Eşitsizliklere karşı hep birlikte mücadele
Unutulmamalıdır ki başkalarının yaptığı yorumlara koşulsuz bağlanmak yarın yaşayacağınız hayatın bilinçsizce biçimlendirilmesine izin vermektir.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
Melisa GÖNEN
Ege Üniversitesi
Hak mücadelesi cinsiyetle ilişkili değildir, insan olarak yaşamakla ilişkilidir. Dünya üzerinde ne kadar insan varsa bir o kadar da farklılığın söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Farklı yaşam pratiklerinin olduğunu söylerken kuşku duymadığımız gibi insanlar için bazı ortak hak ve gereksinimlerin var olduğunu da söyleyebiliriz. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin (1948) 3. maddesi der ki: “Herkesin yaşama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır.” Bu yazının içerisinde göstermeye çalışacağım çelişki, bu maddenin ve diğer insan haklarının vaat ettiklerine rağmen bu ülkede karşı karşıya kaldığımız şeylerin içinde barınmaktadır. Bununla birlikte bu yazı insan haklarının maruz kaldığı tüm çelişkilere rağmen yine de umutsuzluk veya çaresizliğin anlatılacağı bir yazı değildir. Çünkü İstanbul Sözleşmesi’nin cumhurbaşkanı kararıyla feshedilmesinden sonra dahi kadınların hak mücadelesi devam etmiştir ve edecektir.
KADINLARIN YAŞADIĞI SORUNLAR POLİTİKTİR
Bizler biliyoruz ki, haklarımızın güvenceye alınmıyor oluşu, yaşamanın gerçek anlamına dair bilincimizden vazgeçtiğimiz anlamına gelmeyecektir. İstanbul Sözleşmesi, devleti sosyal devlet anlayışıyla sorumluluklarını yerine getirmeye ve kadına karşı her türlü şiddetin karşısında yer almaya davet etmektedir. Her ne kadar, ayrımcılık ve şiddet karşısında hükümetin yerine getirmesi gereken sorumlulukları dikkate almadığı ve yaşadığımız sorunlara sırt çevirdikleri gerçeğiyle karşı karşıya olsak da bizlerle kuramadıkları iletişim nedeniyle onları onlara, kendi sözleri üzerinden anlatmaktan çekinmeyecek ve kadınların yaşadığı sorunların aslında “politik olduğunu” görebileceğiz.
O halde, siyasilerin farklı tarihlerde yaptığı konuşmalardan alıntılar paylaşmak durumundayız: 2014 yılında Kadın ve Demokrasi Derneği'nin (KADEM) düzenlediği I. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi'nde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan “Ama bunu anlayanlar olur anlamayanlar olur. Bunu feministlere anlatamazsın mesela, onlar anneliği kabul etmiyor. Ama anlayanlar yeter bize diyoruz, onlarla yola devam ederiz. Kadınların hak mücadelesinin eşitlik kavramına takıldığını adalet duygusunu ıskaladığını gözlemliyoruz” demişti.
2013 yılında TRT 1’de bir programda Türk tasavvufuyla ilgilenen ve avukat olan Ömer Tuğrul İnançer: “Hamileliği davul çalarak ilan etmek bizim terbiyemize aykırıdır. Böyle karınla sokakta gezilmez. Her şeyden önce estetik değildir” demişti.
2013 yılında AKP Kayseri Mv. Sadık Yakut, 14’üncü Ulusal Çocuk Forumu’nda: “Maalesef şimdiye kadar kız ve erkek öğrencilerin birlikte eğitim yaptırılmasını büyük bir yanlışlık olarak değerlendiriyorum” demişti.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın da 2015’de, bir milletvekiline yönelik sözleri şöyleydi: “Hanımefendi sus, bir kadın olarak sus.”
2015 yılında dönemin Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, yılbaşı gecesi yaptığı bir doğum ziyaretinde, “Anneler, annelik kariyerinin dışında bir başka kariyeri merkeze almamalıdır” demişti.
Yine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 2016’da : “Anneliği reddeden, evini çekip çevirmekten vazgeçen bir kadın, iş dünyasında istediği kadar başarılı olsun, eksiktir, yarımdır” diyordu.
Yine Arınç 2018’de: “Kadınsa o da iffetli olacak. Mahrem namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak, bütün hareketlerinde cazibedar olmayacak. Şimdi bunu birileri söylediği zaman ‘ya bu adam hangi dilden konuşuyor’ diyebilirler. Bu kadar değerlerimize yabancılaştık bugün” diyordu.
SÖYLEMLER DÜŞÜNCE VE TUTUMLARIYLA İLİŞKİLİ
Bu cümleler siyasileri taşlamaya yönelik cımbızla seçilen cümleler değildir. Çünkü düşünceler ile söyleme dökülen şeyler birbirinden tamamen bağımsız değildir. Bu nedenle siyasilerin topluluk önünde söylemekten çekinmediği şeylerin onlara tekrar yansıtılması belki de onlar üzerinde etkisiz kalacaktır. Ancak topluma hitap eden bireylerin ve toplumdaki bireyleri temsil eden siyasilerin oluşturdukları söylem biçimlerinin kümülatif bir şekilde varlık kazanması suç ve ayrımcılığın gölgesi olan zihniyetlerin vücut bulmasını zorlaştırmayacaktır.
Neden? Çünkü, kadın haklarını temsil eden bir sivil toplum kuruluşu, halk egemenliğinin temsil edildiği TBMM fark etmeksizin her yerde ayrımcılığın seslerini duyuran ve değer yargılarına ve ahlaka yönelik konuşmaya çekinmezken kolayca yargılayabilen bir siyaset güdülüyor. Toplumun ahlakı dini inançlar üzerinden yönetilemez, ahlakı kişinin değer yargıları belirler ve hükümetlerin sorumlulukları toplumsal adaleti ve hakların güvencesini sağlamaktır. Başkalarının hak ve özgürlükleri ise diğer bir kişinin hakkına yönelik saygısızlığın başladığı yere kadardır. Birinin değer yargısının diğerini suçlu çıkarmakta bir ölçüt olabilmesi düşüncesi mantıklı değildir. Bir cinsiyetin diğerine üstün olması da mantıklı bir açıklamaya tabi değildir. Üretim ilişkilerinin belirlediği mesleklerin cinsiyetlere göre kalıplaştırılması ve ücret farklarındaki cinsiyetçi yaklaşım bu eşitsizliğin bir üründür. Bu eşitsizlik adalet için de eşitsizliği doğuruyor. İnsan olmaktan önce cinsiyete göre yargılanmak, sorgulanmak yürütülen cinsiyetçi politikaların karşımıza çıkardığı temel sorundur.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATIR!
Haberlere manşet olan cinayetlerde mağdurların talihsiz sıfatıyla anılmasına izin vermek suçluların yaptığı edimleri görmezden gelmektir. Koruma talebine rağmen öldürülmek ihmaldir. Boşanma hakkını aile kurumunun bozulmasıyla ilişkilendirmek güvencesizliktir. Yılın her gününde cinayet ve şiddet haberleriyle karşı karşıya kalmak İstanbul Sözleşmesi’ne olan ihtiyacın göstergesidir. Soruyorum, Türkiye’nin de kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 3. Maddesinde bizlere vaat edilen haklar gerçekten güvence altında mıdır? İstanbul Sözleşmesi, türlü bahaneler öne sürülerek ve toplumun farklı değerlerini benimsemiş kişilerin aidiyetlerini suistimal ederek haklarımızın bizlerden uzaklaştırılması değil midir?
İstanbul Sözleşmesi’nin maddeleri topluma açıktır ve bu maddeleri okuyan her birey siyasilerin eşcinsellik ve boşanma oranlarını öne sürerek toplumda oluşturmaya çalıştığı ön kabulleri yıkabilmek için önemli bir adım atmış demektir. Unutulmamalıdır ki başkalarının yaptığı yorumlara koşulsuz bağlanmak yarın yaşayacağınız hayatın bilinçsizce biçimlendirilmesine izin vermektir. Biz bunun olmaması için diyoruz ki: İstanbul Sözleşmesi yaşatır!