken açmıştır.
Ancak denize açıldıktan sonra bir daha Arthur Cravan’ın ne bedeninden ne de hırçın ruhundan haber alınamamıştır. Kimine göre teknesi batmıştır, kimine göre korsanlar tarafından öldürülmüştür. Hatta kimine göre de bu Cravan’ın 31 yıllık yaşamında defalarca tekrarladığı oyunlarından biridir ve farklı bir kimlikle bir yerlerde yaşamını sürdürmüştür ve belki de hala sürdürüyordur…
Meraklısına not: Arthur Cravan’ın hayatı ile ilgili BBC Radyo 3’te 20 Ocak 2020 tarihinde 15 dakikadan ve 10 bölümden oluşan “The Escape Artist” adlı bir radyo dizisi yayınlanmıştır. Radyo dizisini adresinden İngilizce olarak dinleyebilirsiniz. Ayrıca Arthur Cravan’ın yaşamı ve Mina Loy’la birlikte geçirdiği son zamanlarını içeren kapsamlı bir İngilizce makaleye buradan ulaşabilirsiniz. Son not olarak Mina Loy 5 Nisan 1919 tarihinde bir kız bebek dünyaya getirmiş ve adını babasına atfen Fabienne Cravan Lloyd koymuştur.
- Vadedilmiş harfler 10 Ekim 2024 10:21
- Umut ayracı 26 Eylül 2024 10:24
- Fenike’den Marsilya’ya, uzodan rakıya… 12 Eylül 2024 12:41
- Bütün yollar Rom’a çıkar 29 Ağustos 2024 10:33
- Bitiş çizgisi 15 Ağustos 2024 04:54
- Çayın yolculuğu 01 Ağustos 2024 08:30
- Kafatası çağı 18 Temmuz 2024 10:00
- Çok kapılı oda 08 Temmuz 2024 10:44
- Yoldan sonra 28 Haziran 2024 09:23
- Bir “Yol” Hikayesi II 13 Haziran 2024 13:49
- Bir “Yol” Hikayesi 30 Mayıs 2024 13:20
- İçimizdeki İrlandalı 16 Mayıs 2024 12:53
- İşçiler marş söyleyerek sahneye girerler… 01 Mayıs 2024 10:10
- Emek bizim, söz bizim… 26 Nisan 2024 04:30
- Sol açık 18 Nisan 2024 11:30
- Kader kapıyı çalınca… 04 Nisan 2024 12:45
- Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin 21 Mart 2024 04:30
- İkiyüzlü ahlak kumkumalığı 07 Mart 2024 13:48
- Elde kaldı hüzün… 22 Şubat 2024 13:32
- Tüfenk üçlemesi: Mavzer 01 Şubat 2024 10:47
- Tüfenk üçlemesi: Aynalı Martin 18 Ocak 2024 11:50
- Tüfenk üçlemesi: Filinta 04 Ocak 2024 13:45
- Gayrı döner oldum 21 Aralık 2023 14:58
- Kayyum rejimi 07 Aralık 2023 12:54
- Kimdi giden kimdi kalan 23 Kasım 2023 11:01
- Eni vici vokke 02 Kasım 2023 13:04
- Şeytanın ışıltısından insanlığın karanlığına 19 Ekim 2023 09:52
- Dayanışma ezilenlerin inceliği midir? 28 Eylül 2023 12:20
- Amerikan İç Savaşı'ndan İngiltere'ye gariptos ağaçlarının hışırtısı 14 Eylül 2023 11:12
- Cehennemin kapısından Bakırköy’ün avlusuna… 31 Ağustos 2023 10:22
- Irgatın Türküsü 17 Ağustos 2023 11:32
- Yüksek Kaldırım’dan Leningrad’a bir şehrin faşizme karşı direniş senfonisi 03 Ağustos 2023 11:46
- Mississipi’den Feshane’ye derinlik ve güvenlik meselesi 20 Temmuz 2023 04:07
- Birimize bir şey olursa ne yaparız? 06 Temmuz 2023 11:31
- Mordan öte 22 Haziran 2023 12:22
- Hakikat bükücülüğü 08 Haziran 2023 11:11
- Umut yorgunluğu 25 Mayıs 2023 10:44
- “Winner” ceket mütevazı mutfağa karşı 11 Mayıs 2023 11:11
- Savaş naraları 27 Nisan 2023 10:10
- Bellek oyunları 13 Nisan 2023 10:50
- Maraş, bahtı gara Maraş 23 Mart 2023 10:48
- Aradığınız devlet bulunamadı 02 Mart 2023 12:22
- Deprem değil, binalar öldürürmüş (!) 16 Şubat 2023 08:42
- Katil uşak 02 Şubat 2023 11:01
- Suyun kokusu 19 Ocak 2023 13:45
- Timsah armudu 05 Ocak 2023 10:27
- Yılın sözcükleri 22 Aralık 2022 11:09
- Franco’dan bugüne Dünya Kupalarından elimizde kalanlar 08 Aralık 2022 11:45
- Şah mat 24 Kasım 2022 09:19
- “Gördük biz bu filmi” 10 Kasım 2022 10:54
- Hakikat yolcusu 30 Ekim 2022 11:20
- Anlatılamamış masallar 27 Ekim 2022 10:14
- "In vino veritas" diğer bir deyişle "Hakikat şaraptadır" 13 Ekim 2022 11:07
- Suskun notalar 29 Eylül 2022 11:12
- Güney Kutbunun yeniden keşfinin hüzünlü hikâyesi 15 Eylül 2022 11:09
- “Sen ben Lenin” Bir de Ahmet Abi. 01 Eylül 2022 10:39
- Börklüce’den günümüze Eyyamı Bahur ya da namı diğer Köpek Günleri 18 Ağustos 2022 10:59
- Dünyanın eksenini kaydıran Hindistan’ın küçük cevizi 04 Ağustos 2022 10:39
- Dünyanın tadı baharı 21 Temmuz 2022 08:40
- Menekşe kokusu 07 Temmuz 2022 04:24
- İnsan kokusu 23 Haziran 2022 04:12
- Tiryak-i 02 Haziran 2022 11:37
- Bahar karşılama 19 Mayıs 2022 06:26
- Hıdırellez ateşi 05 Mayıs 2022 01:05
- Yelkenler fora 21 Nisan 2022 05:20
- Sözün gücü 07 Nisan 2022 06:05
- Lombardiya’dan Ukrayna’ya kemanın tınısı 24 Mart 2022 05:34
- Zeytinin hükmü 10 Mart 2022 05:55
- Geççek 24 Şubat 2022 05:15
- Allasen söyle nedir aşkın aslı astarı! 09 Şubat 2022 23:45
- Erguvan kokusu 27 Ocak 2022 05:49
- (N)isyan 13 Ocak 2022 04:53
- Yaşamın ağırlığı 30 Aralık 2021 05:42
- Kuşaklar boyu insan hakları 16 Aralık 2021 05:03
- Savaşı Durduran Kadınlar: Lili ve Marlen 02 Aralık 2021 04:23
- Herkesin bir Ahmet Kaya’sı vardır 18 Kasım 2021 04:00
- Şaka mı, şeker mi, yoksa patates mi? 04 Kasım 2021 05:43
- Memeli Zeus 21 Ekim 2021 06:51
- Son Bakış 07 Ekim 2021 05:30
- Kırmızı 22 Eylül 2021 23:43
- Asuman’dan Antonis’e Ege’nin iki yakası 09 Eylül 2021 04:46
- Her ekalliyeti düşünüyorum 26 Ağustos 2021 04:04
- Dezenfektan aşkı 12 Ağustos 2021 06:12
- Nomadland’den Rosetta’ya Göçebe Ruhlar 29 Temmuz 2021 06:35
- Lavinia 14 Temmuz 2021 23:08
- Ruhumda Sızı* 01 Temmuz 2021 06:46
- “Y” 17 Haziran 2021 06:06
- Vurmayın öldüm 03 Haziran 2021 03:56
- Gözümün nuru 20 Mayıs 2021 06:11
- İmgenin suskunluğu 06 Mayıs 2021 05:56
- Ruhlar Mezbahası İyi Günler 22 Nisan 2021 03:34
- Ata Abi 25 Mart 2021 05:08
- “Yurtsama”dan “gündedün”e “nostalji”nin çağrıştırdıkları 10 Mart 2021 23:20
- Gönülçelen kelimeler atlasım 25 Şubat 2021 05:00
- Harfiyat 10 Şubat 2021 22:41
- Utanç ne yana düşer usta... 28 Ocak 2021 04:20
- “... Ve Herkes için Adalet” 13 Ocak 2021 23:15
- Yattığınız yer incitmesin… 31 Aralık 2020 04:38
- San(a)saryan’dan Su’ya Mahsus Mahaller 09 Aralık 2020 22:44
- Ölüm, adın kalleş olsun… 26 Kasım 2020 04:03
- Depremin ruhsal sarsıntısı 12 Kasım 2020 04:59
- Notaların savaşla hesaplaşması 29 Ekim 2020 05:11
- Hırsızlar mağarası 15 Ekim 2020 00:00
- İyi ki TTB var! 01 Ekim 2020 06:30
- Heybeliada Sanatoryumundaki Hayalet 17 Eylül 2020 00:02
- Otokinetik etki ve norm oluşturma 03 Eylül 2020 05:06
- Ödemişli Muzaffer’den Amerikalı Sherif’e 20 Ağustos 2020 00:51
- Uygun adım marş!… 06 Ağustos 2020 05:18
- ERK-EK 23 Temmuz 2020 04:57
- İçimdeki yangın 09 Temmuz 2020 05:18
- Dededen toruna “Barış”ın inşası 25 Haziran 2020 01:00
- Esaretten kaçan köleden hasta, kamçıdan tedavi üretmek 11 Haziran 2020 00:00
- Kerli ferli yalanlar ve sosyal uyum 28 Mayıs 2020 00:00
- Elma dersem çık… 14 Mayıs 2020 00:30
- Yaşam için ölüme yatanlar 30 Nisan 2020 02:08
- Bastırılan geri döner 16 Nisan 2020 00:00
- Miasmadan Covid-19’a sağlıkçıların salgından korunma önlemleri 02 Nisan 2020 02:49
- Şimdiki zamanda bir distopya: Covid-19 18 Mart 2020 20:30
- Şehitler tepesi 05 Mart 2020 00:30
- Özlerimize kıymayın efendiler! 20 Şubat 2020 00:30
- Acının tonu 06 Şubat 2020 00:00
- Başlarken… 29 Ocak 2020 23:20