12 Nisan 2021 12:21

­Amazon'dan sendikalaşmaya yasa dışı müdahale

"Amazon’da yaşananlar sermaye ve emek karşıtlığı açısından içinde bulunduğumuz tarihsel bağlamı tüm detaylarıyla gözler önüne seriyor."

Fotoğraf: Bryan Angelo/Unsplash

Paylaş

Prof. Dr. Aslıhan AYKAÇ

Amerika Birleşik Devletleri bu hafta sendikal hareket için önemli bir kırılma anına tanıklık etti. Alabama eyaletinin Bessemer kentinde yer alan Amazon işletmesindeki sendikalaşma çabaları, işçilerin önemli bir kısmının sendikalaşmaya karşı oy kullanması nedeniyle karşılıksız kaldı. Amazon söz konusu işletmede yaklaşık altı bin kişiyi istihdam ediyor. Yedi hafta süren oy verme süreci sonunda sendika ve şirket temsilcilerinin bulunduğu bir sayımda sendikalaşmayı destekleyen oylar 738’de kalırken, sendika karşıtı oylar 1798’i buldu. İşçilerin sendikal temsil hakkını kullanabilmesi için oy oranının yüzde 50 olması gerekiyordu. Örgütlenme sürecinde Perakende, Toptan ve Mağaza Çalışanları Sendikasının (RWDSU) verdiği yoğun mücadele, Senatör Bernie Sanders’ın Alabama ziyareti ve işçilere verdiği destek ve ABD Başkanı Joe Biden’ın oylama süreciyle ilgili olarak “Alabama'daki işçiler -ve Amerika'nın her yerinde- işyerlerinde bir sendika kurup kurmamaya oy veriyorlar. Bu hayati derecede önemli bir seçimdir- işverenler tarafından tehdit veya baskı olmaksızın yapılması gereken bir seçimdir” açıklamasına rağmen oylama Amazon lehine sonuçlandı. Sonuç olarak, bugün yaklaşık 1,3 milyon çalışana sahip Amazon, olumsuz çalışma koşullarına ve İş Kanunu’nda örgütlenme hakkıyla çatışan yasa dışı müdahalelerine rağmen bu sürecin kazananı oldu.

Bu durum yalnızca tek bir üretim sahasını ve altı bin işçiyi kapsıyor gibi görünse de aslında sembolik olarak üretim ilişkileri, emek ve örgütlü mücadele hakkında anahtar birtakım dönüşümleri su yüzüne çıkarması bakımından önem taşıyor. Dolayısıyla bu örneği doğru okumak, satır aralarındaki ayrıntıları anlamak, örgütlü mücadelenin geleceği açısından aydınlatıcı olacaktır.

DEĞİŞEN ÇALIŞMA KOŞULLARI, YENİ NESİL İŞLETMELER

Değişen çalışma koşulları ve üretim ilişkileri işçi sınıfının örgütlü mücadeleye bakış açısını doğrudan etkiliyor. Özellikle Amazon, Walmart gibi büyük işletmelerde üretimin sürecindeki teknolojik altyapı ve üretim sürecinin zihinsel katkı gerektirmeyen parçalara ayrılması emeğin giderek vasıfsızlaştığı ve kolayca ikame edilebilir hale geldiğini gösteriyor. Bu durum çalışanların işlerine, üretim sürecine ve kendi toplumsal konumlarına giderek artan bir biçimde yabancılaştığını gösteriyor. İkinci bir dönüşüm, artan teknolojik altyapının yanı sıra üretim organizasyonunun ve insan kaynakları yönetiminin insana yakışır çalışma koşullarını ve uluslararası çalışma standartlarını tamamen göz ardı ederek çalışanların verimliliğini artırmaya çalışması. Verimlilik kaygısı, türlü motivasyon araçlarının tepeden inme bir biçimde dayatılması, neredeyse militer bir düzende zaman ve üretim yönetimi uygulamaları işçilere içinde bulundukları düzenin kaçınılmaz olduğunu düşündürüyor. Neoliberalizmin “Başka bir alternatif yok!” sloganı fabrikalarda, depolarda ve tüm üretim alanlarında kendini bu şekilde gösteriyor.

Amazon’daki çalışma koşulları defalarca haberlere, araştırmalara hatta filmlere konu oldu. Çalışanların ihtiyaç molalarının kısıtlı olması, 15 dakikalık bir mola için sadece mola yerine yürümenin 15 dakika sürmesi, işçilerin insani ihtiyaçlarını dahi karşılayamamaları, bazı Amazon depolarında iş kazalarından kaynaklanan yaralanmaların ulusal ortalamanın üç katı olması haberlere yansıyan bazı örnekler. Yüksek talep dönemlerinde mevsimlik işçilerin kullanılması, iş güvencesinin olmaması ve ücret esnekliği, özellikle çalışma süresi üzerindeki kontrole bakılırsa Amazon esnek istihdamın sınırlarını insani kapasitenin ötesine taşıyor. Bu koşullardan şikayetçi olanlar gözdağı verilircesine işten çıkarılıyor.

İŞÇİ SINIFI KİMLERİ KAPSIYOR, HANGİ DEĞERLERİN PEŞİNDEN GİDİYOR

Üzerinde durulması gereken bir başka unsur ise bugün işçi sınıfının çok farklı demografik özellikleri temsil eden ve çeşitlilik gösteren bir yapıya sahip olması. Özellikle ABD ve Alabama örneğinden gidecek olursak, sınıfsal dinamikler ırk ve toplumsal cinsiyetten kaynaklanan sosyal eşitsizliklerle birleştiğinde çatışma zemini genişliyor ve çatışma gündemine yeni meseleler ekleniyor. ABD’nin güney eyaletlerinde ırka dayalı ayrımcılık sorunu hâlâ çözümlenmiş değil. İkinci olarak, ABD’de sosyal güvenlik ağlarının zayıf olması ve emeklilik planlarının özelleşmiş olması ileri yaşlardaki insanların da hayatlarını sürdürebilmek için çalışması gerektiğini gösteriyor. Üçüncü bir unsur ise iş gücü piyasasındaki daralma, teknolojik işsizlik, hizmetler sektöründeki büyümenin yeni kuşak işçilerin istihdamını karşılayamaması gibi nedenlerle genç işçilerin de vasıflarının altında işlere razı gelmesi. Bu durumu ABD’de olduğu kadar Türkiye’de de görüyoruz. Geçen haftalarda ÇAYKUR’un çay eksperi ve mevsimlik işçi alımları yüzlerle ifade edilirken başvurular on binlere ulaştı. Bugün bütün dünyada emek piyasasındaki rekabet işçilerin istihdamdan beklentilerini düşürürken, işverenlerin elini güçlendiriyor, bu denklem içinde sendikaların mücadele ve pazarlık zemini de giderek daralıyor.

Üretim ilişkilerinden kaynaklanan kolektif aidiyetin zayıflaması, başka toplumsal değerlerin ve dinamiklerin birleştirici rol oynamasına neden oluyor. Etnik, ırk temelli mücadeleler ya da toplumsal cinsiyet mücadelesi insan hayatında daha belirleyici oluyor. Alabama ABD’nin en dindar eyaletlerinden biri, nüfusun çoğunluğu Protestan ve bunların büyük bir kısmı da düzenli olarak kiliseye gidiyor. Bütün bu unsurlar üretim ilişkilerinden kaynaklanmayan ve örgütlü mücadelenin dışında kalan unsurlar; ancak bu toplumsal dönüşümün ve kültürel çeşitliliğin sınıf dinamiklerine yansıması ve sınıf mücadelesine etkileri sendikaların artık daha fazla düşünmeleri gereken bir boyut. Bessemer’da örgütlenme sürecini yöneten sendika liderleri toplantılarını yalnızca işyeriyle sınırlı tutarak, yerel dinamiklerden uzak durarak ve işçileri merkez alan etkinlikler yerine medya, Bernie Sanders ve benzeri dışarıdan gelen destekçileri kullanarak toplumsal yapıyla bağ kurma fırsatını kaçırmış oldu.

SENDİKAL HAREKETE YÖNELİK ALGI

Sendikalara yönelik algıyı iki ayrı cepheden değerlendirmek gerekir. Öncelikle Amazon, sendikalaşma kampanyası devam ederken süreci bastırmak için bir hukuk firmasıyla anlaştı ve çeşitli baskı araçlarını hayata geçirdi. Sendikaya yakın görünen işçilere yönelik baskının yanı sıra, tuvaletler, yemekhaneler ve mola odaları gibi yerlerde posterler asarak, sendikayı kötüleme kampanyası yürüttü. Amazon, sendika aidatlarını öne çıkararak işçilerin sendikaya yönelmesini engellemek için bir internet sitesi ve “Aidatsız yapın!” (#doitwithoutdues) etiketiyle sosyal medya kampanyası yaptı. Firma, sendikal örgütlenmeyi engellemek için her türlü yasa dışı yöntemi kullandı ve bu yönüyle Uluslararası Çalışma Örgütünün temel çalışma standartlarını da ihlal etmiş oldu.

Ancak Amazon’un karalama kampanyasından bağımsız olarak çalışanlar arasında sendikal harekete yönelik algının nasıl olduğuna da bakmak gerekir. Kırk yıldan fazla bir süredir neoliberal politikalar işçi sınıfı örgütlenmesinin ve hak mücadelesinin önünü kesiyor. Öncelikle bunun neden olduğu bir değerler erozyonu var. İkinci olarak metalaşma, mülksüzleşme ve tüketim ideolojisinin neden olduğu piyasa bağımlılığı bugün çalıştığı işkolundan, eğitim, vasıf ve gelir düzeyinden bağımsız olarak tüm çalışanları kontrol altına alıyor. Değişen üretim ilişkilerine ve toplumsal örgütlenmede belirleyici olan çatışma unsurlarına bakıldığında sendikalar geleneksel ve bürokratik kalıyor. Sendikalar yeni koşullara uyum sağlama, yeni işçileri temsil etme ve sadece ekonomik olmayan meseleleri gündeme alma konusunda yaratıcı ve kapsayıcı olmak zorunda, aksi takdirde statükonun muhafazasından öteye geçmek söz konusu olmuyor.

YASAL DÜZENLEMELER VE YAPTIRIM

Bessemer kampanyasındaki yenilgiye neden olarak en fazla vurgulanan konulardan biri de sendikal örgütlenmeye yönelik yasal düzenlemelerin yetersizliği oldu. Biden yönetimi, 9 Mart 2021’de Örgütlenme Hakkını Korumaya Yönelik Yasa’yı (PRO ACT) kongreden geçirdi, ancak yasanın Senato’dan geçip geçmeyeceği henüz belirsiz. Yasaya göre işçilerin örgütlenme ve toplu sözleşmeye katılma hakkının korunmasının yanı sıra işverenlerin sendikalaşmayı engellemeye yönelik müdahalelerini, işçilere baskı kurmasını, işçileri sendika üyeliğini kötüleyen toplantılara katılmak zorunda bırakmasını haksız uygulama olarak değerlendiriyor. Yasa aynı zamanda işverenlerin işe alım sürecinde sözleşmelere “sendikalaşma, kolektif hak arama hakkından vazgeçme” şartı koymasını da yasaklıyor. Yasanın bu aşamaya gelmesi önemli, çünkü Büyük Buhran’ı takip eden Yeni Düzen (New Deal) sürecinden beri ilk defa işçi haklarını iyileştirmeye yönelik bir yasal düzenleme yapılıyor. Yasanın ikinci bir önemi ise Reagan yönetimiyle erozyona uğrayan işçi haklarının yeniden kazanımına yönelik bir imkan yaratması.

ABD’de ve neoliberal ekonomi politikalarına bağlılık gösteren tüm ülkelerde yasal düzenlemeler örgütlü sınıf mücadelesini bölmek, kitleselleşmesini engellemek ve müzakere sürecinde etkinliğini ortadan kaldırmak için çalışıyor. Ancak önce 2008 krizi ile, şimdi de pandeminin ekonomik etkisi ile artan sosyo-ekonomik eşitsizlikler, istihdam ilişkilerindeki bozulma, çalışan yoksullar ve işsizlik gibi sorunların toplumun hiçbir kesimini dışarıda bırakmayacak bir biçimde kemikleşmesi, örgütlü mücadelenin gündemini genişletiyor. Bu durumda örgütlü mücadeleyi baskılayan yasalar daha büyük toplumsal çatışmalarına zemin yaratıyor.

YENİ BİR YOL HARİTASI İHTİYACI

Kuşkusuz Bessemer’da ortaya çıkan tablo sendikal hareketteki gerileme için tek ve münferit bir örnek değil. Ama bu temsili örnek, sınıf mücadelesinin içsel ve dışsal dinamikleri, mücadele stratejileri, mücadelenin tarafları arasındaki ilişkiler ve öne çıkan temel müzakere konuları üzerinde düşünmeyi gerekli kılıyor.

Amazon’da yaşananlar sermaye ve emek karşıtlığı açısından içinde bulunduğumuz tarihsel bağlamı tüm detaylarıyla gözler önüne seriyor. Bir tarafta ne ekonomik krizden ne de pandemi sürecinden etkilenmeden servetine servet katan dünyanın en zengin adamı duruyor. Elindeki en büyük araç ise artık bütün dünyaya yayılmış, yayıncılıktan televizyonculuğa, teknolojiden e-ticarete farklı alanlarda faaliyet gösteren bir üretim ağı. Dünyanın en zengin adamının karşısında ulusal sınırları aşarak bu üretim ağını bir arada tutan, hayatta kalmak için işyerinde her türlü riski ve zorlu koşulu göze alan işçiler var. Bu üretim ağıyla, bu küresel tedarik zinciriyle dünyanın bütün işçileri birleşmiş durumda.

ÖNCEKİ HABER

Ankara'da 21 binanın tahliye edildiği mahallede kira artışı tepkisi

SONRAKİ HABER

Brüksel’de Rusya hareketliliği: ABD ve Ukrayna'dan NATO'ya ziyaretler düzenlenecek

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa