Bizim Enver Gökçe
Ali Ekber Ataş, toplumcu gerçekçi şiirin unutulmaz ismi Enver Gökçe’nin 100. doğum yılı için hazırladığı “Enver Gökçe’ye Armağan” derlemesini anlattı.

Ali Ekber Ataş ve 'Enver Gökçe'ye armağan' kitabı | Fotoğraf: İbrahim Adıyaman
İLGİLİ HABERLER

Müzisyen Ozan Çoban: Pandemi müzisyenlerin emekçi olduğu gerçeğini yüzümüze çarptı

Yazar Esra Kahraman: Romanlarımda kahramanlık yarışı yoktur

"Albümdeki şarkıların kendi hikayemizle bağlantısı var"
Kadir İNCESU
Şarkı sözleriyle merak ettim Enver Gökçe’nin kim olduğunu… Sonra kitaplarını araştırdım. Değerli Araştırmacı Yazarımız Mehmet Ergün’ün deyişiyle “Türkçemizin büyük ustası, devrimci şiirimizin yüzakı”nın şiirlerini, hakkında yazılanları okudum. Hiç yabancı gelmedi bana, ailemizin bir üyesi gibi… Can Yücel’in bir şiiri var ya! “Enver Gökçe’ye”:
“Yau diye seslendi Güler
Bir adam geçti önümüzden.
Tam bir eski tüfek…
Bu kadar mı olur ama!..
demeye kalmadı zır kapı!
Gittim açtım,
Karşımda bizim Enver”
Böyle işte… “Ben, bizden olan bütün insanların dostu;/Adı, haritalarda bile bulunmayanBir köyündenim Anadolu’nun..” diyen Enver Gökçe’yi yolda görsem, bizim oraların insanı derdim. 10 yıl kadar önce bir temmuz günü değerli şair-fotoğrafçı arkadaşım Rıza Parlak ile Arguvan’dan yola çıktığımızda “Bizim Enver”in köyünde nefesleneceğimiz aklıma gelmezdi. “Çit Köyü” tabelasını gördüğümde, Rıza isteğimi ikiletmedi. Hemen köye doğru kırdı direksiyonu. Şiirlerini defalarca, çoğunlukla hüzünlenerek okuduğum Enver Gökçe’nin köyünü görmek, gezmek heyecandan öte şeyler hissettirdi.
“Ben şairim/Halkların emrinde kolunda, safında” dizeleri dönüp dururken aklımda, yolda karşılaşacakmışız gibi bir heyecan… Köyün sokaklarında gezerken de… Köylüleri tarafından yapılan Enver Gökçe Müzesi bizim için sürprizlerin büyüğü oldu. Muhtar bulundu, kapılar açıldı. Kucaklaştık Enver Gökçe ile... Özel eşyaları, kitapları, fotoğrafları… A.Kadir’in “Bizim Enver Gökçe gecelerimizin tavanına / çakıp bıraktı gitti / bir gündüz” dizeleriyle selamladığı şairimiz için Ali Ekber Ataş h2o Kitap tarafından yayımlanan “Doğumunun 100. Yılında Enver Gökçe’ye Armağan” adlı bir çalışmaya imza attı.
Günümüzde yapıtları yazarın yaşamından ayrı değerlendiriliyor. Söz konusu Enver Gökçe olunca bu düşünce de geçerli olmuyor. Enver Gökçe’yi yapıtları ve yaşamıyla bir bütün olarak değerlendirdiğimizde nasıl bir tablo ile karşılaşıyoruz?
Kendini halkına, mücadelesini davasına adayan şair, “Susarak anmanın, anarak yaşamanın bileyi taşı” oldu hep. Büyük yalnızlığın yaratıcılığında sayısı az da olsa büyük yapıtlar verdi. Mülkiyet hırsını yenmiş. Yunus’tan insancılığın Pir Sultan’dan başkaldırı geleneğinin bireşimi bir kişilik, insancı bir sosyalist, devrimci bir komünist olarak yaşadı. Hümanizmi, insandaki en temel özellik belledi. Bu düşünceyi yalın yaşamının ışıklı bir ögesi yaptı hep. “Nasıl yaşıyorsan/Öyle düşünüyorsun demek…” diyen insanın, 61 yıllık ömrünün 52 yılını davasına adamış, sanatını davasının bir savunma aracı yapmış bir şairin tablodur bu.
Dönemin öne çıkan edebiyat anlayışı olan toplumcu gerçekçilik Enver Gökçe’nin yapıtlarına nasıl yansımıştır?
“Sınıfın edebiyatını” yapan bir şair, geleneği bugünle, bugünü yarınla buluşturma konusunda, sanatın asıl kaynaklarına inerek yapmıştır. Halkı ve bu halkın emek bağıyla birlerine eklemlenerek ortaya koydukları eserleridir. Türkülerdir, destanlardır, masallardır, tekerlemelerdir, ağıtlardır. Bugünün düşüncesini, binlerce yıllık geçmişin birikiminden nasıl ki soyutlayamıyorsak, Enver Gökçe’nin yapıtlarındaki halk kültürüyle, halk deyişleriyle, manileriyle, coğrafyasıyla, doğasıyla, emeğiyle, kafa işçiliğiyle ortaya koyduğu eserlerinden de bağımsız ve bağlantısız düşünemeyiz. “Uy Kirpi Kız Kirpi”den küçük bir bölüm: “…Ve gazaba geldi Eğinli Bekir: ‘Yıkılsın İstanbul, dedi/Yıkılsın İzmir/Lan hani benim ekmeğim,/Bu ne bok kader/Toprağım yok, tarlam yok./Ne kadar/Toprak var dünyada oysa/Ömrü billah herkese yeter…”
1951 Tevkifatı 1940 kuşağı şairlerini çok fazla etkiledi. Birçok toplumcu gerçekçi şairimiz bu süreçte cezaevine girdi. 1951 Tevkifatı şairimizi nasıl etkilemiştir?
Enver Gökçe’nin kişiliği, şairliği, dava adamlığı üzerinden bir dolu tartışmalar yaşandı, yaşanıyor, yaşanacak. Sartre’ın bir sözündeki gibi söyleyeyim: Enver Gökçe, onu tanıyan son insan öldüğünde ölür… Bu demektir ki büyük sanatçılar, ardılları ve insanlık için bıraktığı eserleriyle yaşarlar.
1951 Tevkifatı konusuna gelince. İlkin bir hakkı teslim edelim: 951 Tevkifatı’nda, tutuklanıp gözaltına alınan 184 kişiden 167’si, hiçbirimizin, asla ve asla dayanamayacağı, iki yıl boyunca tabutluklarda işkencelerden geçirildi. Esir düştüler, ama asla teslim olmadılar. Enver Gökçe için durum daha da trajik. Doğasından gelen az konuşup çok çalışan ve üreten bir kişidir. Suskunluğu onun suçlanmasına yetmiştir.
Yaşadığı acılar telafi edilebilir de, peki, bilinçle seçişindeki yalnızlığını nereye bırakacağız? Hakkındaki asılsız, kişisel hırsların dışlaşan suçlamalarını ne yapacağız peki? Şiirlerine övgü dizerken dava arkadaşlarından bazıları, öte yandan, komünist mücadelenin büyük bir yenilgisi ve utancı olan 951 Tevkifatı’nın tek sorulusuymuş gibi dillendirilmesine ne demeli? Kimden soracağız hesabını, kimler sigaya çekecek kendilerini? Bu soruların yanıtı, ne yazık ki “Yusuf İle Balaban Destanı”nın yazgısıyla aynı… Bu konuda son söz kendisinden: “Susarak anmak, anarak yaşamak zorundayız. Bileyi taşımız bu…”
Mehmed Kemal’in Enver Gökçe için yaptığı “Çok iyi bir şairdi ama şairliğini kanıtlamasına izin vermediler” sözünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mehmet Kemal mahalleden, Türkiye Gençler Derneğinden arkadaşıdır. Gökçe’nin ölümü mutlak çok üzmüştür onu. Yaşamına yakından tanıklık ettiğiniz bir insanın kaybı sizde büyük bir boşluk yaratır. İçinizdeki boşluğumuza yığılan acılar kervanına dönüşür anılar. Devletin, Gökçe’den neyi aldığını yüzümüze çarpan söz. Tek yanlı eleştiriyi ya da bir kısım insanların kıskançlıklarına işaret etmiyor yalnızca. Faşizmin, bir ülkede yönetim şekline dönüştüğünde insana neler yaşatacağını anlatıyor.
Enver Gökçe şiirlerinin temel özellikleri nelerdir?
Onun şiirlerinin en temel özelliği kolektif bir hayatın senfonik sesi olmasıdır. Kitlesel ve kütleseldir. Mürettip Hasan’ı, Eğinli Bekir’i, Mehmed’i sahiplendiği kadar, Pertev Naili Boratav’a o derece yakın. Tek başına söylenirken “biz”i, hep bir ağızdan türkü söyler gibi Saffet Korkut Hoca’yı, Köylü Ahmed’i anlatır. Şiirinin bu özelliğini, doğanın kendisinde bulmak mümkün. Arı ile bal arasındaki diyalektik ilişki, şiirinde de görülür. Özünden, lirikliğinden, ezgisel bütünlüğünden türkülü tadından hiçbir şey yitirmeden düşüncenin kanalında sürdürür akışını. Balı yerken, çiçeği ve arıyı, doğayı nasıl ki göremiyorsak, Gökçe’nin şiirini okurken de düşünce duygu birlikteliği, senfonik bir bütünlüğe dönüşür. Ne düşüncenin kuruluğu sezilir, ne de duygunun savrukluğu duyulur. Yerli yerinde her şey…
“Gerçek toplumcu şair odur ki, ‘ben derken ‘biz’ kasteder” diyen, Neruda şiirleri ilk kez onun çevirisiyle ülkemizde kitap olarak yayımlanan şairimiz dönemin genç isimlerini nasıl etkilemiştir?
Gökçe ve şiirleri, önce Asım Bezirci’nin MAY Yayınları’ndan 1968 yılında çıkardığı “Dünden Bugüne Türk Şiiri” adlı antolojisinde yerini aldı. 30 yıl aradan sonra, kasım 1973’te toplu şiirleri basıldı. Yücel Yayınları’ndan “Dost Dost İlle Kavga ve Rubailer” kitabı büyük ilgi gördü. Mehmet Ergün’ün kitaba yazdığı ön söz yazısı, ortamı germeye yetti. İyi ki yazmış Mehmet Ergün, o enfes yazısını. Enver Gökçe’nin, yeniden gençler arasında bilinir olması, şiirlerinin elden ele dolaşmasında şiirlerinin bir kitapta toplanması kadar, bu kitaptaki Ergün’ün kaleminden çıkan yazı da, en az kitap kadar etkili olmuştur. Çok cesur bir yazı. Alkışlıyorum…
Doğumunun 100. yılında Enver Gökçe’ye Armağan’ kitabınızla, şairimizle ilgili hangi boşluğu doldurmayı amaçladınız?
Önceden yapılanlardan farklı olsun istedim. Şunu yapmaya çalıştım: Farklı kuşakları bir araya getirmek. Farklı bakış açılarından yansıttıkları Enver Gökçe portrelerini bugünün okuruna sunmak. Bu değişik imzaların yazılarından şairimizin kuşatıcı bir tanıtımı hedeflendi. İlki bu. İkincisi, anılara başvurmak oldu. Anıların sıcaklığını hissettirsin istedim yeni kuşaklara. Olumsuzluğu da var. Yazılırken nesnellikten uzaklaşır insan. Öznelliğin tuzağına da çekebiliyor yazanı. Doğan Hızlan’ın demesiyle “ihmal derecesi” yüksektir. Ne ki, şöyle de bir avantajı da var: Yazdıklarınızı tanıklıklara, kanıtlara dayandırarak yapabiliyorsanız etkileyiciliği o derece artar. Hedefim buydu.
Evrensel'i Takip Et