14 Nisan 2021 03:24

İskele alabanda

Siyasal gericiliğin, baskının, sömürünün kaynağı tekelci kapitalizmin egemenliğinin son bulabilmesi, bu gemide hep bir ağızdan yükselen “iskele alabanda!” komutuna bağlı.

İskele alabanda

Fotoğraf: Evrensel

Mete Kağan YILDIRIM

İstanbul

Uzun bir süredir milyonlarcamız, rotası belirli bir azınlık tarafından belirlenmiş bir gemide yol alıyoruz. Gemiye yüklenen yük ise her geçen gün daha da artıyor. Yükler atılamaz, geminin rotası değiştirilemez değil.

Memleketin tüm zenginliğini ve kaynaklarını bir grup azınlık olarak elinde bulunduran tekelci burjuvazinin iktidardaki temsilcisi AKP, iktidara uzanma yıllarından tutalım da gerici-faşist bir rejim inşasında olduğu bu yıllara kadar memleketin çeşitli meselelerinde -dönemin kendi özgünlüklerine göre- çeşitli politikalar izledi. Çeşitliliğin özü aynı kalsa da toplum nezdinde çoğunlukla “utanmazlık” ve “yalancılık” olarak karşılık buldu. Oysa bir sınıfın çıkarlarının en berrak bir şekilde temsil edildiği yerde, keyfiliklerden ve rast gelişlerden söz etmek çok da mümkün değil.

MUAZZAM DERECEDE SÖMÜRÜ İÇİN BİZE LAZIMSIN

İşsizlik, yoksulluk, temel hak ve hürriyetlerden yoksunluk, demokrasi vb. toplumsal sorunlarının miladını AKP iktidarı olarak koymanın isabetli olmayacağı gibi bugünün verileri ve eğilimleriyle bu sorunların “toplum normali” derecesine gelmesinde etkili bir aktör olduğunu söyleyebiliriz. Çeşitli kurumlar (DİSK-AR, TÜRK-İŞ, TÜİK vd.) belli periyotlarla kamu ile işsizliğe ilişkin raporlar paylaşıyorlar. Malumun ilamını gizlemek için yarışa girenlerin raporlarına bile pergelin ucu batırılsa fecaat çemberi aşılamaz. Bu raporlarda, işsizlik oranlarına eklenen “iş aramaktan umudu kesenler”, merkezi idarenin dahi “varlığından haberinin olmadığı” ne üretimde ne de eğitimde olan gençler istatistiklerin konusu oluyor. Çok geniş bir toplam olsa da bizim varlıklarından haberimiz var, ilgilisine açıklık getirelim. Memleketin OSB ve KSS’leri, onlu yaşlarında eğitimin dışına itilerek günlük 30-40 liraya çalışan gençlere ev sahipliği ediyor*. 8 Nisan günü “Genç MÜSİAD 7. Uluslararası Genç İş adamları Kongresi'ni” düzenledi. Kongre tekelci sermayenin ve Türkiye kapitalizminin yeni bir döneme girebilmesi için dijitalleşme, yapay zeka, insana odaklılık gibi yeniliklerin üretime, finansa, rekabete ve çalışma biçimine yansıması gerektiğini söylüyor. Klasik girişimcilik dersleri düzeyinde kalan bu önerme hedefsiz de değil. “Türkiye bu anlamda, sahip olduğu coğrafi konumu, esnek üretim kapasitesi, kaliteli iş gücü ve girişimci gençleriyle çok büyük bir potansiyele sahip(…)Tüm bu başlıklar, hükümetimizin Yeni Reform Paketi'nde yer alan konularla da birebir örtüşüyor. Özetle burjuvazinin gençliği diğer hedefine de buyuruyor: “Muazzam derecede sömürü ve o denli kar için ucuz iş gücü, güvencesiz ve esnek çalışma cennetinde bize lazımsın”. İki ayrı sınıfın iki ayrı gençliği karşı karşıya geliyor. Adana Belediyesi’nde 200 işçinin alınacağı iş ilanına 45 bin üniversite mezunu başvururken, Rize’de bir çay fabrikasında 210 işçinin alınacağı iş ilanına, ildeki işsizliği de aşacak düzeyde 22 bin vatandaş başvuruyor. Toplumsal üretimin dışarısında kalan kitlelerin haricinde, üretimin içinde halihazırda bulunan kitleler, sermayenin aktüel-yasal kurnazlığı olarak değerlendirilebilecek KOD-29 uygulaması ile işsizler ordusuna katılıyor. Tüm bu olanlar “işten çıkarılmaların yasaklandığı” pandemi döneminde gerçekleşti. Oysa liseli ve üniversiteli gençlerin geleceği, işçilerin ve emekçilerin bugünü olan tablonun tersini yaşayanlar da var. Geçtiğimiz günlerde Forbes Dergisi dünyanın ve Türkiye’nin en zengin kişileri listesi yayınladı. Türkiye tekelci burjuvazisinin çeşitli simgeleri olması yanı sıra tek tek isim saymaya lüzum olmasa da tabloda dikkat çeken bir alan var. Pandemi dönemini kapsayan dönemde bu isimlerin servetlerindeki artış yüzdeleri. Liste başı %46.5 ile çekiliyor. Servete servet katmanın formülü ise ücretsiz izin, kısa çalışma ödeneği gibi fırsatları değerlendirip, en az işçiyle ağır çalışma koşullarında sınırları zorlamak. İşsizlik ve geleceksizlik sarmalı uzarken üretimiyle, sağlık-salgın kontrolüyle, eğitimiyle süreci başarı hikayesi olarak gören AKP-MHP iktidar bloku tüm seferberliğini “çarklar dönsün” diye ilan ediyor.

“MİLLETE” DAYANMAYAN MİLLET İRADESİ

Tekelci burjuvazinin sınıf karakteri ve talep/çıkarları gereği rengini iyice verdiği AKP-MHP iktidar blokuna göre “demokrasi”nin en fedakâr savunucusu kendisi. Bahse göre alınan kararlar “millet iradesine” dayanır, “millet yararınadır”. Oysa milyonların geleceğini ve yaşamını doğrudan ilgilendiren kararlar, ne çizdikleri “millet”in iradesine dayanır ne de yararınadır. Meselenin en başında milyonlar zaten karar mekanizmalarından olabildiğince uzakta. İktidarın dünkü ve bugünkü manevra alanını bir tutmak, inşa etmek istediği gerici-faşist rejim yolunda kat ettiği mesafe düşünüldüğünde doğru sonuçlar doğurmayabilir. Dünden bugüne gelindiğinde burjuva demokrasisinin hatırı sayılabilecek nüveleri, karar-kararname eşliğinde ortadan kaldırılabiliyor. İstanbul Sözleşmesi bağlamında, meclisinden geçen ilk ülke unvanının yerini tek adamın tek gecede çekilebildiği ülke unvanı alabiliyor. Aynı meclisin 3. Büyük partisi HDP’ye kapatılma davası açılırken aynı partinin vekillerinin siyaset yapma hakkı elinden alınıyor. Toplumun çeşitli kesimleri anayasadan doğan herhangi bir hakkını kullandığında “toplum dışı” ilan ediliyor. İç hukuk, yine “iç hukukla” rejim sürecine iz düşecek hale getirilebildiği kadar getirilmekte. Getirilemeyen kısmı da bugün “hukuka aykırı” diye açıkladığımız yöntemlerle denenmekte. İlk yöntem her ne kadar burjuvazi ve iktidarı için kesin ve kestirme yol olarak görünse de iki yöntemin de önüne geçebilecek esas gücün fabrikalarda, iş yerlerinde, sokakta, okullarda olduğunu infial yaratan birtakım gündemlerde deneyimledik.

SINIRLARI ÇİZİLEN MÜCADELE ALANLARI

AKP-MHP İktidar blokunun, toplumun çeşitli kesimlerine dönük saldırı hamleleri, ekonomi kriz koşullarının pandemiyle daha ağırlaşması, gençlerin yarınını göremez oluşu geniş bir siyaset alanı yaratıyor. İktidar blokunun attığı hiçbir adım, her geçen gün daha büyük yıkıma uğrayan kitlelerin taleplerini teğet dahi geçmezken, büyük oranda da çelişkileri derinleştiriyor. Parti/iktidar programları tek tek, hayatın her alanını gericiliğe ile yaşanamaz hale getiren tekelci burjuvazinin egemenliğini korumanın ötesine geçmeyen çeşitli burjuva muhalefet partileri bugün millet ittifakı odağı olarak karşımızda beliriyor. Toplumun ezici çoğunluğunun çıkarlarının tekelci burjuvazinin çıkarlarıyla çok keskin şekilde karşı karşıya geldiği olgularda, AKP- MHP iktidar blokunun “hatalı politikaları” düzeyinde teşhire başvuruluyor. Elbette burjuva muhalefet cephesi için bu siyaset alanı kaçırılmaz bir fırsat olarak değerlendirilebilir. Ama burjuva muhalefete göre siyasetin yapıldığı alanın kendisinin çizdiği sınırları aşmaması da gerekir. Demokratik ve özerk üniversite mücadelesi “temkinli olmalıdır”, insanca ücret mücadelesi “şımarık olmamalıdır”, kadınların yaşam mücadelesi “sınırlarını aşmamalıdır”. Gün geçtikçe kitle desteğini yitiren -büyük kopuş değil elbette- AKP-MHP iktidarının yarattığı “şahsi” sorunlar seçimle bir günde silinecektir. Dünyada en çok ihale alan şirketleri listesinde ilk 10 yapan 5’li çetenin sahip oldukları “kamulaştırılacak” ancak sermayenin “güler yüzlüsü” geleneksel sermaye vb. gruplara dokunulmayacaktır.  İddia bu yöndedir. İşin hiç de ilginç olmayan tarafı, taşeron çalışmayı iktidarında kaldırmayı hedefleyenler “iktidar provası” dedikleri belediyelerde dahi taşerona başvuruyor. Kitle desteğindeki zayıflamanın yanında, uzun bir süredir desteği alınamayan çeşitli gençlik kesimlerine de bir alternatif olma çabasında burjuva muhalefet. Tek bir yere ait olmayan imajı çizen, gençliğin dilini taklit eden, özlemlerini “sadakalar dağıtarak” öteleyen simgeler parlamakta aralarından.  Ancak bu da onları Betelgeuse ile aynı kaderi paylaşmaktan kurtaramıyor.

FAŞİST İNŞAYA KARŞI MÜCADELE

Açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm edilenlerin, yarınını göremeyenlerin, demokratik haklarından mahrum bırakılanların, yaşamı dahi tek adamın iki dudağı arasında olanların gemisi işte böyle boralardan geçiyor. Yeni rejimin inşası için tüm imkanlarını zorlayanlar, rejime uygun bir toplum yaratmanın hevesiyle gemiye yön verirken geleceği geçmişin parlamenter sisteminde arayıp her şeyi sandığa havale edenler de pes etmiyor. Tüm bu çatışma, siyaseti ve dolayısıyla toplumu iki odağa sıkıştırmanın vesilesi haline geliyor. Oysa başta belirttiğimiz gibi, memleketteki bugün derinleşen kronik sorunların ya da demokrasiden yoksunluğun miladı AKP olmadığı gibi, yeni rejimin basamakları olan çeşitli dönemeçler -2007, 2010, 2017 referandumları, başkanlık seçimi…- de değil. Milat bu değilse, sorunun temelden çözümü geçmişe öykünmek olabilir mi? Oklar gerici-faşist bir rejim peşindeki AKP-MHP iktidar blokunu da kapsayacak daha geniş bir hedefe yönelmeli o halde. Bu ikili sıkışmışlığı aşabilmenin formülü ise, tekelci kapitalizmin hakimiyetiyle hiçbir çıkarı uyuşmayan işçilerin, gençlerin, kadınların, ezilen ulus ve toplulukların en geniş mücadele platformunu 3. ve demokratik bir odak olarak inşa edebilmek. Var olan yıkımdan etkilenme tarzı-düzeyi kimi dönemlerde denk olmasa da vakit, taleplerin ve hedefin ortaklaşma zorunluluğunu öğretiyor. Talepler her geçen gün baltalanmaya devam eden kazanılmış haklardan ve yaşamdan; hedef ise yağma, sömürü, eşitsizlikler düzenini kökünden kazıyacak gerçek bir halk demokrasisi iktidarından gücünü almalıdır.

Özetleyecek olursak, kitlelerin mevcut sisteme ve onun her renkten temsilcilerine karşı büyüyen tepkisi örgütlü bir mücadele hattında buluştuğu vakit geminin yükleri atılabilir. Yükler atıldıkça da bu iki odağın ardı görülebilir. Ardı, insanca yaşanacak bir düzenin iskelesidir. Bugün “hangi hayat?​” diye soruluyorsa, karşısında mücadele edilecekler sorunun müsebbipleridir. Siyasal gericiliğin, baskının, sömürünün kaynağı tekelci kapitalizmin egemenliğinin son bulabilmesi, bu gemide hep bir ağızdan yükselen “iskele alabanda!” komutuna bağlı.

Evrensel'i Takip Et