08 Nisan 2021 00:00

Şiirci Geldi Haaanıım…

Arif Dino şairliğinin yanı sıra; boksör, aşçı, sinema oyuncusu, portre ressamı, grafiker, heykeltıraş, sanat eleştirmeni olması gibi.

Fotoğraf: Wikipedia

Halis Ulaş
Halis Ulaş

Döner kebap dönmez olsun”
                                   Arif Dino

“Yurtsama”dan “Gündedün”e “Nostalji”nin Çağrıştırdıkları başlıklı yazımda Yaşar Kemal’in yaşamında Arif Dino’nun düşünsel katkısından bahsetmeye çalışmıştım. Bu katkısının dışında Arif Dino’nun altı çizilecek çarpıcı başka özellikleri de vardır. Örneğin Dino’nun yaklaşık iki metre boyunda ve yüz kilonun üzerinde iri kıyım bir adam olması. Şairliğinin yanı sıra; boksör, aşçı, sinema oyuncusu, portre ressamı, grafiker, heykeltıraş, sanat eleştirmeni olması gibi. Arif Dino anadili gibi Fransızca ve Yunanca bilir, hatta Fransızca şiirler yazarmış. Eğitimini de İsviçre’nin Cenevre kentinde yapmıştır.   

Arif Dino’nun bu özellikleri neredeyse birebir çağdaşı başka bir şairle örtüşmektedir. Zaten dünyada yolu İsviçre’den geçmiş, anadili gibi Fransızca konuşan hem şair hem boksör hem de ressam kaç kişi olabilir ki.

Bu benzerliği yıllar önce Sunay Akın’ın bir konuşmasından öğrenmiştim. Yıllarca beynimin kıvrımlarında kalan bu bilgi bugün bu satırlara konuk oluyor.

Arif Dino’dan sadece 6 yaş büyük olan bu şair 22 Mayıs 1887 tarihinde İsviçre’nin Lozan şehrinde doğmuştur. Anne-babası İngiliz’dir, kendisi Fransızca konuşur, İsviçre pasaportu taşır. Bilinen son ehliyetini Berlin’den almıştır, bilinen son adresi Mexico City’dir. Bu şairin adı Fabien Avenarius Lloyd, namı-ı diğer Arthur Cravan’dır.

En gurur duyduğu özelliği Oscar Wilde’ın yeğeni olmasıdır. Halası Constance Mary Lloyd gerçekten de Oscar Wilde ile evlenmiştir. Fabien Lloyd’un aylaklığı bir öğretmenini tekmeleme sonrası yatılı okuldan atılması ile başlar. Kahramanı Rimbaud’dan esinlenerek dünyayı dolaşmaya başlar. 1903-1907 yılları arasında kâh otostop çekerek kâh bir buharlı geminin makine dairesinde çalışarak, sahte isimler ve sahte pasaportlarla Avrupa’yı, Amerika’yı ve hatta Avustralya’yı gezer. Aylak aylak dünyayı dolaştığı bu yıllara dair; “Belleğimde yirmi ülke var ve yüzlerce kasabanın rengini ruhumda taşıyorum” der.

İsviçre’ye dönen Lloyd’u askere gitme kaygısı yeniden yollara düşürür. Böylece 1909 yılında Fabien Lloyd Paris’i, Paris’te Arthur Cravan’ı tanımaya başlar. Çünkü Lloyd olarak geldiği Paris’te ismini değiştirir ve 1910 yılından sonra Arthur Cravan olarak yaşamına devam eder. Arthur ismini ilk kahramanı Rimbaud’un isminden; Cravan soy ismini de o dönemki sevgilisi Renée Bouchet’in doğum yeri olan Fransa’nın batısındaki küçük bir kasabadan, Cravans’tan esinle alır.

Arthur Cravan Paris’te bir yandan boksa, şiire, çizime, sahne şovlarına adım atar diğer yandan da şarlatanlıkta ve kabalıkta ustalaşır. 1911 yılında Türkçe anlamı “Şimdi” olan “Maintenant” adlı bir dergi çıkarmaya başlar. “Maintenant” 1915 yılına kadar düzensiz aralıklarla ve toplam 5 sayı çıkar. Derginin sloganını “Zafer skandaldır” olarak belirler. Derginin yayıncısı Arthur Cravandır. Her ne kadar dergiye katkıda bulunanlar arasında Robert Miradique, W. Cooper, E. Lajeunesse, Marie Lowitska gibi yazarlar ve çizerler bulunsa da bunlar sadece Cravan’ın mahlaslarıdır.

Yani dergi tepeden tırnağa Arthur Cravan’a aittir. Hatta dağıtımını da bizzat kendisi yapar. Cravan bir el arabasına doldurduğu dergileri Paris sokaklarında “Şiirci geldi haaanıım…” diye satarmış. Paris’ten ayrılacağı zaman da elinde el arabası ile yeniden sokaklara düşmüş ve sattığı dergilerin parasını ödeyerek geri satın almış. Paris’i dergileri ile terk ettiği rivayet edilir. 

Cravan’ın yazılarının çoğunun, kasıtlı kışkırtıcılıklarıyla, kabadayılığın edebiyattaki karşılığı olduğu söylenir. Eleştirilerine nakavt etme içgüdüsü hâkimdir denir. Cravan “İftihar, yüz karasıdır” diye ilan eder, “Şunu kati olarak söyleyeyim: Terbiyeli olmak gibi bir arzum yok” der. Oscar Wilde adıyla sahte şiirler yazar, hatta satar.

Maintenant” dergisinde “Oscar Wilde Yaşıyor” başlığı ile bir röportaj yayınlar. Bu röportajı 23 Mart 1913 tarihinde, ölümünden 13 yıl sonra kendisini ziyarete gelen amcası Oscar Wilde ile gerçekleştirdiğini yazar. Bu röportaj üzerine New York Times gazetesi de Cravan ile bir röportaj yapar. Cravan röportajda yayınladıklarının arkasında durur ve amcasının yaşadığını, Père Lachaise mezarlığında amcasının yerine yatan kişinin bir sahtekâr olduğunu ısrarla savunur.

Cravan sadece yazdıkları ile değil yaptıkları ile de ses getirir. Cüssesine ve boksörlüğüne güvenerek gerçekleştirdiği “konuşmaları”, performans sanatının doğuşundan çok önce, zorlu, hatta tehlikeli birer performanstır.

Bir keresinde, para verip bilet almaya hazır seyirciler karşısında hayatına son vereceğini duyurarak Paris’teki Les Noctambules kabaresini tıka basa doldurur. Bir başka seferinde de konuşmacı olarak gittiği bir etkinlikte kürsüye taytla ve elinde bir tabancayla çıkar. Havaya ateş açar. Sonra atletleri, eşcinselleri, fahişeleri, hırsızları ve delileri öven bir konuşma yapar. Ardından şiirlerini tek ayak üzerinde okur; etrafındaki nesneleri dinleyicilere fırlatır.  

Paris yıllarında Arthur Cravan yazdıkları, çizdikleri ve yaptıkları ile Dada hakkında hiçbir şey bilmeden Dadacılığın atası olmuştur. Ancak Paris’te de suyu ısınmıştır. Yine askere alınma tehlikesi ile karşı karşıya kalmış ve yeniden yollara düşmüştür. Yanında dergileri ile istikamet Amerika Birleşik Devletleridir.

Cravan’ın cebindeki para İspanya’da tükenir. Amerika’ya gidebilmek için bir gemi bileti alabilecek paraya ihtiyacı vardır. Bu kez diğer mesleğine yani boksörlüğüne başvurur. Kendisini Avrupa ağırsıklet boks şampiyonu olarak tanıtarak, dünyanın ilk siyahi ağırsıklet boks şampiyonu Jack Johnson’la bir unvan maçı ayarlar. Toplam 5 bin biletin satıldığı maç Barselona’da 23 Nisan 1916 tarihinde gerçekleşir.

Ringe çıkmadan önce boksörlerin davudi sesli bir sunucu tarafından tanıtıldığı bölümde Cravan kendisini şöyle tanıttırır: Dünyanın en kısa saçlı şairi, otel sıçanı, katırcı, şoför, yılan oynatıcısı, iflah olmaz bir kedi sever, altın arayıcısı, kraliçenin şansölyesinin torunu (-ki gerçekten de dedesi Horace Lloyd İngiltere kraliyet danışma meclisinde seçkin bir hukukçuymuş) ve Oscar Wilde’ın yeğeni” …  

Cravan Johnson’a karşı tam 6 raunt dayanır ve 6. rauntta knock out olur. Knock out olduğunda Cravan’ın “Ah, bırakın beni! Bırakın da Jack Johnson gibi güleyim” dediği rivayet edilir. Johnson yıllar sonra yazdığı otobiyografisinde bu maç için Avrupa ağırsıklet boks şampiyonu Arthur Cravan’ın idmansız olarak maça çıkmış olabileceğini yazar. Her ne kadar maçı kaybetse de payına düşen 50.000 peseta ile Amerika’ya gideceği gemi biletini kazanır.

25 Aralık 1916 tarihinde Montserrat adlı gemi Cadiz’den Amerika’ya doğru hareket ederken Arthur Cravan güvertedeki yerini almıştır. Geminin güvertesinde bir başka tanıdık sima daha vardır. İspanyol hükümetinin Amerika’ya sınır dışı ettiği Leon Troçki. Yolculuk sırasında Cravan ve Troçki ahbap olur. Cravan, Troçki’nin kendisine “Bir düşün: Uluslararası bir hareket! Savaş yasaklanacak! İnsanlar ekonomik haklarını kazanacak!” dediğini anımsar. Ayrıca Troçki’yi yoldaşlarının ihanetine karşı uyardığını belirtir. Cravan ile ilişkili olarak da Troçki günlüğüne şunları yazmış: “Bir boksör, aynı zamanda bir yazar ve Oscar Wilde’ın yeğeni. Bir Almanın onu karnından bıçaklamasındansa, asil boks sanatıyla bir Yanki’nin çenesini dağıtmayı isteyeceğini açık yüreklilikle itiraf etti”.

Gemi 13 Ocak 1917 tarihinde New York’a ulaşır ve ikili bir daha yaşamları boyunca karşılaşmazlar.   

Cravan New York’un debdebeli cemiyet hayatına hızlı girer. Gittiği bir kıyafet balosunda sürrealist şair ve ressam Mina Loy’la tanışır. Zarif bir bibloyu andıran güzeller güzeli Loy ile iri cüsseli kaba ve küstah Cravan zıt kutupların birbirini çekimi ilkesi gereği birbirlerine âşık olurlar.  Loy’un aşkı Cravan’ı nazik, anlayışlı hatta, “sevilebilir” bir adama dönüştürür.

Arthur Cravan’ın en bilinen “konuşması” bu döneme denk gelir. 1917 yılında New York’ta açılan Bağımsızlar Sergisi’nde yaptığı konuşmada, dinleyicilerin üzerine kirli iç çamaşırını fırlatır ve soyunmaya başlar. Tabii hemen kelepçelenip yaka paça hapse atılır. Bu “konuşma”, New York’taki Dada öncesi faaliyetlerin en parlaklarından biri olarak kabul edilir.

Günümüzde “performans” olarak adlandırılabilecek ama o dönemlerde ancak tırnak içinde konuşma denilebilen Cravan’ın bu çıkışlarını Mina Loy “Pandomimik gaddarlık” olarak adlandırmıştır.

Cravan’ın New York’ta başı polisle derde girer. Bir taraftan yaptığı “konuşmalardaki” aşırılıkları, bir taraftan dolandırıcılık suçlaması bir taraftan da Troçki ile gemideki ahbaplığı nedeniyle 20 Aralık 1917 tarihinde New York’u terk ederek Meksika’ya geçmek zorunda kalır.

Meksika’da bir taraftan boks eğitmenliği yaparak yoksullukla, bir taraftan da Mina’nın özlemiyle boğuşur. Mina’ya yazdığı mektuplarda, “Ben sadece seyahat ederken iyiyim. Aynı yerde çok uzun süre kalmam gerektiğindeyse gerçek bir budalaya dönüşüyorum. Gene de söz veriyorum, gelirsen seni hiç üzmeyeceğim. Senin hayatın, diğer kadınlarınkinden çok daha tatlı olacak çünkü sana iyi bakacağım, üzerine titreyeceğim.” der.

Mina Loy İki çocuğunu boşandığı kocasına bırakarak Cravan’nın yanına Meksika’ya gider.  Meksika’daki günlerini; “Birlikteliğimiz gündüzleri el ele dolaşmaktan, geceleri sevişmekten ibaretti. Yaptığımız sadece buydu, markette gözümüzü bir çeşit saygıyla paramızın yetmediği konservelere dikiyor, sokaklarda satılan ucuz yiyeceklerle besleniyor ve tüm gün aylaklık ediyorduk. Mutluyduk. Sanki bir şekilde sihrin kaynağına ulaşmıştık ve o sihir bizim aracılığımızla tüm dünyayı kaplamıştı.” diye yazacaktır.

25 Ocak 1918’de evlenmeye karar verirler ve kilise düğününe paraları yetmediğinden, yoldan geçen iki tanığın şahitliğinde evlenirler. Beş parasızdırlar, tekinsiz bir apartman dairesinde yaşarlar. Berbat hayat şartları ve kötü beslenmenin etkisiyle ikisi de çok zayıflar. Loy bu dönemde gebe kalır. Loy’un ve bebeğin yaşam şartlarının Arjantin’de daha iyi olacağını düşünerek geçici olarak Buenos Aires’e yerleşmeye karar verirler. Ancak Cravan’nın belgelerindeki sahtekarlık ortaya çıkınca pasaportsuz kalır ve Loy mecburen yalnız başına Arjantin’e gider.

Cravan’ın karısının peşinden gidebilmek için bir tekneye, tekne için de paraya ihtiyacı vardır. Bildiği ama bir türlü beceremediği işinde şansını yeniden denemeye karar verir. Bu kez “Kara Elmas” lakaplı Jim Smith ile 15 Eylül 1918 tarihine bir ağırsıklet boks maçı ayarlar. Smith Cravan’ı küçük düşürücü bir şekilde döver ve Cravan 2. rauntta knock out olur. Spor dergileri arkasından güler ama çok da umurunda değildir. Çünkü bu maçtan payına düşen 2000 pezoyu cebine koyar. Cravan’ın bundan sonraki bir ayı muğlak.

Muhtemelen sonraki günlerini bir yandan yediği dayağın izlerini sağaltarak, bir yandan da satın aldığı gövdesi delik tekneyi onararak geçirmiştir. Büyük olasılıkla 1918 yılının Ekim ayının ortalarında teknesi ile Salina Cruz’dan açılarak Mina Loy’a doğru yelken açmıştır.

Ancak denize açıldıktan sonra bir daha Arthur Cravan’ın ne bedeninden ne de hırçın ruhundan haber alınamamıştır. Kimine göre teknesi batmıştır, kimine göre korsanlar tarafından öldürülmüştür. Hatta kimine göre de bu Cravan’ın 31 yıllık yaşamında defalarca tekrarladığı oyunlarından biridir ve farklı bir kimlikle bir yerlerde yaşamını sürdürmüştür ve belki de hala sürdürüyordur…         

Meraklısına not: Arthur Cravan’ın hayatı ile ilgili BBC Radyo 3’te 20 Ocak 2020 tarihinde 15 dakikadan ve 10 bölümden oluşan “The Escape Artist” adlı bir radyo dizisi yayınlanmıştır. Radyo dizisini adresinden İngilizce olarak dinleyebilirsiniz. Ayrıca Arthur Cravan’ın yaşamı ve Mina Loy’la birlikte geçirdiği son zamanlarını içeren kapsamlı bir İngilizce makaleye buradan ulaşabilirsiniz.  Son not olarak Mina Loy 5 Nisan 1919 tarihinde bir kız bebek dünyaya getirmiş ve adını babasına atfen Fabienne Cravan Lloyd koymuştur. 

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI