Smyrna’dan İzmir’e kentin gündemi | İzmir’de asbest tehlikesi büyüyor
Asbest Söküm Uzmanları Derneği Başkanı Mehmet Şeyhmus Ensari ile depremden sonra yıkımlarda açığa çıkan asbest riskini konuştuk. Ensari, belediyelere asbest konusundaki sorumluluklarını hatırlattı.
Ramis SAĞLAM
İzmir
İzmir’de son günlerde asbest meselesi tekrardan tartışılmaya başlandı. Bir yandan depremden sonra İzmir’de kontrolsüz şekilde yapılan bina yıkımlarından yayılan asbest kente yaşayan insanların sağlığını tehdit ederken, diğer yandan da Brezilya’dan Aliağa gemi söküme gelmek için yolda olan asbestli NAe Sao Poula gemisi gündemde.
Asbest sökümündeki tehlikeleri ve insan sağlığına etkilerini Asbest Söküm Uzmanları Derneği Başkanı Mehmet Şeyhmus Ensari ile konuştuk.
Asbest dünyada 67 ülkede yasaklanırken, ticari adı amyant olan asbestin ülkemizde hâlâ serbest olduğunu söyleyen Ensari, “Asbeste bağlı hastalıklar maruziyet derecesine göre 5-10-20-40 ve hatta 50 yıl sonra bile ortaya çıkabilir. Ancak şu anda ülkemizin yapı stoğunun kötü olması nedeniyle yapılan bina yıkımlarında dünyada eşine rastlanmayacak şekilde yaklaşık 7 milyon bina yıkımını varsayarsak, kitlesel asbest maruziyeti istatistikleri maalesef ülkemizde yapılan yanlış uygulamalar nedeniyle alt üst olacağı konusunda endişeliyiz” dedi.
“ASBEST KENTİN ÜZERİNDE TEHLİKE SAÇIYOR”
Kentsel dönüşüm ve 30 Ekim 2020 depreminin ardından artan yıkımların asbest tehlikesini had safhaya çıkardığını ifade eden Ensari, “Depremde açığa çıkan yıkımlardaki tozlardan, kentsel dönüşüm veya yapı yenileme nedeniyle yıkımlardan etkilendi” dedi.
Eski binaların yıkılması sırasındaki tehlikelere dikkat çeken Ensari, “Maalesef İzmir Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü ile başta büyükşehir belediyesi olmak üzere ilçe belediyeleri yıkımlarda başarısız oldu. Elimizde gerek vatandaşlarımızdan gerekse uzman ve ASUD gönüllülerimizden gelen görüntüler bunu belgeliyor” diye konuştu.
Asbest envanter raporlarını da değerlendiren Ensari, “Belediyelerin asbest envanter raporlarında da görülen en büyük tehlike binaların önceden asbestli yapı elemanlarının gelişigüzel yok edilmesidir. Numune alınarak asbest çıkmaması için ve yıkımcı firmaların veya müteahhitlerin bir an önce işi bitirme telaşı ön plana çıkıyor. Ülkemizin en çok asbest kullanılmış şehirlerinden biri olan İzmir’de asbest tespitlerinde asbest bulunmaması bu konuda kitlesel katliam denebilecek tozları İzmir halkına solutmaları geleceğimizi karartmalarına neden olacaktır” dedi.
HUKUKİ SORUMLULUK KİMİN?
Yıkımın kontrolsüz ve başta tozuma olmak üzere birçok konuda yeterli güvenlik önlemleri alınmadan yapılması anlamına gelmeyeceğinin altını çizen Ensari, “Tozuma oluşumunu önlemek amacıyla TS13883 standardına uygun toz bastırma donanımları ile seyyar veya sabit sulama sistemlerini yıkım şantiyesinde hazır etmek ve kullanmak gereklidir. Bu konuda yapılacak en önemli şey maruziyeti azaltmak için halkın yıkım bölgesinden uzaklaşmasını sağlamaktır” diye ekledi.
2018 yılından itibaren her ilde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, belediyelere yıkım sırasında yasal mevzuatın öngördüğü prosedürün izlenmesi yetkisini verdiğini ve bu durumda tüm hukuki sorumlulukların belediyelere verildiğini söyleyen Ensari, “Bu durumda belediyeler sorumluluklarının bilincinde olmaları gerekirken tarafımıza ‘biz inşaatın bekçisi miyiz’ gibi cevapları vermeleri onları bu sorumluluktan kurtaramayacaktır. Benim kadromda ‘Asbest söküm uzmanı’ yok o yüzden bana gelen rapor neyse o diyerek sahte raporları kabul ederek asbest denetimini kâğıt üzerinde yapmaları onları kurtaramayacaktır” diye konuştu.
Ensari, “Silikozis davasında Danıştay’ın 1960’lardan bugüne ölümcül olduğu bilenen silikozis hastalığını bildiği halde bir işçinin ölümle sonuçlanan davasında Sağlık Bakanlığını, Çalışma Bakanlığını, Büyükşehir Belediyesini ve İlçe belediyesini suçlu bulduğunu söyledi. Davanın asbest davalarına da emsal olacağının altını çizen Ensari “Yakında asbestle mücadele etmeyen ve halkına kanseri solutan belediyelere suç duyurusunda bulanacağımızın bilinmesini kamuoyuna sizin kanalınızla duyururuz” dedi.