17 Nisan 2021 23:27

Kuşatma altında sanat

Nuray Sancar, sanat ve sermaye ilişkisini yazdı.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Nuray SANCAR

Sanat Eleştirmeni Max Kozloff, 1973’te Artforum dergisinde, 1940’lı yıllardan bu yana ABD’li sanatçıların dünyaya tanıttığı soyut dışa vurumculuğun bir soğuk savaş propagandası olarak doğduğunu ve CIA’nın ‘kültür kolu’ tarafından desteklediğini yazdığında sanat dünyası bir parça çalkalanmıştı. Eserleri binlerce dolara satılan Sidney Pollock, Mark Rothko ve izlerinden yürüyen ressamlar bir CIA yemlemesi miydiler yani?* Pollock’ın eserini, onun ölümünden sonra 30 bin dolara satın alan Metropolitan Müzesinin Eski Müdürü Thomas Braden’in aynı zamanda CIA’nın kültür işleri sorumlusu olduğu aynı zamanda Avrupa’da, etrafında solcu aydınları toplayan Encounter adlı derginin gizli yöneticiliğini yaptığı daha sonra ortaya çıktı. Braden derginin yanı sıra sergi, konser gibi etkinlikleri de finanse eden büyük bir finans ağının işleyişini denetimi altında tutmaktaydı. Bu konuda Frances Stonor Saunders**, kamuya açılan CIA belgelerinden yararlanarak Parayı Verdi Düdüğü Çaldı başlıklı bir kitap yazmıştı. Kitaptaki verilere göre, ABD, sanatı bir soğuk savaş silahı olarak kullanıyor ve bu konuda yapılacak olan etkinliklerin ve sanatçıların parasını büyük tekellere bağlı vakıflar ödüyordu.

Sanat dünyasında devlet, sermaye ve istihbarat örgütü arasındaki ilişkilerin kristalize olduğu ilk hadise Metropolitan Sanat Müzesi’nin merkezinde olduğu skandal değildir kuşkusuz. Ancak içli dışlı oldukları devletin nasıl yönetileceğine karar veren sermaye çevreleri, bu devletin güvenliğini, emperyal planlarının başarısını raslantıya bırakmayacak kadar dikkatliydiler. Bu yüzden bütün toplumsal ilişkileri düzenlemeye çalıştıkları gibi kültür sanat ortamına da kendilerince çeki düzen vermeye uğraşıyor ve sanatı bir soğuk savaş silahı olarak kullanmak istiyorlardı.

PİYASA: GÖRÜNEN EL

Sayısız çeşitlemeleriyle sanat izleyiciye seçme şansına sahipmiş izlenimi verir. Ancak bir eserin piyasada yaşama şansına sahip olabilmesi için egemen tek bir ilkeye bağlanması gerekir. Bu ilke, siyaset kürsülerinde, üniversitelerde, okullarda, bir sonraki eser için bir önceki eserde, medyada vs. her yerde kesintisiz bir biçimde üretilen sistemin içselleştirilmesidir.

Özellikle 1950’lerden sonra endüstriyel sanat sektörünün güçlenmesiyle birlikte sanat ve sanatçı üzerindeki piyasa denetimi arttı. Piyasanın süzgecinden geçen eserlerin yayılabildiği, sergilenebildiği, sahnelenebildiği bir ortam oluştu ve değerin ölçüsü en çok para getirmek, çok satılabilmek oldu. Sistem böyle sanatçıları popülerleştirip baş tacı yaptı.

SERMAYENİN TAHAKKÜMÜ

’80’li yıllardan bu yana sanat ile sermaye kuruluşları arasındaki ilişki daha dolaysız sürüyor. Banka yayınevleri ve kültür merkezleri çoğalırken bazı büyük tekellerin düzenlediği festivaller, açtıkları müzeler, sergi salonları, düzenledikleri uluslararası etkinlikler sanat alanındaki beklentileri şekillendirmeye devam ediyor. Kamu kurum ve kuruluşlarını olduğu gibi devlet tarafından finansmanı sağlanan kültür kurumlarının tasfiyesi, özelleştirmeler, çoğalan özel televizyonlar sanatın ve sanatçıların piyasalaştırılmasını kolaylaştırmış bulunuyor. Bugün bu piyasalaştırma Türkiye’de iktidar yanlısı sanatçıların Kültür Bakanlığı desteklerine daha fazla layık görüldüğü bir özel düzenek oluşturulduğu için kendine özgü bir karakter kazanmıştır. İktidar ideolojisine yakın eserlerin desteklendiği, diğerlerinin reddedildiği koşullarda sanat ve sanatçı da hizaya girmeye zorlanmaktadır.

Ne var ki sermayenin gücü sadece ona sahip olan en büyüklerin elindekiyle sınırlı değildir. O bir sistemdir ve doğrudan kendisine bağlı olmayan sayısız ‘memur’ yetiştirir. Özel ya da devlete bazı müzelerin yöneticileri, sergi ve uluslararası festival küratörleri, müzik ve dizi yapımcıları, film yapımcıları, yayınevleri, banka kültür merkezleri, yandaş yerel yönetimlerin kültür ve konferans işletmeleri, vakıflar gibi kıblesi kapitalizm olan bir dizi kurum ve kadroları bu güce katkıda bulunur. Egemen fikrin her saniye yeniden üretimi için güçlü ideolojik araçları üreten bu toplam sayesinde gündelik hayat kuşatılır.

ÇEMBERİN DIŞINDAKİ SANAT

Böyle bir tabloda sanata ve sanatçıya nefes alacak bir alan kalmamış gibidir. Ama sanatın tarihi zaten bu kuşatma altında verilen mücadelenin de tarihidir. Sermaye düzenini ayakta tutmaya çalışan bütün düzeneklere rağmen emekten yana bir sanatı inşa etmeye çalışan sanatçılar buldukları en küçük hava boşluklarını genişletmeye, her türlü baskıya karşı sanatı savunmaya devam etmişlerdir. Nâzım Hikmetlerin, Orhan Kemal, Yaşar Kemal gibi yazarların; Türkiye resmine, müziğine hayat veren sanatçıların eserleri bugün de bu kuşatmayı yarmaya çalışan sanatçıların başlıca dayanağıdır.

Dünyanın her ülkesinde sanatın samimi emektarları kürenin tek bir emperyal fikir etrafında dönmesi için kesenin ağzını açan mali sermaye hegemonyasına karşı insani değerleri teslim etmemek için çabalıyorlar. Bu emeğe hak ettiği değeri veren izleyici/okuyucu kitlesinin sanatçıyla buluştuğu çizgi, asıl kalıcı kalıcı eseri yaratan bu duygudaşlığın hem ürünü hem üreticisidir. Hep öyle olmuştur.

*Alastair Sooke, CIA'nin Soğuk Savaş aracı: Modern resim?, BBC Türkçe, 5 Ekim 2016, https://www.bbc.com/turkce/vert-cul-37565069
**Frances Stonor Saunders, Parayı Verdi Düdüğü Çaldı- Sanat ve Edebiyat dünyasında CIA Parmağı, çev: Ülker İnce, İmge Kitabevi.

ÖNCEKİ HABER

Kültürün malileşmesi sanatın sermayeleşmesi

SONRAKİ HABER

Mısra Öz yoğun bakıma kaldırıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa