Gençliğin sırtına yüklenen geleceksizliğe karşı 1 Mayıs’a
Sermayenin temsilcisi olan AKP topyekun bir saldırı rejimini halk kesimlerinin yaşamına doğrulturken, gençliğin mücadelesi bu bu namlunun ucunu tıkayabilecek bir gücün potansiyelini taşıyor.
Fotoğraf: Evrensel
Zehra ÖZÖCAL
MSGÜ
İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs, geçtiğimiz yıl pandemi koşullarında gerçekleşmişti. Koronavirüs salgınıyla birlikte işçiler, emekçiler, gençler, kadınlar açısından yepyeni saldırıların da beraberinde geldiği bir olağanüstü saldırı sürecinde 2021 1 Mayıs’ına gidiyoruz. Bütün bu saldırı dalgası ne gençliğe ne de Türkiye’ye özgü değil. Kapitalizm dünyanın dört bir yanında emekçilerin kazanılmış haklarını ortadan kaldırmak için saldırırken bunun karşısında 1 Mayıs dünyanın dört bir yanında taleplerin öne çıktığı ve birliğin, mücadelenin, dayanışmanın günü olacak.
İşte bu koşullarda, ülkenin ve dünyanın dört bir yanında gençlerin sorun ve talepleri için kendi alanlarında sürdürdükleri mücadeleleri bir adım ileriye taşıyabilecekleri gün olarak anlam kazanıyor 1 Mayıs. Türkiye gençliğinin durumu, talepleri ve gençliğin 1 Mayıs’a katılmasının önemi üzerinden bir tartışma yürütmek de bu yazımızın esas niyetini oluşturuyor.
ÜNİVERSİTEYE YAPILAN SALDIRILARA KARŞI
Boğaziçi öğrencilerinin atanmış rektöre karşı başlattıkları protestolarla büyüyen ve gelişen üniversite öğrencilerinin mücadelesi bu dönemde öne çıkıyor. Boğaziçi’nde başlayan eylemlerin bütün üniversite öğrencilerinin dikkatini çekmesi, farklı şehir ve üniversitelerde öğrencilerin demokratik ve özerk üniversite mücadelesini sahiplenip çeşitli biçimlerde bir araya gelmesi tesadüf değil. Çünkü AKP, tek adam yönetimini üniversitelerin içerisinde konumlamak ve kalıcı hale getirmek için durmaksızın bilimsel ve akademik özerkliğe saldırmaya devam ediyor. Üniversitelerin özgür ve özerk yapıları, başta kayyum rektörlerle olmak üzere, öğrenciler ve kulüpler üzerindeki baskılarla, ödeneksiz bırakılan araştırmalarla, ekipmansız bırakılan dersliklerle, yeterli akademisyen dahi bulunmadan açılan bölümlerle ve AKP hükümetine yakınlığı ile bilinen birkaç kişi üzerinde yoğunlaşan akademik görevlendirmelerle tehdit ediliyor. Bu zapturapt altına alma girişimine karşı Boğaziçi öğrencileri tarafından yükseltilen mücadelenin gösterdiği üzere demokratik üniversite talebinin bir kazanıma dönüşmesi ihtiyacı günden güne aciliyetini dayatıyor. Tek adam yönetimi, baskıcı rejim kurgusunda geniş yer verdiği dinci gerici söylem ve pratiklerin, bilimsel ve akademik düşünce karşısındaki hükümsüzlüğünü; bu saldırı, gözaltı ve anti demokratik uygulamalar şöleni ile örtmeye çalışıyor. İçeriğinin ve niteliğinin giderek bilimsellikten uzak hale geldiği üniversite eğitiminin geleceksizliği derinleştirdiği, akademik özerkliğin ayaklar altına alınmaya çalışıldığı ve tartışma kültürünün, özgür düşüncenin biat ve şiddet kültürüyle yer değiştirilmeye çalışıldığı bir temelde yükselen eğitim politikası, online eğitim sürecindeki sorunlara dair çözüm üretmede ise aynı çeşitliliği gösteremiyor. Her gün ayrı bir etiket altında sosyal medya aracılığıyla sorunlarını çözmeye çalışan üniversiteliler; ekipman yetersizliği, uygun bir ders çalışma ortamının eksikliği, özellikle kadın öğrencilerin aile evinde maruz kaldığı baskı ve angarya iş yükü sebebiyle eğitim haklarından mahrum bırakıldılar. Tüm bu sorunların içerisinde, üniversiteli gençlik kesimlerinin 1 Mayıs’ı bir mücadele günü olarak sahiplenmesinin önemi ve ihtiyacı ise günden güne artıyor. Zira sınıflar mücadelesinin bugünkü seyri, mezun olduktan sonra kendisini bekleyen işsizlik ya da insanlık dışı çalışma koşulları bir yana; halihazırda okurken yaşam koşulları giderek ağırlaşan üniversiteli gençliğin, işçi sınıfıyla yalnızca ileriye dönük çıkarları bakımından değil, bugünkü demokratik ve ekonomik çıkarları bakımından da ortaklaşmasının en görünür biçimde gün yüzüne çıktığı koşulları olgunlaştırıyor. Sermayenin temsilcisi olan AKP hükümetinin tek adam yönetimindeki ısrarcı biçimi daha saldırgan, daha gerici topyekun bir saldırı rejimiyle halk kesimlerinin yaşamına doğrulturken, gençlik kesimlerinin büyük küçük fark etmeksizin talepleri için mücadele etmesi, bu namlunun ucunu tıkayabilecek bir gücün potansiyelini taşıyor. Boğaziçi öğrencilerinin, küçük tek adamcıklar olarak tarif edilebilecek atanmış rektörlere yaptığı karşı çıkış, dağınık ve örgütsüz olma halinde bile böylesine endişeli, ölçüsüz ve saldırgan bir müdahaleyle bastırılma ihtiyacı hissettiriyor AKP hükümetine. Zira gençliğin demokratik bir eğitime olan ihtiyacı, özerk ve bağımsız bir akademik üretime duyduğu ihtiyaç, piyasaya peşkeş çekilmek istenen üniversite kurumunun içerisinde kendisini karşılayabilecek mekanizmalara sahip değil. Bu demokratik mekanizmalar, kulüplerden, öğrenci temsilciliklerine, üniversite içerisindeki görevlendirmelerden, rektörlük ve dekanlık seçimlerine kadar yıpratılmış bir halde. Üniversitelerin Montrö bildirisine yaptığı açıklamalara, AKP’ye her daim desteğe açık, Tapu Kadastro kurumuyla aynı reflekslere sahip yapılara dönüşmüş üniversite tartışmaları, eleştirilerin referans noktasını oluşturuyor. Öğrenciler talepleri etrafında yan yana gelerek ve mücadeleyi sahiplenerek, bu endişeli tek adamın karşısında hem güçlü hem talepleri etrafında örgütlü bir safın, iktidarın derinleştirdiği bu karanlık tabloya güçlü bir itirazın parçası oluyor.
EĞİTİMİMİZİ SERMAYENİN İNSAFINA BIRAKANLARA KARŞI
Bütün bir eğitim sistemini Türkiye kapitalizminin gelişimi ve tekelci sermayenin ihtiyaçlarına göre düzenleyen iktidarın politikaları; üniversiteliler için olduğu kadar liselilerin de parasız, bilimsel, demokratik eğitim haklarını ellerinden alıyor. Liseliler için özellikle pandemi süreci; var olan eşitsizlikleri daha da derinleştiren, belirsizliklerin ve kaygıların arttığı bir süreç oldu. Kamusal eğitime yönelik saldırılar, özel liselerin teşvikler ile yüz yüze eğitime devam ederken devlet okullarının kapalı olması, sınav takvimlerinin sürekli değişmesi vs. bu sürecin en öne çıkan yanları oldu. Geleceğin işçilerini yetiştiren meslek lisesi öğrencileri ise gelecekle bugünün iç içe girmişliğini gündelik hayatlarında yaşamaya devam ediyor. Öyle ki lise öğrencilerini sermayenin ucuz iş gücü olarak “değerlendiren” iktidar, salgının ortasında meslek lisesi öğrencilerini staj adı altında ucuz işçi olarak çalıştırmaya devam etti. Lise öğrencileri bu sorunlar karşısında özellikle sosyal medya üzerinden tepkilerini gösterdi ve çeşitli kazanımlar da elde etti. Ancak parasız, bilimsel, demokratik bir eğitim talebi liselilerin hala en önemli talepleri arasında olmayı sürdürüyor.
Özerk, demokratik ve bilimsel eğitimin yerine piyasaya açılan ve üniversitelerin bilimsel üretimini sermayenin güncel çıkarlarıyla sınırlandıran bir akademi, bugün tek adam tek parti yönetiminin üniversiteli gençlik kesimlerine yaptığı doğrudan saldırının en temel ayaklarındandır. Öte yandan liselilerin eğitim haklarını garanti altına almak üzere gerekli olan bütçeleri bile külfet olarak gören, meslek liselilerini pandemi döneminde sömürünün en çıplak haliyle baş başa bırakan tek adam yönetiminin ve temsil ettiği sınıfın gençliğe verebilecek bir şeyi olmadığını göstermektedir.
1 MAYIS’TA ALANLARA
Sermayenin ve partilerinin kendilerine biçtiği rolü ve vadettiği geleceği kabul etmeyen gençlerin talepleri için mücadelesi, emek ve sermaye arasındaki mücadelenin doğrudan bir parçası olduğunu ve hangi safta yer aldığını hatırlatır nitelikte. Dolayısıyla toplumun diğer ezilen ve sömürülen kesimleri gibi, öğrenci gençliğin de taleplerini dile getirmesinin ve örgütlü bir cevap üretmesinin en doğrudan yapılabildiği alanın 1 Mayıs ve işçi sınıfının açtığı alanda gerçekleşmesi tesadüf olmadığı kadar zorunluluktur da. Gençliğe vadedecek hiçbir şeyi olmayan tek adama ve faşizm hayallerine karşı demokratik bir üniversiteden başlayarak demokratik Türkiye özlemine doğru genişleyen bir talebi örgütlü bir biçimde savunmak, gençliğin “kendini geliştirirsen kurtulursun” vaatlerine karnının doyduğu bu günlerde, geleceği ve bugünü kazanmanın mümkünatının gücünü sınıftan alan bir mücadeleyle sağlanacağını göstermenin günü 1 Mayıs’tır. Tek adamın ve sermayenin vaatlerinin karşısında gençlik bugün ihtiyaç duyduğu yaşamı, emek sermaye arasındaki çelişkinin toplumsal yaşama etkilerinin giderek derinleşmesiyle yoksullaşmanın artmasının, daha rahat bir yaşama sahip olabileceğini düşündüğü mesleklerin iyi bir yaşamı sağlayacak maddi olanaklar yaratmamasının kapitalizmin rutin krizlerinin bir sonucu, çözümünün ise, işçi sınıfının iktidarı olduğu gerçeği ile kurar. Bir vaatten öte işçi sınıfı hem tüm toplumsal haklar ve özgürlüklerin çıkarları bakımından savunucusudur hem de burjuvazinin iktidarı karşısına bir sınıf olarak dikilebilecek ve bu bakımından onu devirebilecek tek güçtür. Bu güçlü gerçek, gençliği demokratik ve bilimsel eğitim, insanca çalışma koşulları ve sayısız diğer talepler için mücadelenin neden örgütlü bir sınıf olarak iktidarda olan burjuvazinin değil de tarihsel olarak kazanımları ve mücadelesi toplumun ezilen tüm kesimleriyle birleşen işçi sınıfın iktidar mücadelesinin bir parçasıdır, bunun cevabını taşır.