Kapanma özel hayata, kâr ise tam gaz!
Almanya’da Junge Welt kapanmanın üretimi durdurmamasını eleştirdi. Fransa’da Le Monde salgının toplumsal etkilerine dikkat çekti. The Guardian ise İngiltere’de devlet-şirket ilişkilerini ele aldı.
Fotoğraf: Freepilk
Almanya’da pandeminin yaygınlaşması, yoğun bakım ünitelerinin kapasitesinin yetersiz hale gelmesi, Federal Hükümet’in federalizmi bir kenara iterek tek tip kararlar almaya yönelmesiyle sonuçlandı. Ancak kararlar sermayeye dokunmuyor. İşverenlerin çalışanlarına haftalık test yaptırması kararı bile pahalı olacağı gerekçesiyle tepki aldı. Junge Welt’ten Daniel Behruzi, “Tedbirlerin ciddi bir dengesizliği var: Neredeyse tamamen özel hayatı etkiliyorlar. ‘Ekonomi’ bu özel kapanmanın dışında bırakılmış durumda. Salgının ikinci dalgasından bu yana, sermaye örgütleri bir dogma dayattılar: Kâr mekanizması yavaşlatılmamalıdır” diye yazdı.
Fransa’da kovid-19’dan ölenlerin resmi sayısı 100 bini geçti ve böylelikle dünyada en fazla ölüm yaşanan ülkeler arasında 8, Avrupa’da ise 4. ülke oldu. Le Monde gazetesi başyazısında salgının toplumun en savunmasız olanları daha fazla öldürdüğüne ve toplum içinde derin çatlakların belirginleştiğine dikkat çekildi. Gazete bu nedenle pandeminin yeni sorumluluklar doğurduğunu vurguladı.
İngiltere’de eski Başbakan David Cameron’un iflas eden Grensill Finans şirketine devletten kovid-19 yardımını sağlamak amacıyla Hazine Bakanı ve kadrosuna özel mesajlar göndermesi devlet ve büyük şirketler arası ilişkileri tekrar gündeme getirdi.
KÂR İÇİN TAM GAZ: FEDERAL HÜKÜMETİN KORONA ÖNLEMLERİ
Daniel BEHRUZİ
Junge Welt
(Almanya’da) Federal hükümet tek tip yönergeler yapmayı planlıyor. 100 bin kişi başına 100’den fazla yeni enfeksiyon varsa, perakende satış yerleri ve okulların kapatılacak ve ayrıca 200 yeni enfeksiyon varsa saat 21: 00’den itibaren sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte bir “tam kapanma” otomatik olarak uygulanacak.
Şüphesiz: Yoğun bakım üniteleri göz önünde bulundurulduğunda, kararlı hareket etmek gerekli. Aksi takdirde doktorlar yakında kimlerin yoğun tıbbi tedavi görüp görmeyeceği sorusuyla karşı karşıya kalacak. Bununla birlikte, tedbirlerin ciddi bir dengesizliği var: Neredeyse tamamen özel hayatı etkiliyorlar. “Ekonomi” bu özel kapanmanın dışında bırakılmış durumda. Salgının ikinci dalgasından bu yana, sermaye örgütleri bir dogma dayattılar: Kâr mekanizması yavaşlatılmamalıdır.
Çocuklar “evde eğitimde” haftalarca ve aylarca mahvolurken, arabalar ve tanklar üretilmeye devam ediyor. Evden çalışırken bile, sadece istemek ve yalvarmak söz konusu; işverenlere dokunan yok. Patronların, işyerinde bulunmaya mecbur olan çalışanlara haftada bir korona testi yaptırmalarını teklif etme yükümlülüğüne karşı başkaldırısı, sermaye birikiminin onlar için insan hayatı dahil her şeyin üstünde olduğunu gösteriyor. Koronavirüsün yayılmasında şirketlerin hangi rolü oynadığına dair neredeyse hiç çalışma yok; neden? Bununla birlikte, aerosollerin sadece restoranlarda ve kreşlerde değil, aynı zamanda fabrikalarda ve açık plan ofislerde de yayıldığı açık. Testin neden sadece haftada bir yapılması gerektiği açıklanmıyor. Muhtemelen şirketler açısından çok pahalı. Şirketler içinde de aynı dengesizlik hüküm sürmekte.
İş sağlığı ve güvenliği standartlarına göre, toplumsal önleme aslında bireysel önlemeye göre önceliklidir. Bunun anlamı şudur: Şirketlerin, çalışanların davranışlarını düzenlemeden önce uygun tesislere, hava eşanjörlerine, bölme duvarlarına vb. yatırım yapması gerekir.
Birkaç hafta araba vb. hayati olmayan şeyler üretilmezse dünya batar mı sorusunu sorgulamak yerine, çocuklarını kreşe gönderen işsiz komşuya ya da parkta birlikte bira içen gençlere kızıyor insanlar. Pandemi döneminde dayanışma duygularının yükselmesi böyle engelleniyor. Şirketler ise işlerine devam ediyorlar. Buna dur demek gerekli ama kim diyecek? Tabi ki Berlin’de politik tiyatro sahnesindekiler değil! Öyleyse?
(Çeviren: Semra Çelik)
FELAKETE KARŞI YENİ BİR SORUMLULUK
Le Monde
Başyazı
Bir yıldan fazla bir süredir toplumlarımızın üzerine çöken felaketin boyutlarını hangi veri doğru ortaya koyabilir? Mağdurlar sayısı mı? Fransa bugünlerde kovid-19’dan ölen insan sayısında 100 bin sınırını geçen 8. ülke. Avrupa’da ise İngiltere, İtalya ve Rusya’dan sonra 4. ülke oldu. Fakat ne bu ülkeler arası sıralama ne de kan donduran bu korkunç sayı -ne kadar sembolik olursa olsun- yakınlarından uzak yalnız başına hayatını kaybedenlerin çektiklerini, uzaktan yas tutmak zorunda olanların acısını göstermeye yeterli.
Bir şehir veya bölgeyi vuran bir doğal afetten farklı olarak salgın, hayatını kaybedenlerle yakınlarını ayırmanın yanı sıra bir bütünlüğü parçalayarak bütünü görmeyi de muğlaklaştırıyor. Keza bilançonun ağır olması kovid-19’un dolaylı ve şu tüm görünmez mağdurların, yani hastanelerde ameliyatları ertelenen, hastalık teşhisi konulamayan ve bundan dolayı da tedavisi geciktirilen mağdurların boyutunu ortaya koyma açısından da yeterli değil. Ama bu veri tüm bir ülkenin, özellikle de sağlıkçıların salgını durdurmak için harcadıkları devasa çabaları da göstermiyor.
Eğer salgının ilerlemesini engellemek için hiçbir şey yapılmamış olsaydı sadece Fransa’da kaç on binler, yüz binlerce daha insan ölürdü? Şu son günlerde yöneticilerinin yeteneksizliğiyle bükülen ve ölü sayısı katlanılabilirliğin çok üzerine çıkan Brezilya’ya bakmak yeterlidir: Denetim dışı bırakıldığı durumda SARSCoV2 dünyada öldürdüğü üç milyondan ve 136 milyon vakadan çok daha fazla insana bulaşır ve bazen de hem daha ağır ve daha uzun süren durumlara yol açardı. Ve üstelik, bu toplam mağdur sayısı birçok ülkenin verilerinin çarpıtılması ya da savsamadan dolayı, büyük oranda gerçeklerin çok altındadır. (…).
Tüm bu yetersizliklere rağmen, kovid-19’un geçici bilançosu kesin olan bir şeyi ortaya koyuyor: Dünyadaki ülkelerin çoğunluğunu etkileyen büyük bir illet. Fransa topraklarında bir asırdır, 1918 İspanyol gribinden bu yana hiçbir salgın bu kadar sert geçmemişti. Salgının ilk başlarında “küçük bir grip” diye dalga geçen küçümsemelerden sonra bugün var olan tehlike ve yıkımın boyutlarını görmemek için kör olmak gerekir. Keza koronavirüsü yavaşlatmaya yönelik getirilen kapanma önlemlerini “sağlık diktatörlüğü” olarak belirtmek için de art niyetli olmak gerek. Fransa’da bu önlemler kılı kırka bölen bir otoriterizmle ve yeterince açıklanmayarak uygulandı ve böylelikle yurttaşların önlemleri benimsememesine neden oldu. Fakat bu önlemler gerekliydi. Bugün açısından polemikten de öte var olan bilançonun sonuçlarını ve daha ağırlaşmaması için çabaları görmek lazım.
Kovid-19 en savunmasız toplulukları, emekçi kentleri, kalabalık daireler ve en ön cephede olanlar içinde daha fazla insanı öldürdü. Keza en çok tehdit altında olanlar da yine aynı kesimlerdir, özellikle de genelin sağlığını koruyabilmeye yönelik alınan önlemlerden dolayı büyük fedakarlıklar yapan gençlik içinde tahribat büyük.
Birçok ekonomik sektörün durdurulması zaten dışlanmış bölgelerde yaşanan krizlere bir yenisini daha ekledi ve buralarda ülkenin tüm sorunları yığınlaştı. ABD’de Joe Biden bu sosyal yıkımın tehditlerinin boyutunu gördü ve devasa bir acil plan çerçevesinde en hassas olanlara yönelik karşılıksız bir yardımla önlem aldı. On yıllardır eşi görünmeyen bu koruma dünyanın birçok yerinde çoğunlukla kabul edilen bir tercihin mantıklı bir sonucudur: Dayanışmayı diğer tüm değerlendirmelerden önce kabul etme. ABD’de olduğu gibi Fransa’da da bu karar yeni bir sorumluluk anlamına geliyor: Sadece bu felaketin ilk tahribatlarını tamir etmekle yetinmeyerek, bu 100 bin ölünün toplumda ortaya çıkardığı büyük çatlakları kapatmaya girişmek.
(Çeviren: Deniz Uztopal)
GERÇEK SKANDAL HÜKÜMET İLE İŞ DÜNYASI ARASINDAKİ
DÖNER KAPININ HÂLA AÇIK OLMASI
Richard BROOKS
The Guardian
Bu hafta ortaya çıkan, (İngiltere’de) hükümetin ticaret müdürünün görevindeyken tedarik zinciri finans şirketi Greensill Capital için 2015’te iki ay boyunca çalışmış olması, Gölge Kabine Ofisi Bakanı Rachel Reeves tarafından “olağanüstü ve şok edici” olarak nitelendirildi. Yine de kamusal sorumluluk konumundan özel kazanç konumuna kaymanın artık norm haline geldiği bir kültürün parçası olarak, rollerdeki örtüşme merak uyandırmaktan öteye gitmiyor. Bu ikili rol, en tepesinde Kabine Sekreteri Sir Jeremy Heywood’un oturduğu Kabine Ofisi tarafından onaylanmıştı.
Heywood, yatırım bankası Morgan Stanley’de geçirdiği ve Greensill’in kurucusu Avustralyalı Lex Greensill ile tanıştığı süreçten sonra 2007 yılında hükümete döndü. 2011 yılına gelindiğinde, hükümette tedarik zinciri finansmanının kullanılması konusunda tavsiyede bulunmak üzere Avustralyalıyı Downing Street’e (Başbakanlık) getirdiği söyleniyor. Şimdi kovid dönemi İngiltere’sine geldiğimizde onu cesaretlendiren eski Başbakan David Cameron, bugüne dek adı duyulmamış olan Greensill’e vergi mükellefleri tarafından finanse edilen destek için lobi yaparken yakalandı.
Bu, eylemdeki “döner kapı”dır: Hükümetin üst düzey isimlerini sadece belirli bir uzmanlıkla değil, aynı zamanda özel çıkarları kamu çıkarlarına tercih eden bir görüşle karşı karşıya getirir. Diğer tarafa gidersek, nüfuzlu halk figürlerinin sorumlu oldukları alanlarda gelecekte kâr elde etmeleri için kârlı fırsatlar beliriyor. Etki, kasıtlı olarak yozlaşmaktan daha sinsi. Çok az yetkili veya bakan, gelecekteki işverenleri lehine kararlar alırken neşeyle ellerini ovuşturuyor, ancak dünyayı, dost kalmanın yararlı olacağı kişiler gibi görmeye başlıyorlar. Ve artık teknolojik olarak lobiciliğin bu kadar kolay olduğu koşullarda, karma kamu-özel hizmetkârının eski meslektaşlarından gelen metin mesajlarına daha tabi olması muhtemeldir.
Döner kapı -ve bununla ilgili endişe- yeni değil. Cameron, başbakanı George Osborne’un son beş yılda üstlendiği sayısız pozisyona işaret ettiği için affedilebilir. Yıllar boyunca sahipsizlerin pahasına varlıklarını zenginleştiren kemer sıkma sürecine başkanlık ettikten sonra Osborne, varlık yöneticisi BlackRock’ta haftada bir gün, yılda 650 bin sterlinlik bir iş buldu. Şirket ayrıca, İngiltere’nin emeklilik reformlarının mimarı olan, Osborne’un eski genel müdürü Rupert Harrison’ı da kadrosuna katmıştı.
Döner kapı o kadar sık dönüyor ki, yazarı olduğum dergi Private Eye, neredeyse her sayısında bu tür şüpheli hareketleri ele alıyor. Örneğin, üst düzey askeri rütbeliler ve Savunma Bakanlığı yetkililerinin, kariyerlerinin ilerleyen dönemlerinde büyük silah şirketlerinde direktörlükler veya danışmanlık pozisyonları -ya da onlar ile resmi kurumlar arasında ustaca sıkıştırılmış danışmanlıklar- edinmeleri duyulmamış bir şey değil. Bunun sonucu: Bu şirketlerin çok geçmeden işverenleri olacağını ve onları temsil etmek için yeniden iktidar koridorlarına geri dönebileceklerini bilen bir memur kadrosu (oluşması). Kötü niyetli olmasa bile karar verme süreci çarpıtılmış.
Neredeyse cezasızlıkla görmezden gelinebilir ve görünüşe göre bariz çıkar çatışmalarının olduğu durumlarda bile, atamaların her zaman, lobicilik konusunda eski meslektaşlarıyla sadece iki yıl boyunca görüşmeme zayıf sınırlamalarıyla ilerleyebileceği yönündedir.
Halk ve medya, ancak olaydan sonra dönen kapı hareketini öğrenir ve geç kalınması nedeniyle çok iyi bir fikir olmayabileceğine dair nedenler gözönüne alınamaz. Dikkate değer bir vakada, komite, eski HMRC daimi sekreteri Dave Hartnett’in muhasebe firması Deloitte’ye katılmasını onayladı, ancak kendisi önceki beş yıl içinde 48 kez şirketin kıdemli ortaklarından biriyle görüştüğü ve büyük şirketlerle bir dizi “tatlı anlaşmayı” kabul ettiği için eleştirilmişti.
2017’de, parlamentonun Kamu Yönetimi ve Anayasa İşleri Komisyonu, “hükümetlerin [döner kapıyı] gerektiği gibi düzenleme konusundaki başarısızlıklarının halkın siyasete ve kamu kurumlarına olan güvenini zedelediğini ve tekrarlanan skandallara yol açtığını” tespit etti. Danışma kurulu “dişsiz” idi. Ancak milletvekillerinin, iki yıl boyunca kamu görevlilerinin daha önceki düzenleyici sorumluluk alanlarıyla ilgili işleri almasının engellenmesi gibi nispeten ılımlı tavsiyeleri bile reddedildi.
Yeni Acoba Başkanı Lord Pickles, yeni bir süpürge olmayı vaat ediyor (başkan-chair kelimesi İngilizce de sandalye anlamına da geliyor). Ancak çok eski ve bu sadece ondan yararlanan aynı politikacılar tarafından değiştirilebilir bir sistemin içinde çalışıyor.
Dört yıl önce milletvekilleri komitesi reform yapılmaması konusunda uyardı, “Halkın demokrasimize ve hükümete olan güveninde daha da büyük bir düşüşe yol açacaktır”. Greensill skandalının ardından, kesinlikle bunu tekrar söyleyebilirler ve geçmiş kanıtlara göre muhtemelen birkaç yıl içinde yine yapmak zorunda kalacaklar.
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)