Torba bakanlıkta başa dönüş: Tek adam yönetiminin veciz örneği
"Toplumun devletle kurduğu ilişkinin en temel aygıtlarından biri olan bu koca, devasa torba bakanlıkta yapılan yeniden ayırma işlemi, elbette ki halkın ağırlaşan dertlerini çözmeye yönelik değil."
Derya Yanık | Fotoğraf: Erçin Ertürk/AA
Sevda KARACA
10 Temmuz 2018’de birleştirilen Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, 21 Nisan 2021’de bir gece yarısı Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle birbirinden ayrıldı.
2018’de yapılan birleştirmenin amacı, “Ailenin güçlü, bireyin mutlu olduğu, çalışan ve üreten müreffeh bir Türkiye için toplumsal değerler çerçevesinde bireyi ve aileyi güçlendiren sosyal hizmetler sunmak; sosyoekonomik kalkınmaya katkı sağlama hedefiyle istihdamı artırmak, çalışma hayatını düzenlemek, denetlemek, tedbirler almak ve sosyal güvenlik sisteminin etkinliğini sürdürmek” olarak açıklanmıştı.
Bu karar kamunun tümden tasfiye edildiği, çalışma yaşamının tümden güvencesiz hale getirildiği, sonuçlarını tarımın çökertilmesi, özelleştirme, kayıt dışı, esnek çalışma, sendikasızlaştırma, iş güvencesinden yoksunluk, yoksulluk, artan işsizlik, iş cinayetleri, sağlığın ve eğitimin piyasaya açılması, yoksulluğun “sadaka uygulamalarıyla” yönetilmesi, kamu kaynaklarının yağmalanıp, sermayeye aktarılması olarak yaşadığımız yıkım programının bir parçasıydı *. Ailenin bu dönüşümün merkezi bir kurumu haline getirildiği, “ailenin temel direği” olarak kadınlara özgün bir rolün verildiği bu programın tek adam yönetimi altında tüm hızıyla, “Ayağı bakanlıklar arası bürokrasiye takılmadan” hayata geçirilebilmesi için bu birleştirme hamlesinin sadece sembolik değil, kendilerince operatif yanları da vardı.
Nitekim geçen sürede bu programın sonuçları daha da ağırlaştı. Dönüşümün acısını tüm kamusal olanaklardan yoksun bırakılma, yükün omza daha çok binmesi, şiddetin pervasızlaşması olarak yaşayan kadınlar, bu eşitsizliğin ve adaletsizliğin “fıtrat”la meşrulaştırıldığı, tüm kamusal haklardan yoksun ve kağıt üzerindeki yasaların iğdiş edildiği bir düzene mahkum edildiler. İşçilerin ceplerindeki son 12 lirayı bırakıp intihar ettiği, milyonların işsizlikle kıvrandığı, işi olanların da ya virüs ya işsizlik ikileminde hayatlarıyla sınandığı, patates soğan dağıtımıyla açlığın iyice aşikar hale getirildiği bir dönemi yaşıyoruz. Pandemi süresince sosyal destek adı altında İşsizlik Fonunun sermayeye yağmalatılması da her fırsatta işçilerin haklarına saldırılması da herkesin bildiği gerçekler.
Aile, sosyal hizmetler, çalışma ilişkileri, sosyal güvenlik aslında toplumun yüzde 99’unun devletle ilişkisinin en temel unsurları. Bir yandan toplumun iş, geçim, sosyal destek, çalışma yaşamının ağır sorunları, sürekli artan yoksulluk gibi en temel meseleleri gün geçtikçe derinleşirken, torba bakanlığın ilgi alanları içinde en alt sıralarda yer alsa da toplumsal dertlerin en başında gelen kadına yönelik şiddet bizatihi devlet politikalarıyla artarken toplumda huzursuzluk ve iktidara güvensizliğin de yayıldığı açık. Gerçekten de bu torba bakanlığın içinde pek çok işin birbirine karıştığı, en küçük işlerin dahi karmakarışık yeni bir bürokrasinin içinde çözülemez hale geldiği bir tablo da var. Ayrıca torba bakanlık içinde kadınların, çocukların en temel ihtiyaçlarının ve sosyal destek mekanizmalarına ilişkin kurulan birimlerin neredeyse atıl, personelsiz ve bütçesiz bırakıldığı, bütün ağırlığın himmete ve sermayenin ihtiyaçlarına verildiği de bilinmez değil.
Toplumun devletle kurduğu ilişkinin en temel aygıtlarından biri olan bu koca, devasa torba bakanlıkta yapılan yeniden ayırma işlemi, elbette ki halkın ağırlaşan dertlerini çözmeye yönelik değil. Tek adam yönetimi mantığıyla kurulup iyice ağırlaşan mekanizmanın ayağa dolanmasından… Ve elbette bir yandan da topluma makyajla “Bizden umudu kesmeyin” mesajı vermek için atılan bir adım.
GELELİM YENİ BAKANA…
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına getirilen Derya Yanık Avukat, AKP MKYK Üyesi, Kadın ve Demokrasi Derneğiyle ilişkili, nafaka karşıtı, 2008 yılında İstanbul Sözleşmesi’ni savunurken, sonra İstanbul Sözleşmesi düşmanı olan bir siyasetçi; adı bakan olarak duyurulduktan hemen sonra sosyal medyaya Karaman’da onlarca çocuğun istismar edildiği olayda Ensar Vakfını savunduğu sözleriyle düşen bir AKP yöneticisi. Bakan olarak görevlendirilmesinin hemen ardından Habertürk yayınına katılan Derya Yanık, moderatörün “Kadına şiddet olaylarının çok yoğunlaştığı bir dönemde göreve geldiniz” yorumuna “Ekstra bir yoğunluk görmüyorum” yanıtını verdi. Bu açıklamaları yaptığı günün öğlen saatlerinde Mecliste 9 Mart 2021’de kurulan Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Komisyonu ilk kez toplanacak. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı verip, Ankara Sözleşmesi’ni gündeme getiren, sıraya daha pek çok hak gasbını koyan hükümetin, sözleşmenin iptali öncesi tepkileri dindirmek için bir hazırlık mahiyetinde bu komisyonun kurulmasını istediğini biliyoruz. Bu komisyonun, sadece “Dostlar alışverişte görsün” anlamına gelmediğini, tıpkı Boşanmaların Araştırılması Komisyonunda olduğu gibi yine “Aile bütünlüğünü korumak” vs. safsatalarıyla, yeni hak gasplarının program haline getirmenin bir vesilesi yapılacağını görüyoruz. Derya Yanık’ın bakanlığının görev tanımları arasında olan şiddetin önlenmesi konusundaki yaklaşımı da bununla gayet uyumlu.
Tek adam yönetimi anlayışına uygun bir biçimde bir torba bakanlık icat edip, sonra da “Ben yaptım oldu” diyerek ikiye bölünmesinin hesabının verilmemesinin yanı sıra, Ticaret Bakanı iken büyük bir yolsuzlukla kendi şirketinden bakanlığa milyonlarca liralık dezenfektan satan Ruhsar Pekcan’ın, aslında Yüce Divanlık olan yolsuzluğunun üstü kapatılırcasına görevden alınması da tek adam yönetiminin hiç hesap vermeksizin istediği gibi at koşturmaya çalışmasının veciz örnekleri.
*